Aşk Sığ Suları Sevmez

Ruhumuza açılan gizli kapı aşktır.Bu binbir kapılı bir sarayda anahtarın olduğu odayı aramaya benzeyebilir. Hangi kapının ardında acaba aşk denilen serüven? Heves rüzgarı açar bir çok kapıyı ardına kadar,heyhat anahtar sadece bir imgelemdir mum denizinde. Aşk’ın kendinden geçme ve kendi benliğinden sapması ateşten bir kor gibi düşer içine. Aşk’ı kendinden geçiren bu üst düzeydeki imgelem gücüdür. O aşık olduğu insanı yücelterek kendi varlığının dışına taşar. Bu taşmanın Nil nehrinin yıllık taşmasından daha fazla bereket getirdiği doğrudur amma, götürdüğü de vakidir. Geri çekilirken sular abartmanın ve yüceltmenin karşılığı olmayan şeyleri hatırlatır. Büyük bir acıyla yanması esas olarak sevdiğini kaybetmek değildir. Kaybedilen duygular ve inanılmaz düşlerdir. Onun güzel gözlerinin şehla olması da değildir önemli olan, onun kişiliğine atfettiği değerlerin yelkeni kopmuş bir kayık gibi devrilip gitmesidir acı veren. Aşık olan taraf yere göğe koyamadığı nesneyi sever. İddiası budur. Oysa nesne burada aracıdır. Nesne önemli olsaydı sevginin ve aşkın yüceltmesi nesneye dönük olurdu. Onun iç boşluğuna kafasını çarpan da kendi derinliğine dönerdi. Asl olan yücelttiğimiz aşk nesnesi değil,kendi kafa boşluğumuzdur acıyı azdıran. O bir yalancıdır sapına kadar biz onu güzel Hz. Yusuf yerine koyarız. İffetten yoksun bir Yusuf halini görünce durmaz kanar yüreğimiz. Bir gönül yağmasıdır heveslerin peşinde koşan aşk.

Aşk bizim kültürümüzde sadece kadın erkek ilişkisini tariflemez. Bir kendinden geçişi,

Allah’a duyulan aşkı ve kendi derinliğinde yüzmeyi anlatır.

Aşk sözcüğü binbir çağrışımla revnaklaşan bir sözcüktür. Mevlana’ nın dediği gibi ipinden tutulup götürülen bir esrik deve olma halidir aşk.

Aşk bir palavradır diyenler kendi kültürlerinin derin sularında hiç yüzmemiş korkaklardır. Aşk sığ sularda hiç yol alamayan bir teknedir. Hemen karaya oturur. Kendi iç derinlikleri ve dünyaları olmayan kadın ve erkekler aşkı bulamaz. Aradıkları neyse onu bulurlar. Erkekler tanıdım sadece kendine hizmet edecek kadını arayan, kadınlar tanıdım sadece kendine rahatı sunacak erkekler arayan. Burada aşk ne ararsın? Şimdi tam sorumuzun zamanı. peki,herkese aşk lazım mı?Aşk mutlak tanışılması gereken bir duygu mu?
Aşk herkese nasip olması şart olan farzlardan değil elbette. Olsa olsa sünnettir.
Çünkü aşk için harcanacak çaba kamil insan olma yolunun üstündeki zeytin ağacıdır. Her yeri verimli. Yaprağını kaynat iç,zeytinini devşir ye,sık suyunu yağını kat aleve ışığıyla aydınlansın yüreğin. ne yaparsan yap tüm meyveleri topla çünkü kapris kaldırmaz zeytin ağacı. Seneye zeytin yoktur. Beklemen gerekir en az iki sene daha. Sonra bakarsan gözün gibi yeniden beslenirsin her dalıyla.

Aşk bencillik,hasislik,namertlik,yalancılık,kendini beğenmişlik,nefret gibi ağır yükleri kaldırmaz. Dalları kırılır gider.

