Âşık Olmak İçin, Yürek İster.

Aşkta mutlu sonlar genelde masallarda oluyordu çoğunlukla; Prens ile Prenses tüm kötülükleri, cadıları ve zorbaları, iyilik meleklerinin sayesinde aşarak evleniyorlar sonsuza dek mutlu yaşıyorlar.

Büyüklerin masalları ise hayatın gerçeklerini yansıtıyor.

Kahramanlar toplumsal kaidelerin baskısı ve zorlamasıyla ayrılıyorlar, yok ısrar ederlerse aforoz edilip lanetlenirler, çoğunlukta da ihanete uğrarlar, öldürürler ve öldürülürler.

Geçmişte yaşanan büyük aşklardan Pol ve Virgine, Elois ve Abelard, Romeo ve Julyet, Leyla ve Mecnun…

 

Aşkı yazılanlardan tanımaya çalışanlar belki şu fikirden teselli bulurlar; Büyük aşklar yazarları tarafından ilginç yazılmaya değer görüldüğü için yazılmıştır, aşk hakkında ki tüm gerçeği yansıttığı için değil.

 

Belki mutluluk, olumlu ve hayat getiren aşklarda vardır, ama onlar yazılmamış olabilir.

Bir şeyin yazılması için genelde dramatik ve derin izler bırakması gerektiği düşünülür. Oysa mutlu ve rahat insan, insani bir zaaf olarak, mutluluğuyla meşgul olurken derin izleri fark edemez çoğu zaman.

 

Doğu edebiyatında ise, kavuşamayan sevgililer, tanrısal sevgiyi bulmuş gibi gösterilmişlerdir. Mecnun sonunda Leyla’sına kavuşsa da, sonradan bulduğu o büyük sevginin yanında eski sevgilisini beğenmez olmuştur.

O, aşkın yenisini ve daha üstününü bulunca, eskisini horlamış gibi gösterilmiştir.

Meczupların bile bir iki ruhsal olay sergilediklerinde ermiş gibi kabul edildiği kültürlerde söylenegelenleri, daha ince delikli akıl ve mantık süzgecinden geçirmekte fayda vardır.

 

Evet, aşk, sevgi ile çıkılacak yüceliklere, insanı asansörle çıkmışçasına hızla vuran bir itilim kazandırır. Ama tanırsal yüceliklere ulaşabilmek için, ne kadar büyük olursa olsun bir tek aşkın, sevginin yeteceğini düşünmek pek mantıklı sayılmasa gerek.

 

Kadınlar gene arzulanan ama ulaşılamayan, konumdadırlar beklerler, susarlar.

Onlar ne kadar yanarlarsa yansınlar, aşklarını belli etmeleri ayıptır. Aşkıyla kendinden geçmiş yanıp tutuşan kadın anlamına gelen aşüfte kelimesi iffetsiz kadın demektir aynı zamanda.

Bu anlattıklarım geçmiş tarihi anlatsa da bu günde böyle kabul edilen yerler çoğunluktadır.

 

Çoğu insan aşkı yaşamak, için için yanmak, şöyle keyfince tatlı tatlı aşk acısı çekmek ister, hani davulun sesi uzaktan hoş gelirmiş ya, işte onun gibi.

İnsan olduğunu, kadınlığını, erkekliğini hissettiren, yaşamını anlamlandıran, zihnini dolduran güzel, hoş bir duygu seli, bir olgu olarak kabul edilir aşk.

 

Oysa Aşk toplum içinde var olurken, insanın yanında zevkle dolaşacağı, kendisine eşlik eden bir “dam”a, bir “kavalye”ye duyulan ilgi, yakınlık, beğenme hissi değildir…

 

Sevişmek istenen insana duyulan yöneliş ve istek, her heyecan verici ilişki değildir…

 

Evlenip bir yuva kurmaya, iyi bir eşe, muntazam bir hayata duyulan özlem de değildir…

Büyük ve derin sevgilerde aşk değildir…

 

İnsanın içinde olmaktan rahatlık ve güven içinde yaşadığı şartların oluşumunu, devamını sağlayan bir kişiye duyduğu minnettarlık da aşk değildir…

 

Alışkanlıkla bir insanın hep yanında olmasını istemek de aşk değildir…

“Buldu da bunuyor” diye düşünenler için söyleyeyim; bütün bunlar kaybedildiğinde yaşanan özlem ve yoksunluk hissi de aşk değildir…

 

Hayatı güzel, anlamlı, insana yakışır bir şekilde sürdürmeye neden olan tüm davranışlar gibi bunlarda önemli hatta kutsaldırlar; aşkın içinde bunların hepsi veya bir kısmı mevcut olabilir, ama aşk bunlardan çok daha fazla bir şeydir.

 

Tam bu sırada “galiba çok iyi biliyor” diyerek gülümseyenlere, hep benzer şeyler duymaktan ve okumaktan sıkılmış olanların en iyi ilacının, kendinden çıkardıkları olduğu fikrini söyleyebilirim.

 

 “Aşk, iki sevgiliyi birbirine değil, kendi kendine çırılçıplak gösterme gücüdür.”

 

Varsa o yürek sizde âşık olun hadi!

print

Bir cevap yazın