Tarihi (Kadim) Demokrat Parti’nin 64. Kuruluş Yıldönümü nedeniyle 7 Ocak 2010 günü yayımlanan “Demokrasiye İlk Adım ve ilk Demokratik Açılım” adlı yazım kamuoyunda bir hayli yankı buldu. Bir kısmı olumlu “takdir, teşekkür ve onay içeren” bir kısmı da “sübjektif iddialar ile olumsuz tenkit ve tepki dolu” bir hayli yankılanan ve heyecanla karşılanan dizi makalelerim üzerine bazı görüşme ve röportaj talepleri geldi.
Bunlardan biri ve en dikkat çekeni; Ülkemizin YÖK’ten bağımsız, bağlantısız, AB formatında “tam bir Sivil Toplum Kuruluşu” gibi, özgür bilim ve “BİLİNÇ ÇAĞI” adına hareket eden ve Internet ortamında faaliyet gösteren “Bilinç Üniversitesi” Kurucu Rektörü, Bilinçolog Galip Baran. Aşağıdaki mülâkatı O’nunla gerçekleştirildi.
Değerli ilgi, bilgi ve tetkiklerinize sunulur.
“Galip BARAN ve Mustafa Nevruz SINACI Sohbeti,” (15 Ocak 2010)
Mustafa Nevruz SINACI: Ocak ayının ilk haftası, Cumhuriyet Tarihi, adalet, hukuk ve demokrasi yönünden çok önemli ve bir o kadar da anlamlıdır. Çünkü, TC’nin kuruluşundan bu güne, bütün dönemlerin “en büyük ve tek gerçek açılımı” 1946 yılı Ocak ayının ilk haftasında gerçekleştirilmiştir. Bu, Demokrat Parti’nin kuruluşudur..
Galip BARAN: “Cumhuriyet” sözcüğü, bana, “ilelebet payidar olabilmesi” için uğruna çalışmamız, “ilmen, fennen, bedenen kuvvetli ve yüksek seciyeli ‘cumhuriyet’ muhafız’ları “olmamız gerektiren bir oluşumu hatırlatıyor.
Bu konuda, fert ve millet olarak çalışmadığımız, seviyeli ve seciyeli muhafızlar olamadığımız ortada. Ülkemizi bu günlere sürükleyen başarısızlığı ne o, ne de bu şahsa yüklemenin veya illâ birilerini aklamanın doğru olmadığını düşünüyorum. Gerçek şu ki: Atatürk’ün kurucusu olduğu, ‘yaşadığı sürece sahipli görünen Cumhuriyet’ vefatından sonra sahipsiz, korumasız, kimsesiz ve yetim kaldı. Üstelik maruz kaldığı çok yoğun bir kültürel savaş ve saldırı sonucu “medeniyet, etik ve tarih hafızası silindi”, telâfisi kabil olamayacak kadar büyük bir “bilinç kaybına” uğradı.
Mustafa Nevruz SINACI: Mustafa Kemal, istikbale (geleceğe) matuf fevkalâde basiret, feraset (öngörü-ileri görüş) ve bu minvalde; Cumhuriyetin geleceğine dair hâsıl olan kaygıları nedeniyle, “en hayati uzvu ve unsuru eksik kalan Cumhuriyeti demokrasi ile birleştirmek, bütünleştirmek ve kuruluşu tamamlamak istiyordu. Bu uğurda 1924’de (…) “Terakkiperver Cumhuriyet Fırkası” nı kurdurttu. Kuruluş amacı demokrasi olan parti, (…) 03.Haziran.1925 ‘de kapattırıldı.
