Dersim Tartışmaları

Uzunca bir süredir medyada Tunceli/Dersim tartışmaları devam etmektedir. Bu gidişle daha uzun bir süre de devam edecek gibidir. Her şey 10 kasım 2009’da TBMM’de Onur Öymen’in CHP adına konuşurken; “Hükümet analar ağlamasın diyerek terörle mücadele yerine terörle müzakere etmektedir. Çanakkale savaşında, Kurtuluş savaşında,Şeyh Said isyanında ve Dersim isyanında analar ağlamasın diye mücadeleden vaz mı geçildi?” demesiyle başladı.

Onur Öymen’in cümlesi elbette hem sıraladığı olayların ilgisizliği bakımından, tarafların durumları bakımından ve nihayet sonuçları bakımından büyük farklılıklar taşımaktadır. Ama belli ki Öymen bu farkı yok saymaktadır. Bir defa işgale gelen düşmanla, içerde her hangi bir sebeple isyan edenleri aynı çerçevede görmek büyük bir kıyas hatasıdır. Türkiye’nin her hangi bir bölgesinde her hangi bir sebeple ortaya çıkan isyanlar, düşmanlar tarafından Türkiye’nin işgal edilmeye çalışılması gibi değildir. Büyük bir mahiyet farkı vardır.

Genel kabul gören kanaate göre bir devlet yönetimi kendisine karşı ortaya çıkan isyanları bastırma hakkına sahiptir. İsyancıları yargılamak ve cezalandırmak hakkına da sahiptir. Ama hem Şeyh Said isyanında hem de Dersim isyanında ki durum bu kanaatte yer alan sınırları çoktan aşmıştır. “Süpürme harekatı” adı verilen yöntemle isyan bölgesinde, isyanla ilgisi hayli şüpheli olan ve hatta isyanla bir irtibatı da yaşları cinsiyetleri sebebiyle imkansız olan çocuk, kadın ve ihtiyarların da hayatlarını kaybetmelerine yol açacak askeri operasyonlar isyan bastırmaktan çok öte bir şey olmalıdır.

Ancak bu olaylar ele alınırken dikkat edilecek temel bir takım verileri de hesaba katmak gerekir. Hem Şeyh Said olayını yapanlar hem de Dersim olayını yapanlar Kürt değil Zazadır. Zazaları Kürt saymak adeta bir moda gibidir. Türk makamları da halen bu modanın etkisindedirler. Nitekim Dersim olaylarının bir şahidi durumunda sayılan İhsan Sabri Çağlayangil’de Dersimliler/Tuncelililer için “Kürt.

Alevileri” demektedir. Demek ki daha şahidi olduğu olayların tarafı olan insanların ismini bile doğru takdir etmekten aciz birisidir. Böyle bir kişinin şahitliği hangi bilinmezi açıklayabilir?
Şeyh Said isyanı bastırılırken bu bastırma işi doğrudan Sünniliğe karşı bir hareket sayılmazken, Dersim isyanının bastırılmaya çalışılması niçin Aleviliğe karşı bir hareket durumunda olsun? Dersimliler Alevi idi onlara karşı yapılan harekette bu yüzden Alevilere ve Aleviliğe karşı yapılmıştır denilir ise aynı ölçünün Şeyh Said isyancıları için neden geçerli olmadığı anlaşılamaz. Çünkü bu değerlendirmeye göre bir isyanda mezhep ön planda iken diğerine birden bire mezhep yok sayılmaktadır. Bu değerlendirme doğru değildir.

Türkiye’de yaşayan Alevilerin büyük çoğunluğu sayı olarak Tunceli dışındadır. Ama bu olaylar sebebiyle Tunceli dışındaki Aleviler mağdur olmuş değillerdir. Amaç Aleviliği cezalandırmak olsaydı beklide benzeri olayların Tunceli dışında da devam etmesi gerekirdi. Bilinen o ki bu olaylarda Hükümet tarafının amacı Tuncelilileri sırf Alevi oldukları için cezalandırmak ve Sünni yapmak değildir. Böle bir görüş tek parti döneminin siyasetine bütünüyle aykırıdır. Tunceli’de halkın önemli bir kısmı Zaza olmakla beraber elbette Türk, Kırmanç olanlar da vardır. Ama baskın karakter Zazalıktır. Bu yüzden Dersim olayları bir Zaza İsyanıdır.
Aynı durum Şeyh Said isyanı içinde fazlası ile geçerlidir. Tek parti uygulamaları ile toplumun üzerinden İslami etkiyi kaldırmak istemiştir. Şeyh Said ve çevresi Sünni/Şafii değil de başka bir mezhepten de olsaydı sonuç değişmezdi. Şeyh Said isyanını bastırma çabaları bu yüzden Sünniliğe karşı yapılan bir hareket olarak görülemez. Yine Şeyh Said isyanına katılan Kırmanç aşiretlerinden Hasenan ve Cibranlı bu olayda yer alsalar bile katılanların büyük çoğunluğu Zaza olduğu için Şeyh Said isyanının baskın karakteri de bir Zaza isyanıdır.

Dersim olaylarının bir isyan olmadığı ama bir isyan olmuş gibi davranıldığı görüşleri de inandırıcılıktan uzaktır. İsyanlar biri birlerinden farklı özellik taşıyabilir. Birinin silahlı gücü fazla iken diğerinin az, birin dış ülkelerden desteği var iken diğerinin az veya hiç olmayabilir. Hazırlık ve dayandığı insan gücüne bağlı olarak biri yaygın ve uzun süreli iken diğeri daha dar bir alanda ve daha kısa bir sürede olup bitmiş olabilir.

