Aramıza “Ayrılık” Girdi

Son günlerde yaşanan “Ayrılık” krizi, Türkiye – İsrail aşkı için etrafa tehlikeli sinyaller gönderiyor. “İkinci Davos Vakası” olarak görülebilecek bu krizi izlerken insan ister istemez “Hadi canım sen de…” diye düşünüyor.

Gündemi kaçıranlar için olayı özetleyelim. Devletin resmi televizyon kanalında yayınlanan bir dizi filmin bu haftaki bölümünde, İsrail’in 2006’daki Gazze Saldırısı’na atıf yapılarak “İsrail askerlerinin tüm dünyanın öfkesini çeken kanlı saldırıları” işlenmiş. Duygusal yaklaşınca oldukça hoşumuza gidecek dokundurmaların etkisinden sıyrılarak baktığımızda da dizide verilen mesajda yanlış olan bir şey yok. Çünkü İsrail ordusunun erkek, kadın, yaşlı, genç, çocuk, sivil demeden tam bir katliam yaptığı herkesin bildiği, şahit olduğu bir gerçektir. Buna Birleşmiş Milletler Genel Sekreteri Ban Ki Mon da bizzat tepesine düşen bombalar sayesinde şahit olmuştur.

İsrail; hakkında verilmiş onlarca Birleşmiş Milletler kararına rağmen aldığı Atlantik ötesi desteğin etkisiyle yaptığı insanlık kıyımına arsızca devam etmekte asla beis görmeyen şizofrenik bir ruh halinin müşahhas halidir. Enteresan olan ise daha bugün Birleşmiş Milletlerin İsrail’in Gazze Saldırısı sırasında “savaş suçu” işlediğine dair aldığı karardır. Yani bu vurguyu gerek televizyon kanalı yapmışsa gerekse devletin yöneticileri televizyon dizisi aracılığı ile yapmışsa yadırganacak bir şey yoktur. Suç sabit, suçlu ortada. Suçlunun suçunu halka açıklamak da suç olmasa gerek. Yani ortada yanlış bir şey yok.

Ancak durumu asıl vahimleştiren sadece dizinin kendisi ve içindeki mesaj değildir. Türkiye ile İsrail arasındaki aşkın bitme noktasına gelmesine neden olan bir başka dizi daha var. Bu da Davos’tan bugüne yaşanan bir takım gelişmelerdir.

Bunlardan birincisi o meşhur Davos Çıkışıdır. Kime karşı yapıldığı bile doğru düzgün belli olmayan “Lan Münüüt…[1]” çıkışı diplomatik çevrelerde ve en önemlisi seçim arifesinde Türk Hükümetinin “oy hanesine” İsrail nefreti ölçüsünde artı puan olarak yansıdı. Tam da iktidar partisinin yelkenleri aşağı inerken Davos, Türk Hükümetinin imdadına yetişti. Her ne kadar bir danışıklı dövüş olduğu hala kabul edilmemiş olsa da bu olay Türk Hükümeti’ni kurtaran hamle olarak tarihteki yerini almıştır.

İkinci mesele, sınırlardaki mayınlı arazilerin temizliği meselesidir. Hükümet Davos’ta tokatladığı yanağı mecliste öpmek istemiş, bu da kamuoyunda ciddi tartışmalara neden olmuştur. İsrailin böylesine hassas meselelerde sürekli gündeme gelmesi kamuoyundaki İsrail algısını daha da olumsuzlaştırmıştır.

