Sivil, Organik, Yapma Anayasa Sürecinde Bir Değerlendirme:
Dr. Ahmet FİDAN
GİRİŞ:
İnsanların bir araya gelmesiyle ortaya çıkan toplumlar kendi aralarında oydaşarak meşru otoriteyi ortaya çıkarırlar ve bu otoritenin belli bir toprak parçası üzerinde ve belli ülkü birliğini taşıyan insanlar üzerinde örgütlenmesi ile “devlet“i var ederler.
Devletin bireylerle, bireylerin devletle ve bireylerin bireylerle olan hukuku, egemenlik ve özgürlükler ödünleşmesi de en üst statüde “anayasa” metinlerinde va’z edilir. Yer yer kazuistik yer yer soyut, yer yer yazılı ve yazısız olmak üzere dünya üzerinde var olan ülkelerin kendilerine özgü anayasaları bulunmaktadır.
1. Tarihsel Süreç İçinde Anayasalar, Anayayasacılık Hareketleri ve Anayasaların Özgünlüğü
Devletler tarihsel süreç içinde genellikle anayasalarını olaganüstü dönemlerde yaparlar. Olağan dönemlerde yapılan anayasalar çoğunlukla en sağlıklı anayasalardır.
Dünyanın ilk anayasası M.S. 622 tarihinde hicretin II. yarısında yapılan ve yaygın kabule göre 47 maddede hülasa edilen “Medine Vesikası“dır. Bu Anayasa, 1215 tarihli Magna Carta Libertatum dan 593 yıl önce, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’nden 1326 yıl önce kabul edilmiştir.
Medine Vesikası kabul edildiğinde Kur’an’ın indirilme süreci bitmemişti. Bu yönüyle vesikanın salt “İslamlık” ile ilgi bir kavram olmadığını da belirtmek gerek. Süreç o dönemde Müslümanları, Yahudileri, Evslileri ve Hazreçlileri kapsamaktadır. Bu haliyle söz konusu metin bir OYDAŞMA nın ürünüdür.
Batılı anlamda yaygın inanışa göre ilk Anayasa ise, 1215 Tarihli Magna Carta Libertatum‘dur. Büyük Özgürlük Şartı olan belge öncesine ilişkin bir metin olmadığından dolayı Yazma (dikte) değil Yapma (oydaşma) yöntemli bir anayasadır.
Anayasa yazımı, taklit ve (dayatmayla) dikte yöntemiyle kaleme alınmış ise, yazılmış/yazdırılmış/YAZMA anayasa iken, farklı kesim ve tarafların konsensüsü ile ortaya çıkmış ise buna oydaşma usulü YAPIM anayasası diyebiliriz. Yazma da olsa Yapma da olsa tarihin ilgili olağanüstü dönemlerinde ortaya çıkan anayasalar ister istemez o dönemin en güçlü baskın unsurların izlerini taşıması kaçınılmazdır.
Batılı tarzda ilk Türk anayasası 1876 da yürürlüğe giren Osmanlı Devleti’nin Kanun-u Esasi’sidir. (Kanun-u Esasi: Osmanlıca anayasa demektir) Burada temel olarak padişahın yetkilerinin kısıtlanması, yurttaşlara düşünce, toplantı ve dernek kurma özgürlüğünün getirilmesi, bireylere dokunulmazlık hakları sağlanmıştı.
1876 Yılında Osmanlı döneminde ilan edilen Anayasa ise, YAPIM değil Mithat Paşa ve arkadaşlarınca dönemin padişahına karşı dikte bir anayasadır. Halkın o dönemed anayasadan haberi bile yoktu.
1921 yılında henüz Cumhuriyeti bile ilan edilmemiş bir ülke nüvesinin anayasası yapılmıştı. Bu Anayasa şablonu üzerine 29 Ekimde Cumhuriyet ilan edilmişti. Bu Cumhuriyetin adı da “Türkiye Cumhuriyeti” idi. 1921 Anayasası bağımsızlık destanının sıcaklığında son demokratik usullerle ortaya çıkmış YAPIM anayasadır.
1921 yılından bu güne arada yaklaşık olarak 1924, 1961 ve 1982 Anayasaları kabul edilmiş olsa bile 1921 Anayasası hariç diğerlerinin hepsi yukarıda kabaca çerçevesini çizmeye çalıştığım tarzda YAZMA bir anayasadır.
