Darbeler ve Anılarım -I-

Davacıyım hâkim bey,

Doğduğum yıldan itibaren gasp edilen haklarımdan dolayı davacıyım.
Çünkü ben dünyaya geldiğimde Mendereslere yönelik darbe yapılmış ve bir başbakan ile iki bakan darağacına çekilmişti vatanı kurtarmak uğruna!..

 Hayır, Menderes adına davacı değilim, o konuda halk davacı olmuş ve davayı kazanmıştı zaten. Ben kendi adıma davacıyım. Zira yapılan darbeler her zaman bu halka, iradesine karşı yapılmıştı(r). Rahmetli babam o darbeleri iyi tanıyordu.

Ne kanlar dökebileceklerini, kendi vatandaşlarına nasıl kıyacaklarını çok iyi biliyordu. Bu sebeple yıllarca uykusu kaçmıştı. “Acaba sıra hangimizde” diye sabahlamak zorunda kalıyordu. Hayır, bir suçu yoktu demiyorum, o halktı, halktandı ve dolayısıyla suçluydu ve bu sebeple de tedirgin oluyordu. Ta İttihad Terakki döneminden, 31 Mart uyduruk vakalarından, Bab-ı Ali baskınlarından beri darbelerin halkına neler reva gördüğünü çok iyi biliyor ve günlerini bu tedirginlik ve endişe içinde geçiriyordu.

Ben yeni doğmuştum, dünyaya gelişim onun en büyük temennisiydi. Zira babamın iki erkek evladı ölmüş, uzun yıllar sonra erkek evladı olarak dünyaya gelmiştim. Dünyaya gelişime doyasıya sevinememişti. Ve huzur içinde, yeterince beni sevmesine izin vermedi darbeciler.                           

“Çocuklarım, yeni doğan yavrum babasız mı kalacak” diye çok telaşlanmıştı. Yerden göğe kadar haklıydı.

O, halka küçük çaplı da olsa öncülük ediyor, bu halkın mazlumiyetini dile getiriyor, mesleği icabı halka dini ve örfi değerleri öğrettiğinden dolayı elbette ki suçluydu!
Neticede defalarca evimizi bastılar, benim de zar-zor hatırladığım kadarıyla evde Arapça yazılmış Türk, Arap, Fars ve Kürt bilgelere ait ne kadar eser varsa hepsini yerlere atıp çiğnediler. Rahmetli babamın yıllar sonra bile bunları anlatırken nasıl duygulandığını, gözlerinin nasıl dolu dolu olduğunu unutamıyorum. Bu halet-i ruhiye ile çocuklarını ve en çok da beni yeterince sevemedi, doğru dürüst gönül rahatlığıyla kucaklayıp öpüp koklayamadı. Darbelerin suçlu aramada kriter aramadığını bildiği için gece en ufak hışırtı bile uykusunu kaçırmaya yetiyordu.

Ben de çocukluğumda babamdan 1960 darbesinin acılarını masal gibi dinliyordum, derin derin dalışlarını 4-5 yaşlarımdayken hissedebiliyordum. Hatta bir gün köye yaya gelirken eli silahlı bir görevli tarafından babamın başındaki takkenin yerlere atıldığını dünyam başıma yıkılırcasına seyrediyordum. Ama Allah var o haddini bilmez görevliye karşı gözümde kahramanlar gibi çıkışını asla unutamıyorum: “Siz ne yaparsanız yapın bu millet dinini ve asaletini bırakacak değildir, öldürerek de sonumuzu getiremezsiniz” demişti… Ve beni kucaklayıp sinirden titreyişini hiç ama hiiiç unutamıyorum. Onun çektiklerini şimdi daha iyi anlıyorum.