Dizinin üçüncü bölümü, dördüncüsü ile birbirine karışan Türkiye – Suriye ilişkileridir. Özellikle 2000 yılından bu yana Sezer – Kıvrıkoğlu ikilisinin uyumu ile -içerdeki muhalefete rağmen- hızla yön değiştiren Türkiye-Suriye ilişkileri, son zamanlarda doğal koşulların da zorlamasıyla olağanüstü bir niteliğe bürünmüştür. Amerika’nın Irak sonrası hedefleri arasındaki Suriye, baskılar karşısında Lübnan’dan çekilirken kendine Türkiye şemsiyesinde oldukça güvenli bir yaşam alanı bulmuştur. Bu ilişkiler, dünya diplomasi çevrelerinde hep bir “İsrail mi Suriye mi?” gibi bir sorunun cevabı olarak değerlendirilmiştir. Aslında bu her ne kadar bir tercih değilse de hem iç hem de dış çevrelerde gelişen ilişkiler; bir yön değiştirme, kendini aşma ve tercih olarak algılanmıştır.

Dördüncü mesele ise İsrail’i köşeye en çok sıkıştırabilecek olan konudur. Hiçbir şey İsrail’i askeri yeteneklerinden mahrum bırakacak hamleler kadar etkili olamaz. Türkiye, 2001’den beri sürmekte olan ortak askeri tatbikatın bazı bölümlerini iptal ederken İsrail’i devre dışı bıraktı, daha sonra da askeri tatbikat tamamıyla iptal edildi. Bu durum, olası bir İran saldırısında uzun menzilli uçuş yapmak zorunda olan İsrail Hava Kuvvetleri’nin askeri yeteneğini ve taktik kapasitesini geliştirme çabasına vurulmuş büyük bir darbe olarak tanımlandı. Bu söyleme hak vermemek mümkün değil. Çünkü daracık bir çöl koridoruna sıkışıp kalmış bir İsrail için, hem farklı coğrafi koşullarda hem de çok daha geniş alanlarda uzun menzilli uçuşlar yapabilme imkânı çok büyük bir öneme sahiptir. Türkiye’nin yaptığı bu önleme, İsrail’in uzun menzilli bütün projelerini askıya almasına sebep olabilecek kadar önemlidir.

Türkiye’nin BOP çerçevesinde iğdiş edilmiş bir kimlikle Ortadoğu’nun liderliğine yöneltildiği bir dönemde Türkiye’nin Suriye ile kan kardeş/kanka olurken İsrail’e dirsek göstermesi diplomasi çevrelerinde şaşkınlıkla karşılanmaktadır. Bu durum dış alemde Türkiye’nin rotasını kaybetmesi olarak algılanırken, içerde ise özlenen “Büyük Türkiye”’nin doğuşunun muştusunu verenler var. Türkiye’nin komşuları ile olan ilişkilerini geliştirmesi hatta duygusal boyutlara taşıması oldukça güzel bir şey. Ancak bu durumun başka aktörlere göre bir tavır olarak kurgulanması ya da algılanması sizi hassas bir kayıp – kazanç mizanına sahip olmaya mecbur bırakır.

İsrail’in daha “Ne oluyoruz?” modundan çıkmasına fırsat kalmadan devletin resmi televizyon kanalından vurulan salvo hem uluslar arası kamuoyunu şaşkına çevirdi hem de İsrail’in tutumunu sertleştirmesine neden oldu. Devletin resmi kanalı olan TRT2’de yayınlanan Ayrılık isimli dizide, İsrail’in Ortadoğu’daki yaptıkları oldukça gerçekçi bir şekilde oyunlaştırılmış. Bugün bu dizi üzerinden notalar uçuşurken dış dünyada Türkiye’nin Ortadoğu’daki rolüne alkış tutulmakta, içerde ise çöken ekonomi için hiçbir şey yapamayan Türk Hükümeti alkış üstüne alkış almaktadır.

“Ergenekon tutukluları dışarıda olsa bizim Açılım yapmamız mümkün mü olurdu?” diyebilen bir anlayışın, seçime giderken Davos’ta yaşananlarla ekonomik gerçekleri gizlediği gün gibi ortadayken, öyle birkaç küstüm/oynamıyorum tavrıyla rotasında çıkması pek mümkün olmayan Türkiye-İsrail aşkını sonlandırmak istemesi ne kadar mantıklı? Bunu iyi analiz etmek lazımdır. Hele de bu konuyla hiç ilgisi yokmuş gibi görünse de şu anda bile Irakta, Afganistan’da ve Pakistan’da su gibi Müslüman kanı akıtan Müslüman Obama’nın Nobel’i aldığı bir haftada İsrail ile Türkiye arasında ayrılık rüzgârlarının esmesi ne kadar mümkündür?

