Ahmet Hakan-Taha Kıvanç/Fehmi Koru: Danışıklı Döğüş

Köşe yazarlığında eğer bir yerlere gelmek istiyorsanız, bunun en iyi yolu hatırı sayılır isimler üzerinde atıp tutmanız olacaktır.  Madem öyle,  dedim kendi kendime. Bu âlemde meşhur olmak istiyorsan artık sen de birileri üzerinden yazı yazmaya başla kızım Hazal! Bu öyle biri olsun ki seni direk şöhretin basamaklarından hızla yukarı doğru çıkartsın! Vee “evreka!” Fehmi Koru!

Uzun zamandır prim yapmaya çalışan her köşe yazarı Fehmi Koru/Taha Kıvanç hakkında bir şeyler karalamanın peşinde. Kime niyet kime kısmet, ya tutarsa deyip ben de “mayaling the lake.”   Zaman Gazetesi’yle başlayan tanışıklığımız (tanışıklık kelimesindeki “ş” harfi aslında eylemin karşılıklı/işteş yapıldığını gösterir ama olsun) Yeni Şafak’ta da devam ediyor.

Fehmi Koru’yu ayrı, Taha Kıvanç’ı apayrı bir keyifle okurum. Ben de müstear isim kullandığım için bir parça da olsa özenmiyor değilim hani… Açıklıyorum: “Hazal Seyitoğlu benim müstear ismim”. Bunu, burada mimledikten sonra asil mevzuya avdet edelim.

Türkiye’nin yetiştirdiği ender şahsiyetlerden biri olduğuna inanırım. Aldığı bilgiyi harmanlayıp, bize sunarken, Lisansüstü eğitimi yurtdışında yapmasından mıdır nedir, Sharlock Holmes havası vardır. İpuçlarını tek tek biriktirir/birleştirir. Büyük bir arşive sahiptir. Arşivcilikten midir (sıfat olarak, meslek olarak değil) yüksek hafızadan mı bilemem (ki bence ikisi de var) Bir gün, bir bakarsınız, bir yazısında ima ederek teşhir ettiği şey gerçekleşmiştir. Ben söylemiştim, klişesine girmez. Zaten, başka köşe yazarları “Amerika ve İsrail istihbaratı var. Zaten hükümette de sözü geçen biri, o bilmesin de kim bilsin” şeklinde ondan önce yazmaya başlarlar.

Sözü Şubat ayının son haftalarından yapılan “fasıl”a getirip, Fehmi Koru’nun, Hürriyet Gazetesi’nin yayın yönetmenliği koltuğuna oturmayı istediği fikri ile ortaya çıkan Ahmet Hakan’a getireceğim. Zaten Ahmet Hakan’a, Nihal Bengisu Karaca için yazdıklarından dolayı hâlâ gıcığım. Zamanında Ahmet Hakanların, Nuray Mertlerin de katıldığı bu fasıllar şimdi neden bu kadar dert oluyor, doğrusu anlamak mümkün değil. A pardon konu Aydın Doğan’dı değil mi? Fehmi Koru’nun yazılarını takip eden biri olarak “Amiral Gemisine kaptan olmak” istediği yönünde hiçbir mesaj almamış olduğumdan dolayı kendimi biraz kınıyorum. Yani böyle bir mesaj vardı da ben mi alamadım? Aslında mesajları alma konusunda gerçekten çok zayıf olduğumu söylemeliyim. Babaannemin, misafirlerin yanında kaş-göz yordamıyla anlatmaya çalıştıklarını da hiç anlamazdım zaten.

Fehmi Koru Hürriyet’i ve Ertuğrul Özkök’ü yazdığı zamanlarda ve hatta Emin Çölaşan’ı başa almak daha doğru olacak, o zamanlardan bu yana bakış açısının hiç değişmediğini görüyorum. O zaman ne söylüyorsa şimdi de onu yazıp duruyor. Aydın Doğan’ın ne kadar Anadolu insanı olduğunu ve aslında muhafazakâr/mutaassıp bir yapıdan geldiğini, gazetesindekilerin kendisinden bağımsız olduğun yazıp duruyor. Belki de “bu ne perhiz, bu ne lahana turşusu” demeye getiriyordur. Belki de aslında bizim gözümüze sokmaya çalıştığı Ahmet Hakan’ın tahmin ettiği gibi gemiye kaptanlık değil, Hürriyet gazetesinin Aydın Doğan’la özde değil, sözde bir ilişkisinin olduğudur da yine biz babaannemizin kaş-göz hareketini bir türlü anlamıyoruzdur.

Ahmet Hakan’ın uykuları kaçmış. Nihayet uyku ilacı niyetine “ODA TV”nin istatistiklerini sayarak uyumayı başarmış. Yok bu güne kadar Aydın Doğan’la ilgili kaç yazı yazmış, bunları kaçı şöyleymiş böyleymiş… Aydın Doğan’la ilgili yazı yazmak bugün Türkiye’nin gerçeklerini idrak etmiş olmak demektir. Israrla dünya krizinin neredeyse Türkiye odaklı olduğunu kabul ettirmeye çalışan tellalların naralarını, IMF ile anlaşmak için hükümetin zorlandığını ve rantı/getirimi kesilen şirketlerin durumlarını ortaya döktüğünüz zaman bunların altından kim çıkıyorsa, gazetecilik etiği bunları araştırıp yazmanızı gerektirmez mi? Ayrıca, daha önce Petrol Ofisinden dolayı ceza almış, hangi taşın altını kaldırsak Aydın Doğan’ın bir şirketi çıkmış hatta ilk Tayip Erdoğan hükümeti sayesinde gelirini neredeyse üçe-beşe katlamış bu zatla ilgili yazı yazılmaz da, araştırma yapılmaz da ne yapılır? Bir de TÜSİAD kraliçesinin, Aydın beyin kızı olduğunu unutmayalım, lütfen.  2 Mart 2009 Pazartesi Hürriyet gazetesindeki köşesine “İyi ki gözün yok” başlığı ile başlamış Ahmet Hakan… Sonra da her zamanki küstahlığı ile yazmaya devam etmiş. Ayıp yahu. Senin elinden tutmuş, seni medyada bir yerlere getirmiş. Üzerinde çalışmış sana ustalık yapmış birine, böyle hitap etmen yakışıyor mu?  3 Mart 2009 Salı günü Taha Kıvanç’tan çevap gelmiş: “İtiraf Ediyorum: Gözüm Var”

“…..Yazdıklarımdan “Bu adamın gözü Doğan Medya Grubu’nda; Hürriyet’in başına gelmek istiyor” sonucu çıkar mı? Öyle bir sonuç çıkartanlardansanız hasta bir zihne sahipsiniz demektir…

Takıntılı, sıkıntılı, gergin, hastalıklısınız. Ne kadar anti-deprassan içerseniz için, günü zor çıkartırsınız…” Benim anladığım kadarıyla, Fehmi Koru’nun yazıları Aydın Doğan’a hep bir nasihat türündeydi. “Bakın, sizi sever sayarım ama bu yol tekin değil” türünden yani..  Aman belli de olmaz bakarsın, yarın hepsi el ele kol kola başka bir fasılda buluşmuşlar…  Yoksa bunlar danışıklı döğüş mü? Babanneee!!!      

print

Bir cevap yazın