Bu hayal kırıklığı, mâkus talih ve hüsrandan beş yıl sonra, 12 Ağustos 1930’da aynı amaçla bu defa “Serbest Cumhuriyet Fırkası” kuruldu. Fakat 17 Kasım 1930’da (Terakkiperver Cumhuriyet Fırkasını kapattıran menfur bedhahlar yüzünden) kendini feshederek siyasetten çekilmek zorunda bırakıldı. Galip BARAN: Sözü edilen Partilerin Kapatılması konularıyla ilgili olarak görüş açıklarken “Kubilay olayı” ve “Atatürk’e suikast” girişiminin dikkate alınması gerekir.
Mustafa Nevruz SINACI: O süreçte vuku bulan, dertsim isyanı dâhil, her iki olay da tıpkı bugün tekerrür edenler gibi, AB-D/İngiltere senaryoları çerçevesinde sahneye konulan “organize işler” kategorisine ait provokasyonlardandır. Zaten bugün olanlar da, o dönemin sarkıt, dikit, kalıntı ve uzantıları değil mi? İhanetin bir ucunda derviş Vahdeti’nin, beyni iğfal ve infiale uğramış hain-mel’un torunları, diğer ucunda da; Kürt kisvesi altında yuvalanmış Ermeni (Taşnak-Hıçak) dönmeleri, Rum-yunan Megalo İdea devşirme kriptoları ve sabetay kozaları var.
Yani Kubilay ve Atatürk’e suikast) bir rastlantı değil, aksine, “organize işler” kaynaklı, AB-D dayanaklı, Ermeni-Yunan ve İngiltere destekli bir tertiptir. Arkasında, 38 sonrası kadrocular, 150’likler, solcular, komünistler ve aydınlıkçılar vardır. 1960’dan günümüze başımıza belâ ve tebelleş olan anarşi ve terör odaklarını ataları ve ağa babaları, yardım ve yatakçıları yani!…
Ancak, bizler gibi; vatan, millet, bayrak ve toprak sevdalısı insanlara,”asker” kelimesi otomatikman milli değerleri, manevi mukaddesleri ve dünyayı yaşanmaya değer kılan “Vatan, Millet, Hürriyet, Tam Bağımsızlık ve Adalet” gibi ulusal ve evrensel değerleri hatırlatır ve milliyetçi kavramları çağrıştırır.
Bize göre Ordumuz, dünyanın en namuskâr ve dürüst, yüksek faziletli, medar-ı müftehir (iftihar), evlâdı Fatihan; Hayat, hukuk, adalet ahlâkı, Cumhuriyet ve bilhassa demokrasi teminatımızdır.
Ordumuz, “İnönü ekolü” nü daima ret, tenzih ve tekzip eden, Mustafa Kemal Atatürk’ün ordusu olup; Hak, hakikat, adalet, hukuk, demokrasi ve Cumhuriyetin ebet-müddet bekçisidir. Fazilet’le mündemiç Cumhuriyeti “ilelebet payidar kılmaya memur ve mükellef olarak; İlmen, fennen, bedenen kuvvetli, ahlâken yüksek, seviyeli-seciyeli muhafızlar otağı, Peygamber Ocağı ve Şehitler diyarıdır ….
Bu nedenle, kahraman ordumuzu yıpratma kampanyası yürüten menfur iftira, tefrika ve kumpaslar içinde yuvarlanan odaklarla kesinlikle aynı safta olamayız.
AKSİNE:
1. TSK içinde, İsrail odaklı ve dinsel, “sapkın bir Yahudi tarikatı olan” Mason, Misyoner ve bunların yan-yardımcı, toplayıcı teşekkülleri “tamamlayıcı-bütünleyici” unsurların varlığını şiddetle ret; Eğer var ise, mahfuz ve muhafaza edenleri, bunlara yardım ve yataklık yapanları; Türkiye Cumhuriyetinin “dahili bedhahları”, Türk, insanlık ve İslâm düşmanları olarak kabul, telâkki ve ilân ederiz.