2011 yılının TBMM’sinin Başkanı Cemil Çiçek’in yapmakta olduğumuz anayasa “yapım” bir anayasa olacaktır ifadesi bu anlamda altı boş bir tabir değildir. Bunun yukarıda yazdığımız çerçevede ele alınması veya düşünülmesi en başta hükumeti bağlamaktadır. Zira YAZMA bir Anayasa yapmak YAPIM bir anayasa yapmaktan çok daha kolaydır. Süreçteki 2013 Anayasası’nın YAPIM anayasa olmasının bütün toplum katmanlarının oydaşması ile ortaya çıkması/çıkacak olması teknik anlamda daha da bir özen ve derinlik gerektirmektedir.
2. Yeni Anayasa Süreci’nde Anayasal Özgünlük ve Yapma Anayasa Olgusu
2013 Anayasası’nda gerek “Medine Vesikası‘ndan, gerek Kur’an‘dan, gerek “Magna Carta Libertatum” dan gerek “Kanun-u Esasi” nin genel hususlarından, gerek, Türkiye Cumhuriyeti’nin evvelki tüm anayasalarından gerekse yazılı olmayan Birleşik Krallık / İngiltere Anayasası’ndan uzaktan yakından izler taşınması kanımızca gereklidir.
2013 Anayasası, Temel Hak ve Özgürlüklerin garantiye alınarak çerçevesinin genel olarak çizildikten sonra devlet üst kurumlarının birbirleriyle olan ilişkilerinin genel hatlarıyla belirtilmesiyle yetinilmesi en doğrusu olacaktır.
Anayasa hazırlama sürecinde umarız ve dileriz ki, her kurum veya örgüt kendi durumunu anayasaya sokmak için gayret edip ortaya çıkacak anayasa metnini ÇUVAL a döndürmezler.
Platform olarak, Anayasa Vizyonumuz, Türkiye’nin en az YÜZ YIL erimli toplumun tabanına oturan, yapay değil tam olarak organik bir anayasa metnine kavuşturulmasıdır.
Türkiye Cumhuriyeti’nin yeni 2013 Anayasası dileriz ki son Anayasamız olur. Bu bağlamda, unutulmamalıdır ki, ne kadar çok madde, o kadar çok değişiklik ihtimalidir. Ne kadar genel hususlar, o kadar esnekliktir. Ülkenin teknik anlamda yönetimi yasa/kanun ve alt dizindeki hukuksal metinlerle olur. Anayasayı öncelikle terminolojik anlamda, DEVLET karşısında BİREYlerin duruşu ve ödünleşmesi olarak algılamak gerek.
Pek tabiî ki Anayasa yapım süreçleri tek başına iktidarları veya en azından güçlü iktidarları gerektirse de Anayasa’nın teknik olarak geçmesinden (kabulünden) çok daha önemli olarak kabul edilecek Anayasa’nın gerçekten toplumun her kesiminin sağduyusunun istatistiklerini veya bu istek veya beklentilere göre ortaya çıkacak bir Anayasa metni olması özel önem taşımaktadır. Bu nedenle muhalefet partilerinin bu süreçte hamasi reflekslerle değil en iyi ortak paydanın yakalanması adına 2100 yıllarını dahi rahatlıkla görecek bir esneklikte özet ama eski tabirle “efradına manî ayarına câmi ne eksik ne fazla” katılıkta ve kapsamda bir metin için bütün teşkilatlarını seferber etmelerini gerektirmektedir. Bu açıdan siyasal parti başkanları il il kendi teşkilatı içinde gerekirse toplumsal alan araştırmaları yaptırarak Anayasa hazırlık sürecini katkıda bulunmaları gerekmektedir. Muhalefetin bu konuda KAYITSIZ KALMA veya İNİSİYATİFİ BIRAKMA lüksü yoktur. aksi takdirde halkın istek ve beklentilerine uymayan bir Anayasa daha Kabul edilmeden ölü doğmuş sayılır.
Türkiye çapında bütün illerde ve ilçelerde teşkilatlanmış her bir siyasal partinin ülke mozaiğinin en iyi şekilde devletin ana uzlaşı kitabı olan Anayasa’ya yansıtılması açısından önemi son derece büyüktür.