Davacıyım hâkim bey;                                                                                                     

 Babamın sevgisini istiyorum! Bana babamın hiçbir yerde bulamayacağım çocukluk sevgisini geri verin:

Beni yeniden kucaklasın, bağrına bassın, öpüp koklasın… Benim de onun kokusuna ihtiyacım sudan, nefesten daha fazla… Babamın kokusunu istiyorum, bana ne? Ben babamın bana gösteremediği sevgisini, onun bana çok gördüğünüz kokusunu istiyorum… Babam beni kucaklasın istiyorum, öpsün beni o sımsıcak dudaklarıyla… bana dünyanın en güzel babasını ve bütün güzel kokuların kokteylini geri verin!.. Yoksa davacıyım hepinizden!..

1971’lere geldiğimizde yine darbe, yine kendi halkına güvensizliğin çirkinliği… Çocuktum, artık ilkokulu bitirecek ve ortaokula başlayacaktım, babamın en çok görmek istediği, hayal ettiği şeydi bu… 1960’lı yılların sonunda ortam biraz normalleşmişti. Beni ortaokula hazırlıyordu. Tek erkek evladı olmam hasebiyle üzerime titrerdi. Beni evin dışında bir yerlere; ilçeye veya ile göndermek zorunda kalması onu çok üzüyordu ancak geleceğim için bunu yapmalıydı. Her fırsatta bu konuda nasihatlerle beni hazırlıklı bir gurbetçi yapmak istiyordu.

12 Mart 1971 günü yapılan darbe babamın bütün moralini yerle bir etmişti. Çok iyi hatırlıyorum, zira 1960 cuntası sonrasında ortamın doğal seyre girmesiyle bana karşı olan o güzel ilgisi, şakaları yerini sessiz ama derin ve duygusal bir kucaklamaya bırakmıştı… Bazen kucaklayıp dakikalarca öyle kalakalırdı bırak(a)mıyordu. Sanki geçmiş ve gelecek yılların payını da şimdi kullanıyor gibiydi… Zira darbe ile devlet evlatlarını yeme dönemini tekrar başlatmıştı.                                                                                                                                       

Of çekerek; “neymiş? Birkaç öğrenci devletin düzenini bozacakmış…

Niye devlet  darbe yapmadan, gençleri darağacına göndermeden yapamaz mıymış?” diyordu rahmetli. “Hesap başka başka” diyordu hep ve dediği çıkıyordu.

Evimiz günlerce, haftalarca, aylarca radyo haberlerini dinlemek için dolup taşıyor ve herkes aynı kanaati dile getiriyordu; “onların (darbecilerin) hesabı milletledir, onlar millete güvenmiyorlar”… Bu dönemde de babamın çok istemesine rağmen kendisinden yine yeterince ilgi ve sevgi göremedim. Çünkü hep kötü geleceğimizin endişesini taşıyordu. Başına gelecekleri düşünüp tedirginlik yaşıyordu.

Gıyabımda “oğlumun seksen yıl ömrü ve benim de bir gün ömrüm kalmışsa o bir günlük ömrüm de oğlumun olsun isterim” diyecek kadar sevdiği halde gönlünce koklayamadı, çok tedirgindi yeterince sevemedi, endişeliydi bizim için, memleket için. Gelecekten ümit var değildi, korkuyordu ve haklıydı da… 65 yaşındayken başına gelenlerden sonra daha çok hak verdim endişelerine… Davacıyım darbecilerden. Hiç lamı cimi yok, ben davacıyım hakim bey!..

print

Ahmet AY içinde , etiketleriyle tarihinde tarafınadan gönderildi.

Ahmet AY hakkında

48 yaşında eğitimciyim. 12 Eylül darbesi mağdur ve mağruruyum, insan hakları aktivisti olarak STK'larda (TGTV, Gönül Köprüsü Derneği ve Mazlumder) çalışmalarında bulunuyorum. Genellikle okurum ama zamanla yazmanın da gerekliliğine inandım. İnsanların özgür ve onurlu yaşamalarını kutsal addediyorum.

Bir cevap yazın