Türkiye’nin bütün askeri yeteneklerini İsrail’in eline bıraktığı bir savunma konseptinin değiştirilmesine yönelik hiçbir adımın atılmadığı bir ortamda “İsrail ile kayıkçı kavgası yapmak” ne kadar gerçekçidir? Her ne kadar iptal edilen bir askeri tatbikat söz konusu ise de İsrail pilotlarının İncirlik vasıtasıyla Türkiye’de eğitimlerine devam edip etmedikleri ne kadar sarih bir konudur?

Yoksa işin içinde başka şeyler mi var?

Mesela;

Daha 1970’lerde tanımı yapılan Ilımlı İslam projesi çerçevesinde BOP’un eş başkanlığını gururla üstlenen Türk Başbakanı, Ermeni Açılımı, Kürt Açılımı vs. gibi politikalarda yaşadığı köşeye sıkışmışlığı İsrail üzerinden aşmaya mı çalışmaktadır?

Tıpkı Kürtler üzerinden İslamcılık yapıldığı gibi tüm ekonomik göstergelerin tarihi diplerini gördüğü şu günlerde; Pentagon’un 2006’da adını resmen koyduğu “New Ottomanism” politikasının stratejik derinliği içinde Amerika’nın değirmenine su mu taşınmaktadır?

Yoksa tüm bunlar dış politikayla ilgili olmayıp tamamen iç politikayla alakalı hamleler midir? Meclisin görev süresinin 4 yıl olduğu bir anayasal ortamda hükümetin çok kısa bir zaman sonra seçim takvimi ile ilgili bir tartışma sürecinin içine girmesi söz konusudur. Hele de çöken ekonominin hasarlarının realize edilmeye başlandığı şu günlerde Ermeni Açılımı, Kürt Açılımı gibi netameli konuların da hükümete yaşattığı oy kaybı muhalefetin bir erken genel seçimi gündeme getirmesine zemin hazırlamaktadır. Bu koşullarda hükümetin böylesi bir baskıdan hele de oy kaybederken kaçması mümkün değildir.

Bu koşullarda gittikçe köşeye sıkışan ve –anketlerde de görüldüğü üzere- oy kaybeden hükümetin kendi özel açılımını yaparak gündemi tamamen değiştirmesi en akıllıcasıdır. Hükümetin yaptığı tam da budur. Başbakanın “Ben halkımın taleplerini görmezden gelemem“, Dışişleri Bakanı’nın “Dışişleri Bakanlığı, dizilerin danışmanlık makamı değildir. İsrail’in Filistin’deki yaptıklarına son vermesi gerekir.” şeklindeki içeriye yönelik mesajları hükümetin güçlü bir şekilde iç politikaya dönüş yapmakta olduğunu göstermektedir. Hele de ilerleyen süreçte İsrail’e sert çıkışların yer yer tekrarlanacağı bir ortamda Irak ve özellikle Suriye ile kamuoyuna sempatik gelecek ortak adımların atılması içerdeki seçmeni duygusal anlamda en çok tatmin edecek hamlelerin başında gelmektedir.

Türkiye yönünü batıya mı dönüyor, yoksa doğuya mı? diye sorulup duruyor. Oysa şu gün itibarıyla Türkiye yönünü sandığa dönmüştür. Her şey hazır, sadece kötü adam eksikti.

Alın size Kötü Adam… Geriye ona tokat atacak bir esas oğlan kalıyor…

 

 

 


[1] Bu meselesinin detaylarını ve içerdiği ince politikayı merak edenler; http://www.bilgiagi.net/?cat=511&paged=7 adresindeki ilgili 4 ayrı makaleye bakabilir.

 

print

Bir cevap yazın