Bayram Bir Parça Sıcaklık Dağıtıyor…

Nevval SEVİNDİ

ORTAYOL 

Bayram, bir parça sıcaklık dağıtıyor hoşgörüsüz dünyamıza vesselam.Bayram namazından dönen babam, İzmir Yahudi böreği olan boyozu sıcak sıcak kahvaltı masasına bırakınca bayram kahvaltısı başlardı.
Çekişte dediğimiz kırma zeytin, buruşuk yüzüyle sele zeytin ve ışıl ışıl limonlu bakışlarıyla Ayvalık yeşil zeytini baş köşeye kurulurdu. İncecik bir tül gibi sürülen beyaz peynirin yanında İzmir tulumu, kaşar peyniri tereyağda erimiş olarak masaya serilirdi. Babamın arkadaşı olan özel kasapta yapılan sucuk kocaman bir tavada salınarak gelirdi. Domates üzerine dökülen sızma zeytinyağ, adaların kokusunu taşırdı, hafif kekik tadıyla. Radyoda çalan müzik ya da Karagözle Hacivat’ın bitmeyen kavgasının fondaki yeri pek değişmezdi.

Annemin akşam geç saatlere kadar temizlediği evden yayılan çamaşır suyu kokusu tüm yiyecekler tarafından bastırılırdı.

Limonlu çaylarımızı yudumlarken kırılmış cevizler ayıkla beni der gibi bakarlardı. Onları da çaya atar ve çayın sonunda ağzımıza vereceği lezzeti o andan itibaren zihnimizde tutmaya başlardık.

Yepyeni ayakkabılar, giysilerle donanıp içimizi kaplayan sevince ortak olması için büyük ailenin yanına koşardık. Anneannem bize bayramın birinci günü öğle yemeğini ve tatlılarını hazırlamış olurdu. Dedem bize takılır, kızdırdıktan sonra paralarımızı verirdi. Anneannem dantelli mendillere sarılı parayı avucumuza tutuştururdu. Kahveler içilirken teyzem ve eniştem dört çocuğuyla kapıda biterlerdi. Giritli eniştem “ela do” der ve benden Rumca su isterdi. Ben başımı sallayıp suyu getirmeye giderdim. O her zaman “sarı kız” diye beni sever ve paramı verirdi. Teyzelerden toplanan paraların sayılması büyük bir keyifti elbette. Alacağım kitapların listesini hazırlardım. Bana hediye kitap dışında bir şey alınmasına çok kızardım. Herkes bunu bilirdi. Kız kardeşim ise hemen çuikolata ve çata pataya parasını yatırırdı. Ya da parayı bozuk olması nedeniyle bütünletmek bahanesiyle babama verir. Aradaki farkı da cebe atardı.

Kalbura bastı denen kalburun üstüne basarak üstüne şekil verilen Rumeli tatlısını zevkle yedikten sonra sokağa dökülürdük yeniden.

Sıradaki büyükleri gezmek için bir plan yapılırdı. Ya önce biz çocuklar fuara götürülürdük. Oyuncaklarda içimiz kayarak döner, atlar zıplardık. Ya da sirke girer bin bir eğlenceye gülerek bayramın mutluluk veren atmosferini yaşardık.

Ninemin eski Rum evinin inleyen merdivenlerini tırmanır, tertemiz bir evin ahşap süslemelerini seyrederdim. Yaseminin dev bir bekçi gibi koruduğu avludan terasa çıkar, bi bir kokulu karanfilleri, gülleri sıra sıra teftiş ederdim. Tüm bu insanlar “Underground” filminin son sahnesindeki gibi şimdi başka bir dünyanın bayramını kutluyorlar uzaklaşan bir kara parçasında. Sevdiklerimin büyük çoğunluğu artık yoklar.

Onlar bayramın hoşgörüsüne sığınıp yüreklerine sızmış kızgınlıkları bir kenara atarlardı. Yüreklerinin buzdan saraylarında oturan bugünün insanları belki bayramın “şeker” gibi eriyerek ağızlarında bir tat bırakmasına izin verirler. Sabit fikirli dünyalarına gelen konukları kovmadan önce bir çikolata ikram ederler. Hoşgörünün hoşgörüsüzlüğe çarpmasından mutlu olabilen insanların yazdıkları yaşadıklarından farklı olur belki. “Vefalı olalım, melamet çekelim, hor görülelim. Fakat halimizden memnun olalım, kimseye darılmayalım, çünkü bizim şeriatımızda incitmek, darılmak, dargın durmak kafirliktir.”der Şirazlı Hafız.

Bayram, bir parça sıcaklık dağıtıyor hoşgörüsüz dünyamıza vesselam.

print

Bir cevap yazın