Aşkın Sıvı Hali

Aşkın katı halden sıvı hale geçişi…  Zaman zaman yaşadığımız şey bu seninle. Aşkımı avuçlarının içinde tutarken, nasıl eridiğini fark ediyorum. Parmaklarının arasından süzülüp akmasını izliyorum. Sen de fark ediyor musun? Aşkımı, sana ulaşamamak eritiyor. Zamanın orta yerinde, birden dünyadan, sebebini kendine bile söylemeden kopuşların; neyin olduğunu anlamaya çalışırken geçirdiğim cinnet nöbetleri, cinnet nöbetlerinin soru silsilesine dönüşleri ve bu soruların senin tarafından cevapsız kalmasına karşılık biriken diğer sorular öfkemin ateşini iyice körüklerken aşkım sıvı hale geçmeye başlıyor ve ben parmaklarının arasından kayıp betona çarparken çıkardığım sesin şiddetinden beynimin nasıl zonkladığını sana anlatamıyorum. Çünkü sen kendinle boğuşurken, ben arkanda oturmuş sürekli seninle konuşuyorum. Benim lanet olası sorularım bitmiyor, seninse susuşların. Susuyorsun.. Konuşuyorum.. Konuşuyorum.. Susuyorsun.. Dün bir gazetede okudum. Erkeklerin beyninde kadın sesini algılamayan bir bölüm varmış. “Artık erkeklerin bilimsel bir nedenleri var” diyor. Bu ses değil miydi yıllar önce seni bana bağlayan. Ya da bu sesin sahibi değil miydi yanında kendini güvende hissettiğin? Aslında o zamandan bu zamana değişen çok az şey var değil mi?

Pek çok erkekle aynı ortamda çalıştım; kimi zaman müdürüm oldular kimi zaman iş arkadaşım. Hepsi iş yerinde olduklarından farklıydılar evlerinde. Sen de iş yerinde olduğundan farklı mısın evinde? Üzerine çok gittiğimi düşünüyorum. Kendimi tutamıyorum. Kendini benimle paylaşmanı istiyorum. Bir sır gibi saklıyorsun benden. Biz hayatı paylaşmaya söz vermedik mi? Hayat, insanın kendinden başlamaz mı? Her zaman bir saklı tarafın olacak mı benden? Bunları yazarken bile bak onlarca soru soruyorum sana ve hepsi cevapsız kalıyor. Telefon ediyorsun. Beni özlediğini söylüyorsun. Bense bir daha üzerine gitmeyeceğimi, istemediğin bir şey için seni zorlamayacağımı söylüyorum. Ama bundan mutlu olmadığım açık sadece seni sevdiğim için yapacağımı söylüyorum. Sen ise beni işimdenalıkoymamak bahanesiyle telefonu kapatıyorsun. Meseleleri halletmenin en güzel yolu bu değil mi senin için, kapamak. Kendinde hatalar buluyorsun. Kendine kızıyorsun. Bunu birkaç kere söylemiştin.

Bu çözüm değil ki. Benimle konuşmazsan kimin ne hatası var belli olmaz ki. Seninle kendimi paylaşmamaya söz veriyorum içimden, olmuyor. Her şey öyle yüzeysel kalıyor ki tahammül edemiyorum.

Zaman zaman sesli değerlendirmeler yapıyorum. Sen sadece dinliyorsun. Neler oluyor iç âleminde? Bana tüm kapıları kilitliyorsun.

Çocukken siz de “tıp” oynar mıydınız? “bir, iki, üç tıp” derdik de hani ilk önce konuşan oyunu kaybederdi. En uzun susan oyunu kazanırdı. Ben hep kaybettim sana karşı. Sen ise bu oyunun sonsuz birincisi oldun. Peki, ödül neydi? Susmanın ödülü nedir? Bu öylesini büyük bir ödül olmalı ki uğruna bir ömür susabilecek potansiyel görüyorum sende. Ben hep kaybeden olarak tarihime geçeceğim. “looser” ben bir looserım. Makus talihim değişmedi. Seni seve seve kaybedeceğim. Parmaklarının arasından bu gün eriyip aktığımı hissettim. Beni özlediği söylerken çok mu gaddar davrandım sana. Tüm gün sana yollamayı düşündüğüm mesajların içeriklerinin ne olduğunu tahmin ettin acaba? Küçük bir izmarit aslında yere düşen; ama orman yakabiliyor işte.

Aslında yazdıklarımın hepsi boş. Senden vazgeçeceğimi sanıyorsan aldanıyorsun. En sıvı halde bile sana olan aşkım buhar olup uçup gitmiyor. Senin sevdan beni terk edene kadar buralardayım, acılarla.

print

Bir cevap yazın