Her aşamasında yeni bir perdesi okunur aşk şarkısının. Notaların zamanlaması olağanüstü bir ahenkle akmalıdır. hayat nehrinin gel gidinde rastlanan bir çok olayla aşk yok oluveriyorsa zaten dalgalar yutar her şeyi, ortalık tertemiz olur.

Nefret ve geçmişe demir atma aşkın düşmanıdır. Oradan kurtuluş yoktur. Hz. Yunus gibi balinanın karnından çıkma mucizesi bile imkan dahilindedir belki de nefretten aşka çıkılmaz. Geçmişten geleceğe uçulmaz. Gelecek için dikenli,taşlı yollarda elleri yara bere içinde ve kan revan içinde ama mutlaka iki kişi geçilerek varılır. Biri vazgeçince tek kişilik bir patika uzar gider dağların tepesine doğru.

Aşk ateşini tanıyan cehennem ateşinden korkmaz olur. Mihri Hatun gibi aşka başını koyar:

“Ey cihan halkı bilin ki yardan ben dönmezem

Servi boylu,lale yanaklı sevgiliden ben dönmezem

 

Sevgilinin saçının karanlığında aşkla can vermeye

Gelmişim Mansur gibi,ben daragacından dönmezem

 

Ey güzel and içmişim yoluna can vermeye

Dostum vallah o sözden dönmezem

 

Ey sofu eğer sen yardan,ateş yüzünden caydınsa

Ben yanayım o ateşe,ben o yardan dönmezem

 

Mihri’nin canına göz koymuş kan dökücü gözlerin

Bin can da gerekse veririm o kan içiciden ben dönmezem.”

 

Bu bir Osmanlı kadınının aşk tarifidir bize. Türkmen töresinden gelen soyunda kadın erkeğin yarısıdır.

Gece ile gündüz gibidir. Ayrılmaz iki parça. Birbirinden gece gündüz kadar farklı ama birbiriyle içiçe.

Aşk birlikte kanatlanmaktır hayatın her evresinde. Hiç sorunsuz geçilen sırat köprüsü olur mu?Bu nedenle aşk bizim kültürümüzde kalbe değil, gönüle karşılık verir. Gönül vericidir. Aşk gibi. Gönül bir bağdır oradan derdikçe nesne değil, alan zenginleşir. Verdikçe kendin zenginleşirsin. Bir uçuştur birlikte. Gönül gözü denen o muhteşem kavram devreye girer. Aşk gönül gözüne muhtaçtır. Bencil de ne arasın göz ki gönül olsun!

Kimseye kendimizde olmayan bir şeyi veremeyiz ve alamayız.Aşk da “verme” iddiası yoktur, “alma” olabilir. O da kendi kaşığın kadardır.

Halil Cibran der ki:” Her kim ki, davranışlarını yerleşik ahlak kurallarıyla tanımlar,öten kuşunu bir kafese haps etmiş demektir.” Aşk özgürdür.

Aşk nasıl bencil olmaz ise, kısıtlayıcı ve yasaklayıcı da olamaz.

Hangi gönül razı olur bir avuç suya derya dururken?

Kadının varlığının bizde yarattığı zayıflık izlenimine Ortega çok güzel bir açıklama getirir:”Öyle ya bedenin sağlam ve kararlı görünümüne karşılık,ruh titrek bir şeydir,zayıf bir şey.Sonuç olarak kadının erkekte uyandırdığı erotik çekicilik,bu konularda kör olan keşişlerin bize durmadan söyledikleri gibi,kadın bedeninden beden olduğu için gelmez;tersine kadını arzularız,çünkü kadının bedeni ruhun ta kendisidir.”

Cinsellik de aşk gibi zihinsel bir eylemdir.Bedensel bir eylem olarak algılayanlar düşgücü olmayan insanlar.Beden ve zihin ortaklığı kurulunca cinsellik yaşanabilir bir zenginliğe ulaşır.Tüm Doğu felsefelerinde bunu açıkça görürsünüz.Cinselliği sadece bedene kilitleyen anlayış kadın bedeninden ürken anlayıştır.

print

Bir cevap yazın