2. TSK, şehitler otağı, Peygamber Ocağı ve Mustafa Kemâl ATATÜRK Ordusu orijini nedeniyle, zerre kadar bir pisliğe mütehammil olamaz. TSK içinde asla bir ateist, pagan ve din düşmanı barındırılamaz; Başta rüşvet, iltimas, ayırma-kayırma, yolsuzluk ve suiistimal zanlısı, fail yahut suçlusu tutulamaz. Bu insanlık dışı melanet, kene güruhu ve mazarrattan sivil hayatı korumak da askerin görevi olmak gerekir.
3. TSK; Milli devlet bütünlüğü, demokrasi, adalet ve hukukun tehlikeye girdiği; En değerli varlığımız insan unsurunun, madden ve manen istismar edildiği; Haksızlık, hırsızlık ve yolsuzluğun, resmi kişiler, medya, siyaset ve hükümetlerce himaye edildiği hallerde: “İcraata müdahale, adaleti temin ve tedvir” görevini “meşru bir hak” olarak yerine getirmeye memur, mecbur ve mükelleftir….
Galip BARAN: Evet, önce Gazi Mustafa Kemal ATATÜRK’ün Bursa Nutku’nu dikkatinize arz ve hatırlatmak isterim:
“Türk genci, inkılâpların ve rejimin sahibi ve bekçisidir. Bunların lüzumuna, doğruluğuna herkesten çok inanmıştır. Rejimi ve inkilâpları benimsemiştir. Bunları zayıf düşürecek en küçük veya en büyük bir kıpırtı ve hareket duydu mu; ‘bu memleketin polisi vardır, jandarması vardır, ordusu vardır, adliyesi vardır…’ demeyecektir. Hemen müdahale edecektir. Elle, taşla, sopa ve silahla…nesi varsa onunla eserini koruyacaktır.
Polis gelecektir; asıl suçluları bırakıp, suçlu, diye onu yakalayacaktır. Genç, ‘polis henüz inkılap ve Cumhuriyetin polisi değildir’ diye düşünecek fakat asla yalvarmayacaktır. Mahkeme onu mahkum edecektir. Yine düşünecek: ‘demek adliyeyi de ıslah etmek, rejime göre düzenlemek lazım…’ onu hapse atacaklar, kanun yolundan itirazlarını yapmakla beraber; Bana, İsmet Paşa’ya, Meclise telgraflar yağdırıp haksız ve suçsuz olduğu için tahliyesine çalışılmasını, kayırılmasını istemeyecek… Diyecek ki: ‘ben, inan ve kanaatimin icabını yaptım. Müdahale ve hareketimizde haklıyım. Eğer buraya, haksız olarak gelmişsem, bu haksızlığı meydana getiren sebep ve amilleri düzeltmek de benim vazifemdir…’
İşte benim aradığım Türk genci ve Türk gençliği…”
“Vatan-Yurt”, “vatansever-yurtsever”, (ve egemenliğin Kayıtsız şartsız (koşulsuz) sahibi olması tasarlanan) “millet” sözcükleri beni sarsıyor, “yurdu ve milleti özden çok sevme ilkesi’ni” çağrıştırıyor.
Bunu; Yani benim yaşam tarzımı görenlere “herkes senin gibi olsa”, “hakkın ödenmez”, “ibadet ediyorsun” dedirtecek kertede kökten değiştiren, bir başka deyişle, bencillikten kurtaran, (en çok senin farkında olduğunu düşündüğüm) bu sonucu; önce Allah ‘ ima sonra “okul dışı eğitim çalışmalarımıza borçluyum.
Darısı tüm insanların ve Müslümanların başına!..
Bu noktada Sayın Ergün Arıkdal’ın bencillikle ilgili şu sözüne dikkat çekmek gereğini duyuyorum (Evrensel İnsan / sayfa 222): (…)
“Her insanın vicdanının sesini dinlemesi çok önemlidir. O vicdan sesi sonunda büyük bir halkın vicdan sesi olur, Toplumun vicdan sesi haline gelir ki, bizim ülkemizin en büyük sıkıntısı budur. Bizim halkımız vicdan (ının) sesini dinlemek istemiyor
Çünkü çok materyalist olmuş durumda.
