Prof.Dr. Nazimi AÇIKGÖZ
Küresel ısınma, erozyon, amaç dışı kullanımla tarım arazilerinin daraldığı bir gerçek. Genç nüfusun kırsalı terk etmesi nedeniyle Türkiye tarım arazilerinin %10’u ekilememektedir (https://nacikgoz.wordpress.com/). Diğer yönden artan nüfus, kişi başına artan kalori tüketimi nedeniyle,daha fazla tarımsal ürüne gereksinim doğacaktır.
Bitki ıslahı ile verimi artırmak ise mevcut genetik kaynakların tükenme noktasına yaklaşması nedeniyle durma noktasına gelmiştir. İşte tam bu aşamada farklı türlerden transfer edilen genler adeta imdada yetişmiştir. Transgenik, biyotek, GDO çeşitler başka türden transfer edilen gen taşıyan ürünlerin genel tanımıdır. Söz konusu yabancı gen transferi, tarım ürünleri dışında mayadan ilaç sanayisine birçok dalda ticari olarak sorunsuzca kullanılmaktadır.
Dünyada son 14 yılda sıfırdan 148 milyon hektarlık alana ulaşan biyotek ürün ekim alanı, sayısı artan yeni tür ve çeşitlerle daha da genişleyecektir. Bazı ülkeler olaya sosyo-politik nedenlerle henüz GDO’lu ürün ekimine onay vermezken, o ülke çiftçilerinin komşu ülkelerden kaçak tohum getirerek biyotek çeşit ekmeleri, olayın üretici açısından ne denli karlı, önemli ve kaçınılmaz olduğunu sergilemektedir. Çünkü tarım ve ticarette rekabet göz ardı edilemez. Ortalama %30 civarındaki artı değerleriyle biyotek ürünler ekmeyenin, kullanmayanın, tüketmeyenin aleyhine bir durum yaratır.
GDO’ya karşı olanların savundukları görüşlerin adeta tekrarlanma şansı olmayan bulgulara dayanması, örneğin “kral kelebeklerinin transgenik mısırla sonu geliyor” gibi yaklaşımları, pek inandırıcı olamamış ki bu tür ürünlerin ekim alanları hala doğrusal olarak artmaktadır. AB ülkelerinde yeni yeni transgenik türlerin tescili (Almanya’nın “amphora” transgenik çeşidi) aslında birçok ulusal veya uluslar arası kuruluşun şu özet görüşüyle ivme kazanmıştır: “GDO’ların tümü insan sağlığına etki yönünden kategorik olarak güvenli kabul edilemez. Her ürünün ayrı ayrı güvenlik testlerinden geçirilmesi gerekir. Bugün ticari olarak piyasaya sürülen ürünler isogenleri (transgenik olmayan genotipleri) kadar güvenlidirler. Bugüne kadar da bu ürünlerin tüketiminden doğan bir sağlık sorununa rastlanmamıştır”.
GDO’lu ürün tarımı ABD’de başlamıştır. Fakat Arjantin bu tür tarıma geçişle çok farklı bir uygulama şansını yakalamış ve adeta ekim alanları fiziki ortamın ötesine taşınarak milyonlarca hektar tarım arazisi kazanmıştır. “İkinci ürün” uygulaması ile üretici buğday hasadının hemen arkasında biyotek soya ekerek yılın ikinci ürününü hasat edebilmektedir. Bu sistemde toprak hazırlığı masraflarından (sürüm vs.) tasarruf sağlanmaktadır. Buğday tarımından hemen sonra transgenik soya toprak işlemesiz tarımla (anıza ekim; no till) kombine edilerek, aynı tarladan, o yılın ikinci ürününü kaldırma şansı veriyor. Çünkü bir haftalık erken ekim bitkinin vejetasyon süresini tamamlama fırsatı veriyor. Bu uygulama biyotek olmayan çeşitlerle olası değil. Çünkü anıza ekimde yabancı ot savaşı yapılmadığından normal soya çeşitleri rekabet edemezler. Halbuki herbisitlere dayanıklı biyotek çeşitler çıkış sonrası bir ilaç uygulaması sonrası rakipleri yabancı otlardan kurtulup gelişmelerini sürdürebilmektedirler.
Arjantin 2010 yılında 22,9 milyon hektarlık tarım arazisinde transgenik soya, mısır ve pamuk ekmiştir. Bunun 19,5 milyon hektarı soyadır ve Arjantin’de yalnız transgenik soya ekilir. Transgenik mısır ekim alanı 3 milyon hektar ve transgenik pamuk ekim alanı da 400 bin hektardır. Son iki üründe hedef zararlılara ve yabancı ot ilacına dayanıklılıktır.
Şimdi bu üç ürünün tarımında transgenik çeşitlerin kullanımı sayesinde elde edilen 15 yıllık artı değere bir göz atalım: 72 milyar US$. Bir hatırlatma Türkiye’nin son yıllarda tarımsal ihracatı yıllık14 milyar US$! Söz konusu artı değerin dağılımı bitkiden bitkiye değişiyor. Grafikten de anlaşılacağı gibi soyada sağlanan 62 milyarlık kazancın %72’si üreticiye, %21’i ihracat – gelir vergisi çerçevesinde devlete ve %7’si de tohum ve ilaç firmalarına yönelmiştir. Bu dağılımda mısıra düşen 5 milyarlık karın %68’i üreticiye, % 11’i devlete ve %20’si de teknoloji şirketlerine gitmiştir. Pamukta ise 1,8 milyar kazancın neredeyse tümü çiftçiye (%96) giderken tohum ve ilaç firmalarının payı çok sınırlı (%4) kalmıştır.
Peki, hangi ülke bu ürünlerden doğacak artı değerlere hayır diyebilir? Kim bu tahmini %30 civarında daha ucuz olan hayvan yem materyali soyanın ülkesine girmesine itiraz edebilir? Yem sanayicimiz, besicimiz dış rakiplerle yarışabilmeleri için bu transgenik ürünlerden yararlanmak zorundalar. Çünkü dünya transgenik soya üretiminin çoğu AB ülkelerine gitmektedir. Alternatifler sunulmadan “GDO’ya hayır” çözüm değil çözümsüzlüktür.