3. Türkiye’nin Yeni Anayasa Sürecinde Özgün Yapılar:
3.1. Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanlığı
Türkiye Cumhuriyeti devleti için başbakanlık kurumu kaldırılarak, yerine “devlet başkanlığı” kurumu getirilmelidir. Devlet başkanı, 5’er yıllık genel seçimler döneminde iktidara gelen partinin genel başkanı veya parti içinden göstereceği bir parlamenter (tek başına iktidarı sağlayacak sonuç alınmamışsa, en çok oyu almış siyasal partilerden başlanmak üzere, parti başkanı veya partisince seçilencek bir kişinin veya koalisyon ön protokolü yapılmışsa üzerinde uzlaşılan parlamenter devlet başkanı adayı olur. Bu kişi, Cumhuriyet Senatosu’nun salt çoğunluğunun oyu / onayı ile “Devlet Başkanı” olarak seçilir. Halihazırdaki Cumhurbaşkanlığı ve Başbakanlık kurumları, “Türkiye Cumhuriyeti Devlet Başkanlığı” çatısı altında birleştirilmelidir.
Tam Başkanlık sistemi Türkiye’ye bu gün için hatta bu yüzyılın ilk yarısı için erken bir taleptir. 2050 yılından itibaren başkanlık sistemi Türkiye için gereklilik olsa bile bu gün en makul çözüm 2050 yılına kadar yarı başkanlık sistemiyle idare edilmesidir. Bu konuda yarı başkanlık sistemine yönelik hatırı sayılır örnekler bulunmaktadır.
Türkiye gibi jeostratejik açıdan hassas ve lider konumunda bir ülke için parlamentosu ve temsilde adalet ilkesinin ayağının yere bastığı güçlü meclis ile güçlü bir başkanın olduğu bir yönetim gereklidir. Burada “başbakan” ile “cumhurbaşkanı” olgusunun veya ikileminin ortadan kaldırılması veya giderilmesi temel ve öncelikli bir durumdur.
Devlet Başkanı’nın suçsuzluğu esastır. Ancak yabancı devletlerle ilişkiler nezdinde vatana ihanet iddiasıyla “Yüce Divan” sıfatıyla Anayasa Mahkemesi’nce yargılanabilir.
3.2. Türkiye İçin II. Yasama Organı: Cumhuriyet Senatosu
Robert A Dahl’in “Demokrasi Eleştirisi” adı kitabında da dolaylı olarak dile getirilen, demokrasinin sorunlu (bir ölçüde çürük) yanları entelektüel çevre tarafından bilinir. Bu da, bir noktadan sonra devletin yönetiminin niteliksiz kişilerin çoğunluğuyla yürütülüyor olmaya başlamasıdır. Bu nedenle ki, başta Birleşik Krallık (İngiltere) ve bir çok dünya ülkesi, bu durumu telafi etmek için, Avam Kamarasının yanına Lordlar Kamarasını tesis etmiştir. Bu yapıya benzer bir yapı Türkiye Cumhuriyeti’nde de bir dönem uygulanmıştır.
Halihazırdaki TBMM’nin yanında tarihte olduğu gibi, Cumhuriyet Senatosu’nun da 150 üyeyi geçmemek üzere dengeleyici olarak va’z edilmesi demokrasinin sayısal (niteliksiz) çoğunluk nezdinde aksak yönünü dengeleyecektir.
4. Hazırlık Programı / Süreci ve Tekniğine İlişkin Önerilerimiz:
2012 yılının sonunda tamamlanması gereken bu süreç, her ne sebeple olursa olsun, akamete uğramadan sürdürülmeli ve 2013 yılının ilk çeyreğinde Türk – İslam Kültüründe uğurlu olarak kabul edilen 13 sayısı ile biten yıla nasip olacak şekilde tamamlanmalıdır.
5. Yeni Anayasanın Sıfatına İlişkin Önerilerimiz
1921 Anayasası, devletin kuruluş Anayasası iken, 1924 te bunun eksiklikleri giderilmiş fakat, genç bir Cumhuriyet olmasından dolayı ve Çok partili demokratik bir yapıya kavuşulmamış olması nedeniyle teknik anlamda fazlasıyla “kazuistik” bir formda yazılmıştır.
1961 Anayasası her ne kadar özgürlükçü gibi görülse de neticede Askeri Bir darbenin ürünü olması yönüyle halkçı değil devletçi yapısı ön planda olmuştur. Aynı şekilde 1982 Anayasası da 12 Eylül ruhuna paralel olarak hem katı, hem geniş/kapsamlı hem de kazuistik formunu daha da fazla korumuş ve maalesef bu günlere kadar böylesi geniş ve katı bir anayasa sağdan soldan yamalar yapılarak, revizyona tabi tutularak bu günlere kadar getirilmiş durumdadır.
