1928 de Ergenekon

1920-23 yılları arasında sansüre uğramış kayıp sözcükleri, cümleleriyle tüm yazılarını Yakup Kadri “Ergenekon” adıyla toplar. Girişine de: “Ergenekon yurdun adı/Börtüçene kurdun adı” Ziya Gökalp’in sözlerini yazar. “Çağdaş insanlık sadece kuvvete boyun eğiyor.Bu kuvvet ise, bazı cemiyetlerde nüfusun kesafeti, bazılarında servetin terakmü ve bazılarında askeri teçhizatın bolluğu şeklinde tecelli eder. Eyvah,o milletlere ki, bunların hiç birine malik değildir ve yalnız hakkına güvenerek bu nihayetsiz ihtiras okyanusunda gemisini kurtarmaya çalışır!

Nietzshe der ki: “Ahlaki endişeler birer zaaf alametidir.

Fazilet,merhamet, hak ve insaniyet sözleri ancak esirlerin ağzına yakışır ve dünyanın efendileri,ancak vur kır,geçir daima ileriye atla!daima yukarı çık!der”. 30.Ağustos .1922’de Yakup Kadri Karaosmanoğlu “İkdam” gazetesinde başyazardır. Milli Mücadele sırasında yayınlanan “İkdam” gazetesi işgal edilmiş İstanbul’da yayınlanır. Yazılar sansür edilmektedir. 1920-23 yılları arasında sansüre uğramış kayıp sözcükleri, cümleleriyle tüm yazılarını Yakup Kadri “Ergenekon” adıyla toplar. Girişine de: “Ergenekon yurdun adı/Börtüçene kurdun adı” Ziya Gökalp’in sözlerini yazar. Milli mücadele yazıları o devrin aynasıdır.yazar kendi yüzünü de bu aynada gördüğünü belirtir. 1928’de yayınlanan “Ergenekon” kitabı batı’nın bize bakışını, batılı işgal kuvvetlerinin değerlendirmelerini çok açık yazar.Aydın sınıfın tavrını,hastalıklarını da birlikte. Bugünle karşılaştırdığımızda Türklerin ne kadar çok bilgiyi sildiğini anlıyoruz.
Bugün Türkiye’yi sarsan “Ergenekon” davasına bu ismin verilmesinin bir milletin değerleri ve sembolleriyle oynanması olduğunu da kavramamız zor değil.
“Ergenekon zaten bir masalın adı. Milli Mücadele ise bir Bozkurt destanı.Biz o devri gerçekten yaşamış mıydık? Ben ki, bugün bir demagoji çirkefinin içinde çırpınan, sokak kalabalığının uğultusuyla kulakları sağırlaşan zavallı bir ihtiyarım,bir zamanlar düşman süngülerine kalemle karşı koyma cüretini gerçekten ben mi göstermiştim? O süngülerin arada bir delik deşik ettiği bu yazıların yazarı gerçekten ben miyim? …. Ben şimdi bütün bu soruları Atatürk’ün , İzmir zaferini müteakip bize söylediği şu sözle cevaplandırabiliyorum:”Bir rüya görmüş gibiyim”. Bir rüya. Evet, güzel ve büyük bir rüya.” Diye 1964 baskısına önsöz yazan Yakup Kadri’nin karamsarlığı açık ve nettir.

Türk aydınları,politikacıları bir destanı “rüya”ya çevirmişlerdir. Kendi kuruluş hikayesinden, sembollerinden, milli hasletlerinden vazgeçerek Türkiye’yi savurmuşlardır.

Bunu dün de yapıyorlardı.Buna örnek “Bir züppenin tekamülü” başlıklı yazısıdır yazarın:

“Geçenlerde büyük bir Fransız mecmuasına maneviyatındaki züppelik çıbanının bütün irinlerini dökmüştür,demiştir ki:”…..Türkler ilim ve medeniyet sahasında hiçbir şey yapmamışlar,hiçbir eser vücuda getirmemişlerdir. Ne bir mezhep.Ne bir felsefe,ne bir sanat yaratmışlardır….Edebiyatımız taklitçidir.Bu edebiyat 400 yıl boyunca Arap ve Acem kaldı,sonra birden garplılaştı,daha doğrusu Fransızlaştı.her ne kadar halk türkülerimizde bazı güzel eserlere raslanabilirse de bunlar o derece de önemli değildirler.” Evet, Türk milletine bu iftiralarda bulunan züppe azmanıdır.Bu mecmua 1Mart 1922 tarihli “La revue de deux Mondes”dir.”* 25 Mart’ta yazılmış bu makale bu gün de yaşadığımız aydın sorununun köklerini deşifre etmekte adeta. Kültürel geriliği “gerçek”miş gibi aktaranlar, bilim namusunu yere sererek yazanlar ve propagandasını yapanlar bugün azaldı mı? Sağ da,sol da fark etmez bir hücumla bunca yıldır milletin bağrı delik deşik edilmedi mi? Ben bunlarla büyüdüm, ya siz?

1922’de dönemin ünlü bir edebi şahsiyeti olan gençlerden birinin ağzından dökülen bu cümle kader yazısı gibi: “ben eskilerin hiç birini okumadım;çünkü okuduğumu anlamıyorum.” 1922’den beri değişmeyen yargılar, kalıplar ve efsaneler henüz geçerliliğini kaybetmemiş olması korkutucu gelmiyor mu size? 1921’deki bir yazının başlığı :”Nereye gidiyoruz?”

“iktisadi,içtimai,fikri ve ahlaki hayatımızdaki buhran her türlü tarifin üstündedir.gittikçe daha ziyade fukaralığa düşüyoruz.Aile bağlarımız gittikçe daha ziyada çürüyor.” Diye yazıyor Yakup Kadri. Bugün her hangi bir ideolojik yazı döktüren gazetede,konferansta 1921’deki tespit var. Türk milleti çürüye çürüye nasıl bunca yolu geldi? Bunca dağı,ovayı aştı?

88 sene sonrada bu cümle geçerli olacak mı acaba?

Türk aleminin şiddetli çalkantısı , baş döndürücü dönüşümleri geçen yüz yıl içinde bize ne öğretti diye merak edenler “Ergenekon” kitabını okumalılar.
Milli sıfatını başında taşıyan Eğitim Bakanlığı’nın bu kitabı okutması gerekir.Buna benzer bir çok önemli yazarımızın kitaplarını, geçmişi,yaşananları bilmeden büyüyen kuşaklar boş haznelerini çamurla doldurdular. Garp Cephesi komutanı (İnönü) yazarla özel sohbetinde önemli bir şey söyler:” Biz harbin en zorunu bizi içimizden sarsan iç düşmanlarımıza karşı yaptık.Bursa’nın düşüşü, İzmit ve Bilecik faciaları Yunanlılardan çok bunların eseridir. Ben hiçbir zaman Yunan ordusundan korkmadım,lakin Türk ordusunu her an arkasından hançerlemeye hazır hain güruhtan daima gözüm yıldı, şimdi madem ki bu tehlikeyi tamamıyla bertaraf ettik,artık meydan bizimdir.”(31Mart 1922)

Yazar, “biliyor ki, kendini bulmuş,rüşte ermiş milletlere zeval yoktur.hayır da şer de bize ancak kendi kendimizden gelebilir.”Bu güven ve bu imanın son sığınılan kale olması,son giyilen zırh olması Türk milletinin yeniden doğuşunu sağlamıştır.

Kitapta yazı başlıkları da çok anlamlı; “Anadolu’nun içyüzü”, “Kötümserlikte bir fayda var mıdır?”, “Gülünç İstanbul”, “İstanbul basını”, “Nereye gidiyoruz?” , “En büyük düşmanımız cehalettir”, “Bozguncular ve Anadolu”, “Mesele bir şahıs davası mıdır?”

Son söz bölümünde yazarın bir hayıflanması çok içime dokundu:”Bu yeni hava, yeni muhit içinde kendimi o kadar yalnız ve garip hissediyorum ki,geçmiş zafer günlerinin coşkun sevinç sesleri arasında neden ölmediğime yanıyorum.” Ulvi bir rüyadan kalkınca neden hayal kırıklığı yaşadığımızı merak etmeliyiz.
Bu gün içimizdeki şafak ne zaman ağaracak diye merak edenler varsa düne baksınlar.

NEVVAL SEVİNDİ
www.nevvalsevindi.com

*Bu yazar, Cenap Şahabettin’dir.
Ergenekon 1964’de Remzi kitabevinde basılmıştır.

print

Bir cevap yazın