Dış dünyayı anlamak, düşünce gücümüzü kullanarak, bol bol kitap okuyarak, yeni bir dil öğrenerek, çok insanlarla beraber olarak, spor yaparak belki bir ölçüde kolay olacaktır.
Acaba asıl zor olanı biliyor muyuz?
Asıl zor olan ve zor olduğu gibi bir o kadar da gerekli olan kendi kendimizi anlamaktır aslında.
Zor olan kendimizi anlamak ve değiştirmek amacıyla düşünce gücümüzü kullanmaktır.
Çünkü düşünen bilinç iki katlı bir gözlemlemesi gereken devreye girer şüphesiz.
Daha doğduğumuz andan itibaren hep kendimizle baş başa olduğumuz için yanlışlarımızı kanıksar ve yanlış olduğunu düşünmediğimiz gibi artık bir zaman sonra kabulde etmeyiz. Onları doğru sanırız bir zaman sonra.
Hatta giderek yanlışlarımızı “kendimiz” sanmak gibi bir çarpık düşünceye de kapılırız.
Hatta daha da ileri gider bu “ben”liği ideal bir “ben”lik olarak kabul ederiz. Birde bu ideal benliğimizi savunmak için de her türlü yolları deneriz.
Sanki hatalarımız ortaya çıkınca kendi varlığımızı kaybedecekmişiz gibi saçma bir hisse kapılırız.
Aslında bu değişen; hatalar, duygular, kararlar, bedenimiz, düşüncelerimiz” bu biz değiliz” diye kabul edersek, değişmeyen bir tek benliğimiz olduğunu ortaya çıkarırız.
Tüm gözlemleri yapan ve inceleyen “benliğimiz olduğunu…
Bu sayede kendimizi bu bilinçle algıladığımızda duygularımızı, düşüncelerimizi, yaptıklarımızı dışardan seyredip gözlemleyerek düzeltme şansımızda olabilir.
İnsan dış dünyaya bakarken, kendi duygusal gözlükleriyle algılıyor her şeyi. Kendi yaşamımızda biliyoruz bunları.
Keyifli ve güzel bir şey yaşadığımızda her şey gözümüze daha güzel görünür. Moralimiz bozulduğunda aynı şeyler daha sıkıcı gelir.
Kızgın birinin bakışını düşünün, hep sinir bozucu şeylere takılır. İyimser biri de her şeyin iyi tarafını görür.
Buraya kadar belki biraz çok bilinen şeyleri söylüyorum. Fakat işin başka boyutu da var ki;
Biz dünyaya nasıl bakarsak dünya da bize öyle yanıt veriyor.
Şansız olduğunu düşünenin işleri ters gidiyor, karamsar kişinin hep acıklı, iyimser kişi ise çevresine hep uygun kişileri ve uygun olayları çekiyor bu bir gerçek.
Burada kendini bilmenin faydalarını saymak istersem en başta; kendini tanıyan biri, olayları, insanları çok iyi gözlemleyecek bir güce ulaşıyor kesinlikle.
Bu sayede bakış açısı daha geniş olup önyargılı olmuyor, her şeyi olduğu gibi kabul edip ona göre davranıyor.
Böyle olunca da, o kişi için dünya, olanaklarla, mucizelerle dolu, güzellikler ve fırsatlar dünyası oluyor.
Bu kendini tanıyan insanlar daha yapıcı yaratıcı yeteneklere sahip oluyorlar. Düşünceleri daha pratik ve derinleşip sanki bilgi ve sevgi okyanusunda sırt üstü yüzüyormuş gibi…
Bu okyanus bize, ihtiyacımız olduğunda her türlü bilgiyi ulaştırmak için emrimize amade olacaktır.
Sanki beş duyumuzun ötesinde bir görüşe sahip olmak…
Gözün görme sınırları ötesinde bir görüş, kulağın duyma eşiğinin çok ötesinde bir işitme yeteneği… İnana biliyor musunuz? Bu bir gerçek…
İnsanın kendi akılıyla evrensel akıl beraber çalışıyor. Olağanüstü!
Bunu gerçekleştirmenin bir tek yolu var ki, oda hayal gücüdür. Sezgisel düşüncelerimizin olağanüstü çiçeği…
İşte bu hayal gücü insanın düşüncelerinin mükemmel resimleştirilmiş halidir. Hayal gücümüzü geliştirip mükemmel hale getirebiliriz.
Bize sağlayacağı yarar, gerçekleşmeye en yakın düşüncedir.
Kelimelerle değil şekillerle düşündüğümüz zaman insan beyni fikir üretmekle kalmaz daha da ileri gider olumlu ve yapıcı şeyleri yaratmaya başlar.
Sürekli hayal gücümüzü destekler ve onaylarsak birde kafamızda bazı şekillerle renkleri de bir araya getirirsek işte o zaman görün mucizeyi…
Bu konuda araştırma yapmamız gerekir. Fakat en iyi araştırma kişinin kendi hayatında hayal gücünün mucizelerini kendisi deneyerek görmesidir.
Bunun en güzel yolu da meditasyondur.
Aslında, kendilerinin farkına varmayanlarla ilgili sözlerim. Yapılan yanlışlıkların ve yaşanan bu karmaşanın tek sebebi kişinin kendini bulamamasıdır.
İnsanlık ipin ucunu bu kadar kaçmışken ben neler söylüyorum değil mi?
Hiç değilse küçükleri kurtarsaydık diyorum, yaşam hakkı verip kendilerini tanımaya olanak sağlayarak…
Sevgiyle mutlu kalın