Çok Bencil bir milletiz biz.
Dolayısıyla, kelebek kanadı şeklinde bile olsa, vicdan sesini savunan, vicdanının ifadelerini ortaya koyan varlıklara çok ihtiyacımız var.
Bu memleketin; ekonomistten, bilim adamından, iyi siyaset adamından ziyade, vicdanının sesini çekinmeden ortaya koyabilen, gerçekten yürekli, gerçekten sevebilen, namuskâr ve dürüst “insanlara ihtiyacı var”…
Bizim para, bilgi, şöhret, sandalye severlere değil, birtakım menfaatler uğruna “üç maymunlar” ı oynayan insanlara değil, tam tersine kamu vicdanının sesini ifade etmeye çalışan, yedi âleme adalet ve mutlak mütekabiliyetle, uyum sağlayan, ortak alan kurabilen insanlara ihtiyacımız var. Bizim en büyük derdimiz, ıstırap kaynağımız: Çıkarcılıkve BENCİLLİK;
Tek ve yegâne kurtuluş ümidimiz ise; Diğerkâmlık ve “SENCİLLİKTİR”
Elbet bir de “BİLİNÇ-SİZLİK” var!…
İşte, “asıl sıkıntımız” buradadır.
“Bencillikten kurtulmak, BİLİNÇLİ, sencil ve diğerkâm olmak” …
ATATÜRK’ÜN BENCİLLİKLE İLGİLİ SÖZLERİ:
“Bir adam ki, Memleketin ve milletin saadetini düşünmek yerine daha çok kendini düşünür, bu adamın kıymeti ikinci derecededir. (Karınca Yayınları)
* Kendimiz için değil, fakat mensup olduğumuz millet için elbirliğiyle çalışalım, çalışmanın en yükseği budur. (Karınca Yayınları)
* En iyi kişi, kendinden çok, bağlı olduğu Toplumu düşünen, kendini onun varlığının ve mutluluğunun korunmasına adayan insandır. (Truva Yayınları)
* Hususi (özel) menfaat, ekseriya (çoğunlukla), umumi menfaatle tezat (çelişki) halinde olur. (Karınca Yayınları)
*Ulusları yönetenler için ilk ve en zor görev, kişisel bencilliğe kapılmaktan kendilerini korumalarıdır. (Truva Yayınları)
Mustafa Nevruz SINACI: Evet, elbette. Bakınız Türkçenin bile korunması için internet sitesinde tedbir alan ordumuz, Cumhuriyetin çimentosu; Millet iradesinin devlet idaresinde hâkim olması anlamına gelen “DEMOKRASİNİN” Teminatı, adalet ve Hukukun en muhkem ve Muteber muhafızıdır.
Galip BARAN: Bana göre; Ülkemizin, yalnız Ülkemizin değil, Cumhuriyetimizin çimentosu, “yurdu ve milleti Özden çok sevme ilkesi” ni özümsemiş insandır. Sanırım bundan ötesi boş laftır.
ÖZEL NOT: Sayın SINACI, Cumhuriyet’in sahibi olması gereken sakinleri, örneğin, Atatürk’ün de dikkat çekme gereğini duyduğu bencillik konusunda fikir birliği etmeli ve ben sen; Ak kaşık ve üç maymunlar rolünü oynamayı sürdüren “Bilinç Özürlü” Bilgi çağı tutkunlarına karşı “birlikte” mücadele vermeliyiz.
Başkaları gibi olmakla, bir yere varamayacağımızdan, Cumhuriyet’in sahipsiz kalacağından korkuyorum… Makalende, “bizler gibi vatanını milletini seven insanlar” dediğine göre, benim bilmediğim bir şekilde “yurtsever” Doğanlar mı var?..
Onlara haksızlık mı ediyorum. Onlarla tanışmak isterim,,,