Türkiye Cumhuriyeti Devleti’nin kuruluşunun ardından 90 yıla yakın bir zaman geçmiş ve bu gün için ülkede çok partili demokratik yaşam kökleşmiş ve bu devlet SİVİL, ORGANİK ve SOYUT anayasayı hak eder duruma gelmiştir.
Bu nedenle, yeni 2013 Türkiye Cumhuriyeti Anayasası’nın halkıyla uyumlu, Ergonomik, Organik, Sivil ve yazma değil Yapma bir Anayasa sıfatını taşıyacak olması son derece önemli, gerekli hatta zorunludur.
Bu yapı, taşıdığımız tarihsel sorumluluğun, üzerinde bulunduğumuz toprakların stratejik öneminin, Türkiye Cumhuriyeti Devletinin dünyadaki A sınıfı devletler arasında olmasının bir gerekliliğidir.
Yeni Anayasanın soyut bir anayasa olması, onu yazısız anayasa formuna sokacakmış gibi olsa bile, bu Anayasanın YAZILI bir anayasa olmamasına bir gerekçe olamaz. Zaten kamuoyunda böyle bir beklenti de bulunmamaktadır.
Yeni Anayasa’nın katı bir anayasa olması doğal olarak onun soyutluğuna engel değil, tam tersine gerekliliğidir. 90 yıllık sürecin ardından, ilk kez bir sivil ve organik bir anayasa yapılıyor. Bu emeğin ziyan edilmemesi açısından ve yeni Anayasamızın Yap-Boz anayasası olmaması açısından ve bu anayasamız ile en az yüz yıllık bir erimi görebilmemiz açısından KATI BİR ANAYASA kaçınılmazdır. Anayasanın katı olması bir nihai amaç değil, olsa olsa, soyutluğun bir gerekliliğidir. Yani soyut bir anayasanın zaten ikide bir değiştirilmesi zaten beklenmemelidir.
Bu form, şu an yürürlükte bulunan 1982 anayasasının katılığından daha az olmamalıdır. Türkiye Cumhuriyetinin sivil olarak hazırlamış olduğu 2013 Anayasası’nı yüzyıllarca taşınması en büyük gurur kaynağıdır. Bu da şu ya da bu şekilde yeni Anayasanın (değiştirilmesinin) katılığını gerektirmekte. Ayrıca hazırlanacak Anayasa uzlaşı anayasası olacağından ve soyut anayasa olacağından dolayı ana hatlarda değişikliğe gerek bile kalmayacaktır.
Yeni Anayasa’nın soyut bir Anayasa olması gerekliliği nedeniyle kapsamlı bir içerik yüklenmesi son derece hatalı olacaktır. Aksi takdirde, daha önceki bütün anayasalar gibi, 2013 Anayasasını da her yıl olmasa bile birkaç yılda bir sürekli olarak revizyona tabi tutulması gerekecektir.
SONUÇ:
Dün şiddetle eleştirilen, referandumlarda kampanyalar yürütülen Anayasa Revizyonu Oylaması, bu gün gelinen nokta itibarıyla ne kadar gereklilik taşıyan bir olay veya operasyon olduğu ortadadır.
Temel hak ve hürriyetlerin hukuksal çerçevesi ve de devletin yapısının kullanım kılavuzu anlamına gelen anayasa, o yıllarda “temel hak ve hürriyetlerin sınırlandırılmasının, kötüye kullanılmasının hukuksal çerçevesini çizmiştir. 1961 Anayasası’nın ilerici ve demokratik ölçüsünü o zamanlarda hazmedememiş Türkiye toplumuna 82 yılında bu anayasa dayatılmıştır. Öyle ki, hem anayasa hem Cumhurbaşkanı aynı oyla belirlenmişti.
Bu gün için sıfatına “genç diyemeyeceğimiz önümüzdeki yıllarda 100. yılını kutlayacak Türkiye Cumhuriyeti kendi anayasasını, özgürlük oydaşmasını sivil ellerde, olağan bir konjonktürde özgür iradesi ile yapma sürecine girmiştir.
Temennimiz; TBMM Anayasa Alt Komisyonu ve Yeni Anayasa Hazırlık Komisyonu Çalışmalarının fasılasız ve artan ivme ile devam etmesi ve 2012 yılında komisyonun çalışmalarını bitirmesi, 2013 yılında da yeni bir Anayasaya yani 2013 Anayasası’na kavuşmamızdır.