Nur ERSEN
www.birharf.net Genel Yayın Yönetmeni
www.beypazarihaber.com
1914 yılında Osmanlı Devleti 1. Dünya savaşına Almanya’nın yanında girmişti. Bu savaşta İngiltere ve Fransa Osmanlı Devletini yok etmek ve Rusya ile ticari ve tarımsal bağlantılar kurabilmek için İstanbul’u ele geçirmek istiyorlardı; ancak bunun için de Çanakkale Boğazı’ndan geçmeleri şarttı. 3 Kasım 1914’te Çanakkale Boğazı’ndaki tabyalarımızı top ateşine tutarak cephaneliklerimizi havaya uçurdular, on binlerce askerimizi şehit ettiler. Daha fazla ilerleyemeden Türk tabyaları tarafından bozguna uğratılıp geri püskürtüldüler. Her şeye rağmen ilerlemeye kararlıydılar.
18 Mart 1915 gününün sabahı, İngiliz ve Fransız savaş gemilerinden oluşan, o dönemin en büyük deniz gücü, Çanakkale Boğazı’na girdi. Fakat kahraman askerlerimiz bu gemilerin de ilerlemesine izin vermeyerek büyük bir azimle çarpıştılar. Büyük kayıplar veren İngiliz ve Fransızlar deniz yoluyla savaşı kazanamayacaklarını anlayınca karadan saldırma planları kurarak boğazın karşı tarafındaki adalara birliklerini kurmaya başladılar. Gelibolu yarımadasından Anadolu yakasına asker çıkarmaya başladıklarında kıyıda bulunan küçük birliklerimiz ölümüne savaştılar ve toprak vermemek için bu güçlü birliklere karşı direndiler. Düşman sürekli takviye birlikler getirerek Gelibolu ortalarına kadar ilerledi. Mustafa Kemal’in birlikleri, değerli komutanlar ve kahraman askerlerimiz karada önlerini kesip kahramanca savaşarak Çanakkale’nin geçilmez olduğunu bir kez daha ispatladılar.
Çanakkale:
“Çanakkale içinde aynalı çarşı
Ana ben gidiyom düşmana karşı”
diye üzerine türküler yakıldığı, daha bıyıkları terlememiş delikanlıların, vatanına canlarını seve seve feda etmek için koşarak gittikleri büyük bir direnişin örneğidir.
Çanakkale sadece bizim için değil tüm dünya için çok önemli bir savaştır ve adını tarihe altın harflerle yazdırmıştır. Annelerin, ellerini kınalayarak düğüne gönderir gibi cepheye gönderdiği kahraman askerimiz, kanının son damlasına kadar vatan için çarpışmış, kopan kollarına, bacaklarına aldırmamış, her şeye rağmen cephesini terk etmemiş,
“Bayrakları bayrak yapan üzerindeki kandır
Toprak, eğer uğruna ölen varsa vatandır.”
sözünün ne kadar önemli olduğunu tüm dünyaya ispatlamıştır. On beşli gençler vatan için savaşmaya gittiğinde, zaferi, düşmanın teknolojik gücüne karşı, yüreklerindeki iman, inanç ve azimle kazanmıştır.
İstanbul’a bir resmi ziyaret için gelen İngiltere başbakanı Winston Churchill Atatürk’e:
“Çanakkale savaşında her türlü teknik teknolojik, cephane ve sayı bakımından bizden azdınız. Peki, savaşı nasıl kazandınız?” diye sorar. Atatürk yaverinin silahını alır. İçindeki mermileri boşaltır ve dışarıdaki nöbetçi askeri çağırır: “Al kendini vur!” der. Asker hiç düşünmeden silahı şakağına dayar ve tetiği çeker. Churchill askerin bu fedakârlığı karşısında hayretler içinde kalır. Atatürk ona dönerek: “İşte böyle kazandık,” der.
“Ey bu topraklar için toprağa düşmüş asker!
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer”
Bu eşsiz vatanı düşmana teslim etmemek için topraklarımızı kanları ile sulayan şanlı askerlerimiz, sizlere ne kadar minnet duysak azdır.