Uzanmış yatıyordum. Bir elimde kumanda bir elim yüzümün diğer yarısında uyku modunda kanalları geziyordum. İzleyecek bir şey bulamadığım zamanlar zaping yapardım. Anladığım kadarıyla bu da öyle anlardan birisiydi. Sıkılmıştım. Şu sıralar yapacak pek de bir şey bulamıyordum.
Anlamını yitirmiş bir hayatın parçası olmak canımı sıkıyordu. Bir an daldığımı hissettim. O uyanık modan uyku moduna geçmek benim için büyük bir zevkti. Kumandanın elimden düşmek üzere olduğunu hissettim. Sonra kapının çaldığını duyar gibi oldum. Bir mağarada yankılanan sese benziyordu kapı zili. Kapıyı açtığımda aksakallı bir dede bana doğru bakıyordu. Bir yerden tanıyor gibi oldum ama çıkartamadım. Sonra içeri buyur ettim. Zaman kavramını yitirmiştim. Büyük bir boşluğun içersinde hissediyordum kendimi. Dede beni tanıyormuşçasına süzüyordu baştan ayağa. İçimi bir korku sardı ama bir taraftan da huzur kapladı. Roman sayfalarındaki o hayali dünya içerisindeydim sanki.
– “Oğlum!” dedi.. “Fazla vaktim yok bir soru sorup gideceğim sana”
– “Buyur dede” dedim ben de.
– “Oğlum tahmin edersin ki yaşımın geçkin olduğunu ve senden uzun bir yaşantı geçirdiğimi. Zamanında bana babam sormuştu bu soruyu. Ancak sorunun kesin ve net bir cevabı yoktu benim için o zamanlar ama şimdilerde bulabiliyorum cevabını ama pek de bir önemi yok artık. ”
– “Dede merak ettim gerçekten soruyu? Ne demeye çalışıyorsun?”
– “Her şey senin için kolay ve basit gibi görünebilir evlat ama zamanla bunun böyle olmadığını anlayacaksın. Önemli olan bunun farkına bu genç yaşında varman. Fark edeceğin şeylerin neler olduğunu da fark etmen gerekir. Gözlerini kapattığın zaman dünyanın yok olmadığını ama gözlerini açtığında da görebileceğin şeylerden başka bir şey de göremeyeceğini düşünmen gerekir. Akıl yorarken harcadığın enerji kadar ürettiğin düşünce de önemlidir. Ve asıl önemli olan senin önem verdiklerinin sende bırakmış olduğu etkidir. Zamanın en iyi yazar olduğunu ve her zaman en mükemmel sonu yazdığını da aklından çıkarmaman gerekir. Zamanın gereksizliğinden ziyade o an ve şartlarda yapabileceklerinin de farkına varman gerekir. Vakit senden habersiz ilerler ama senin için en iyi olanı karşına getirir. Ama bunun için sabretmesini ve sebat etmesini bilmen gerekir. Yapabileceklerini yapmış olduğun takdirde değiştiremeyecek şeyler için tasalanmanın gereksiz hatta haddini aşan bir davranış olduğunu da bilmen gerekir.”
– “İyi de dede sen bana soru sormayacak mıydın?”
– “Hımm aklıma gelmişken her şeyin bir yeri ve zamanı olduğunun da bilincinde olman gerekir. Zamanın o tartışılmaz gücü karşısında yapabileceğin pek de bir şey yoktur. Ne zaman ne yapman gerekirse onu yaparsın ya da sorulan soruya cevap verirsin. Sen şimdi zengin olmak da istersin. Bir soru sorulsun o anda bütün paralar bana verilsin dersin. Ama bilmezsin ki sana hayatının anlamını sorduklarını. Kolay ve basit gibi görünen bu sorunun dünyanın maddi yönden en zengin kişisi bile tam anlamıyla cevaplayamadığını düşünmezsin hiç. Asıl zenginliğin bunun cevabını bulmak olduğunu fark ettin mi sen? Asıl soruma gelmeden önce bunların cevabını verebilir misin bana? “
– “Tamam da dede bunlardan bana ne. Bunları düşünene kadar hayat biter gider zaten. Düşünmeyi bırak düşündük diyelim nasıl uygulayacağız ki bunları?”
– “Senin hayatındaki değişmez ilkelerin ne? Oturduğun evin sarsılmaz direkleri olduğu halde senin hayatını sarmayacak düşüncelerinin yanı sıra inanmış olduğun olgular ve dayandığın fikirler neler? Küçük bir depremde yıkılan tekrar onarılan tekrar yıkılan tekrar diriltilmeye çalışılan bir evden ne beklersin söyler misin bana? Bu dünyada tek bir direğin olabilir ama küçük sarsıntılarla yıkılabilir daha fazla direğin olursa eğer daha büyük sarsıntılara da dayanabilirsin. Senin direklerini temsil eden değerler sistemi nedir? Yoksa sen çadırda mı yaşıyorsun göçebe misali. Hava şartları mı sürüklüyor seni istemediğin yerlere? Yoksa hava şartları ne olursa olsun gitmek istediğin yerlerde hiç korkmadan yaşayabiliyor musun?
– “Ama dede direkleri olan evler de yıkılabiliyor depremlerde?”
– “Şunu da aklından çıkarma evlat. Temelini sağlam tut ama direklerini esnek bırak. İşte o zaman sarsılır hayatın ama hiçbir zaman yıkılmaz.”
– “Peki dede de biraz sonra ev ahalisi gelir. Seni görürler. Nasıl tanırım seni onlara ben? Sen bence sorunu sor sonra uğurlayayım seni olmaz mı?”
– “Evlat, merak etme kimse göremez beni ama çok ısrar ettin yinede sorayım sorumu. Seninle konuşacağım o kadar çok konu var ki şimdilik burada keselim. Yalnız senden tek ricam bu sorumu hiçbir zaman aklından çıkarmaman. Birkaç cümleyle ya da yaşantıyla bulunmuyor maalesef bunun cevabı. Gerçek olduğunu sandığın bir rüya gördün mü hiç? Yoksa hala uyuyor musun?“
Kumanda elimden düşmüştü, aklımda soru işaretleri ne yaptığının farkında olmayan bir sarhoş gibiydi kafam. Gözlerimin ucunda yastığın püskülü vardı. Bu da neydi? Televizyon ekranında bir film senaryosu oynuyordu. Hangi kanal olduğunu hatırlamıyorum ama uykusundan uyanıp kapıya doğru yönelen bir genç vardı ekranda. Genç tam kapıyı açacakken o sırada bizim evin zili çaldı. Uykusundan yeni uyanmış bir çocuk edasıyla kapıya doğru yönelirken bir gözüm de televizyon ekranındaydı. Uyku mahmurluğuyla bizim kapıyı açmaya giderken aksakallı bir dede gördüm filmdeki gencin karşısında. Sonra bir anda nerden aklıma geldi bilmem yaşadığım anın gerçek olup olmadığından şüphe duymaya başladım. İçten bir ses fısıldıyordu sanki bana.
Gerçek olduğunu sandığın bir rüya gördün mü hiç? Yoksa hala uyuyor musun?