Deniz Seki Ne Zaman Türbana Girecek?

7-8 ay önce polis tarafından uyuşturucu kullanırken “cürm-ü meşut edilip” çıkarıldığı mahkemece gözaltına alınan Deniz Seki isimli hanımefendi, bir kaç gün önce savcının istemi üzerine mahkemece tutuksuz yargılanmak üzere serbest bırakıldı.

Serbest bırakılmada olayın gidişatını etkileyen değiştiren ne gibi gerçekler vardı bilinmez. Sonuçta bir yargılama meselesi ve işin o tarafına fazla burun sokmak hukuka duyulması gereken saygı icabı caiz değil. Bu sebeple ben de işin mahkeme boyutunu burada bırakarak Cezaevi Kapısından itibaren hep beraber şahit olduğumuz kepazeliklere değinmek istiyorum.

Mübarek!… Sanki cezaevinden değil de Hacc’dan geliyor.

O ne öyle, onlarca gazeteci “canhıraş bir çaba” ile görüntü almaya çalışıyor. İnnılmaz bir ilgi, kameramanlarda inanılmaz bir çaba. Hanımefendiyi tanımayan birisi görüntülere şahit olsa mutlak surette “olağanüstü bir kişilik” zannına kapılacaktır.  Bir devletin başkanı, muadili yada önemli bir yetkilisi gelince veyahut da önemli uluslararası toplantılarda ancak bu kadar kamera olur. O da kameraları bir yere yönlendirirler ilgililer de sükunetle, edebince açıklama vs. yapar. Ama daha ben hiç birinde muhatabın bu kadar pişkin olduğunu, kameramanların da bu kadar yırtındığını görmemiştim.

Pardon bir kere daha olmuştu galiba. O da Hülya Avşar’ın mı, Gülben Ergen’in mi ne; onlardan birinin çocuğunun ilk çiş nöbetinde mi neydi öyle bir şeydi işte… Medyamız bu. Üzerine fazla yazacak bi şey yok.

 Hanımefendi, dişlerini “otuziki kısım tekmili birden” faş ederek diyor ki;

“Hatalarımdan ders aldım, çok akıllandım, imana geldim, dine diyanete döndüm…, falan filan. Mavra mı yok, üflüyor hanımefendi, bir elinde de Kuran’ı Kerim, lay lay lom kızları gibi bir o yana bir bu yana sallıyor”. Sözler birebir böyle değil ancak içerik bu, tavır eda bu.

Sanki uyuşturucu kullanırken derdest edilen kendileri değil de benmişim gibi hissettim bir an… Kızardım, biraz da ürperdim… Aksi olsa insanın yüzünde biraz da pişmanlıktan kaynaklanan yüz kızarmasının belirmesi ve görülmesi gerekmez miydi?.

Düşündüm bir an, bu kadar kolay mı bu işler?. Masumiyet bu kadar kolay mı elde ediliyor?. Edilse bile bu kadar aleni mi olması lazım. Saflığın temizliğin, masumiyetin hele ki din ve dinsel içerikli duyuş, düşünüş ve davranışların reklam edilmesi mi lazım? Bu tip şeyleri açıklamak veya duyurmak ne zamandır riyakarlıktan sayılmaz oldu?.

Eğer cezaevleri böyle bir arınma sağlıyorsa şu günahlarımızdan arınmak için biz de mi bir girip çıkalım?. Ya da içerdeki masumları artık salıvermek gerekmez mi?. Hem böylece toplumumuzun saflık ve ahlak düzeyi de yükselmez mi böylece?.

Hem hanımefendinin elinde bir sağına bir soluna salladığı Kitap, kendi gibileri resimleyen foto roman kitabı falan mı ki o kadar rahattı?. 

Uzun uzun düşündüm ekranda seyrettiklerim üzerine. Aklımdan bir kaç soru daha geçti.

Nasıl oluyor da hanımefendi ve de benzerleri (hanımefendinin evli bir erkekle yaşamakta olduğu aleni ilişkiyi de pas geçtik…) böylesi bir pişkinlik içerisinde toplumun karşısına çıkabiliyorlar?

Nasıl oluyor da insanlar dinsel ögeleri ve sembolleri bu kadar kolay kullanabiliyorlar?

Deniz Seki ne zaman türbana girecek?

Kısmet olursa Kur’an-ı Kerim Tefsiri de yazacak mı? Yazarsa bana da bir tane imzalayıp gönderir mi?

Bir yerleri sıkışınca etikten dem vuran kavanoz dipli medya, memleketin anası kan ağlarken hangi olaya ya da habere bu kadar fazla kamera ile saldırdınız?

Deniz Seki gibilerin neden bu kadar rahat bu tür tavırları sergileyebildiklerinin cevabını bu hafta hem de olayın vukubulduğu sıralarda tesadüfen gözlemleyerek buldum. Benim için acıtıcı bir cevap da olsa bu olgunun tek açıklaması buydu…

print

Bir cevap yazın