1937’ye kadar Dersim bölgesinde bir Hükümet otoritesi tesis edilememiştir. Sadece Cumhuriyet döneminde değil, Osmanlının son dönemlerinde de orada bir Hükümet otoritesi yoktur. Cumhuriyet dönemi başlangıcında Hükümetin Dersim’de yol yapma, okul açma ve karakol kurma çabaları ise Dersimli silahlı aşiret güçleri tarafından engellenmiştir. Okul, karakol binaları ve köprüler zaman zaman yakılıp yıkılmışlardır. Dersim ileri gelenleri, tek parti hükümetlerini, Osmanlı dönemi hükümetleri gibi düşünerek, “Nasıl olsa bu çabalarının devamı gelmez” görüşünün rahatlığı ile davranarak,

Cumhuriyet Türkiye’sini ve onun yönetimini yeterince anlayamamışlardır. Günümüzde bile geçmiş olaylar anlatılırken, yüzlerce yıl hükümet kuvvetlerinin Dersim’e giremediğini iddia edenlerin, sonra da Dersim’de aslında isyan yoktu demeleri garip bir tutarsızlık örneğidir.

Dersim isyanında önemli bir yeri olan Nuri Dersimi’nin, “Hükümetin ajanı olarak bölgeye sızdığı ve bir isyan ortamı hazırlamaya çalıştığı” gibi Ayşe Hür tarafından seslendirilen görüşlerin ise ciddiye alınması hayli zordur. Çünkü Nuri Dersimi adı üstünde oralıdır. Dışardan gelmiş birisi değildir. Üstelik 1920 Koçgiri isyanının da öncülerindendir.Yani isyan konusunda tecrübelidir. İlk defa bir isyana katılan birisi değildir. Kürt Teali Cemiyeti üyeliğinden gelmektedir. Kendisi inanmış bir Kürt milliyetçisidir. Türklere karşı silahlı mücadeleyi her ortamda ve her dönem savunan görüşleri ile tanınan birisidir. Böyle birisinin Hükümet ajanı kimliği ile bölgeye gelip isyan ortamı oluşturmaya çalıştığı iddiası da bu yüzden inandırıcı değildir.

Dersim olayları sebebiyle hayatını kaybeden insanların sayısı da tartışmalı olmaya devam etmektedir. “Resmi kaynaklar ölenlerin sayısını, 13.000 civarında sayarken, Kürd Alevi vatandaşlar ölenleri 50.000 ile 70.000 civarında ifade ediyordu.”1 Yine Necip Fazıl Kısa Kürek’te bu olaylarda hayatını kaybeden vatandaşların sayılarını 50.000 olarak yazmıştır.2 Elbette kimse verdiği rakamlar için bir kaynak belirtme ihtiyacını duymuyor. Üstelik halkın beyanına göre ölenler 50.000 ile 70.000 aralığına konulunca, 1937 Türkiye’sinde Tunceli’de yayanların tamamı acaba ne kadardır? 70 bin kişi öldürülünce bir o kadarı sürgün edilince belki Tunceli bölgesinin bütünüyle yerleşime kapatılması ile mümkün olabilecek bir sonucun hiçbir kaynak belirtilmeden iddia edilebilmesi bir gerçeğin açıklanmasından çok siyasal amaçlarla halkın yönlendirilmesi amacının daha belirleyici olduğunu ortaya koymaktadır.

Bir çeşit açık arttırma mantığı ile bu can kayıplarını ilan etmek ne derece doğru ise ısrarla sayıları azaltmaya çalışmakta aynı derece de vahimdir. Yaşanan bir trajedinin boyutlarını, resmi veriler esas alınsa bile ortadan kaldırmaz. Bir insan bile haksız yere öldürülmüş ise, bütün insanlık öldürülmüş gibidir.

Tunceli olayları 1937/1938 döneminde gerçeklemiştir. Yani Mustafa Kemal Atatürk döneminde olmuştur. Buna rağmen Tunceli’de Kemalizm önemli bir taban bulmuştur. Tuncelilerin Kemalizmi bu

kadar sahiplenmelerini de akli verilerle açıklamak hayli zor olmalıdır.
Nihayet Tunceli olaylarının Kürt ayrılıkçı propagandası için hiç ilgisi olmadığı halde bir malzeme durumuna getirilmesi işin bir başak tarafıdır.
……………………………………………………………………………………………………
1-Selahaddin Eş Çakırgil, Bir Katliamın itirafı, Bir Redd-i Miras ve Şivan Perver, Haksozhaber.net
2-Necip Fazıl Kısakürek, Son Devrin Din Mazlumları, Büyük Doğu Yayınları, 13. Baskı, İstanbul 1993
3-Hasan İzzettin Dinamao, Kutsal İsyan (Milli Kurtuluş Savaşımızın Gerçek Hikayesi)
May Yayınları,

4-İhsan Sabri Çağlayangil, Kader Bizi Una Değil Üne İtti, Çağlayangil’in Anıları, Çağlayangille Anılar, Büke Yayınları, Tanju Cılızoğlu, İstanbul 2000

5-Nuri Dersimi, Kürt Tarihinde Dersim, Dilan Yayınları, 4. Baskı, Diyarbakır 1992

print

Bir cevap yazın