Bugün adaşı ve hemşehrisi olmaktan büyük onur duyduğum bir şeref ve gurur abidesinin, Abdal Halil Ağa’nın[1] Kurtuluş Savaşı yıllarında sergilediği asil bir davranıştan hareketle günümüzün meselelerine değinmek istiyorum.
Aslında ben de ne zamandır başkaları gibi “kuştan böcekten, ottan yapraktan, aşktan falandan fıstıktan” söz etmek istiyorum. Her günümüz bir diğerinden önemli ve tehlikeli süreçlerle donatılmış bir şekilde yaşatılırken vicdanım elvermiyor hiç bir şekilde kanırtılarak acıtılan yüreklerin acısına ve serzenişine sessiz kalmayı… Kahretsin ki şöyle ağız tadıyla bir “börtü böcek yazısı” yazamıyorum. Beceremiyorum işte, kanıma ruhuma işlemiş isyan etmek…
Dün (19.10.2009) davul zurna eşliğinde bir karşılama töreni vardı. Tıpkı 90 yıl önce Maraş’ta olduğu gibi bugün de bir karşılama şenliği vardı. Bu öyle bir karşılamaydı ki kimilerinin yüreği yaralanırken kimilerinin de yağı yarılmaktaydı[2]. Gün içinde haberleri izlerken hep bu şenliklerdeki coşku ile 90 yıl öncesinin coşkusu yer değiştirip durdu zihnimde. Bir yandan da sessizce iç çeken ve ağlayan hüzünlü gözler ve gönüller geldi zihnimin kırılgan dehlizlerine…
O gün Fransızların kenti işgalini kutlamak için Ermeniler şenlikler tertip etmişlerdi. Ermenisi, Lazı, Çerkezi, Gürcüsü bilimum Türkü fark etmeksizin Anadolu’daki eğlencelerin en büyük aktörü davullar olduğu için o gün haliyle şenliklerin davullar eşliğinde yapılması planlanmıştı. O zamanlar, bölgenin en meşhur davulcusu Davulcubaşı Abdal Halil Ağa olduğu için derhal haber salınır Ağa’ya. Zaten ortalık ana baba günü, mahşeri bir kalabalık vardır. Sonrasını ise tarih;
“Abdal Halil Ağa, 28 Ekim 1919’da, kenti işgale gelen Fransız güçlerinin karşılanması için Ermeni Hırlakyan’ın davul çalması karşılığında teklif ettiği parayı geri çevirerek; “Değil 10 madeni lira, davulumun kasnağını altınla doldursanız bu davul çalmaz. Çünkü bu bir din bahsidir. Din kardeşlerimin bağrına çomak vuramam” diyerek gönülleri fethetmişti.” şeklinde kaydetmiştir.
Abdal Halil Ağa’nın ki bir duruştur. Sessiz ama hınç dolu, öfke dolu bir tavırdır. Daha o sahnede düşmana “Maraş bana mezar olmadan düşmana gül’zar olmaz” denmiştir[3].
Abdal Halil Ağa bu şeref ve gurur dolu davranışının ödülünü 12 Şubat 1920’de kentin kendi kendini kurtarmasının ardından zafer davulunu çalarak almıştır. O hala bir efsanedir bu toprakların düşman süngüsüyle yaralanmış kederli gönüllerinde…
Dün de davullar ve davulcular sahnedeydi. Tarihin zaferleri muştulayan çalgısı davul, dün birilerinin içimizi yaralayan ayrı bir zaferinin muştusunu vermekteydi. Her ne kadar bu düğünden, toydan “büyük devlet/New Otoman Empire” çıkarmayı uman güdük ferasetler varsa da dün yaşananlar gerçekten de bir devletin çöküşünün apaçık göstergesiydi[4].
Dün davulu tutan başka çomağı tutanlar başkaydı. Maalesef ki dünkü şenliğin davulunu iktidar tutarken, çomağı da binlerce insanın katili bir terörist vurmaktaydı. Sinesi yaralanan ise koskoca bir milletti. Dün gözlerim Abdal Halil Ağa’yı ve onun ruhunu aradı. “Ben çomağımı gardaşımın bağrına vuramam” deyişindeki asaleti aradı. “Değil on akçe, davulumun kasnağını çil altınla doldursanız çomağımı gardaşımın bağrına vurmam” deyişini aradı gözlerim.
Ancak ne yazık ki dün Abdal Halil Ağa yoktu meydanlarda. Dün Abdal Halil Ağa’nın isyankâr ruhu maalesef ki mahzundu, mahpustu kederli gönüllerimizde. Dün meydanlarda “Bir başka gardaş’a yani Azerilere “harra”, teröriste “vara” diyen bir iktidar” vardı. Kısacası dün meydanlarda ve Devlet-i Ali’nin bağrında, gardaşının bağrına çomak vuran bir iktidar vardı.
Ama kaç açılım yapılırsa yapılsın, birilerinin unutmaması gerekir ki bizi elde etmek için sütçümüzden davulcumuza kadar hepimizi teslim almalılar…
MARAŞLIM BİR HAMASET DESTANI NAKŞEDİLDİ BAĞRINA
YURDUMUN ASLANLARI ÖLDÜ İMAN UĞRUNA
RUHLARDA BAYRAKLAŞAN ALLAH İÇİN SAVAŞTIR
BU ŞEHİTLER DİYARI İŞTE BU YER MARAŞTIR
Ruhun Şad Olsun Abdal Halil Ağa… Her ne kadar bugün kemiklerin sızlamışsa da sen rahat uyu mezarında, senin izinden gidecek daha çok davulcu vardır bu topraklarda…
[1] Her ne kadar sözlüklerde gezici ozanlara ve arifane yönü ağır basanlara abdal dendiği yazsa da ülkemizde abdal kelimesi davulculuk mesleğini icra edenlerin genel adıdır. Ayrıca davulculuk mesleği aileden gelen bir meslek olup toplumsal tabakalaşmada abdallık belirli bir kesime ait bir unvandır.
[2] Yağı yarılmak: Anadolu’da olağanüstü derecede memnuniyet duymayı, tarifi mümkün olmayan coşkuyu, biraz da öç içeren bir sevinci ifade etmek için kullanılır. Bugünkü yaşanan da alelade bir sevinçten öte düşman çatlatan bir sevinç ve coşku olduğu için bu ifadeyi kullanmayı doğru bulduk.
[3] Anadolu’da davulculuk mesleğini icra edenler –ne yazık ki– toplumun genel kabulleri bakımından hor görülürler. Halk tabakaları içinde altlarda yer alan birinin böylesine bir duruş sergilemesi ruhlarda şüphesiz coşturucu bir etki yaratmıştır. Unutulmaması gereken bir dip not da, Maraş’ta ilk kurşunu sıkan kişinin de aşağılardan birisi, bir “sütçü” olmasıdır. Bu örnekler, nimetleri paylaşanların ruhunu erkenden teslim edebilmesine karşın hor görülenlerin direncinin daha yüksek olduğunu göstermesi bakımdan sosyolojik değeri olan olguları işaret eder.
[4] Fransız işgal komutanını da yine Türkler Beyoğlu’nda alkışlarla karşılamıştır. Şu an için benzetme abartılı gibi görünse de dün gelenlerin 3-5 tanesi bundan sonraki ilk seçimde TBMM’ye milletvekili olarak girdiği zaman benzetmenin haklılığı daha iyi anlaşılacaktır.