Devlet Rakı Masasındaki Meze Midir?

Devlet Reisi’nin klasikleşmeye başlayan “Sofra Siyaseti” tutmuş olacak ki hükümet de bu geleneği uygulamaya başlıyor. Hükümet bu yöndeki ilk çalışmasını “Kürt Açılımı’nı” tartışarak yapacakmış. Devlet yöneticilerinin mühim meseleleri çeşitli istişarelerle olgunlaştırmaları, âli meseleleri toplum kesimlerine danışmaları ala işlerdendir. Cumhurbaşkanı da eskilerin “meşveret” dediği usule benzer şekilde bu geleneğe uygun davranışlar sergilemektedir.

Sofra siyaseti de diyebileceğimiz bu geleneğin en bilinen örneği cumhuriyetin ilk döneminde Atatürk’ün meşhur Çankaya Sofrası’dır. Gerçi o zamanın sofrasının başköşesinde rakı bulunduğundan o dönemi küçümsemek için uygulamanın adını “Rakı Siyaseti” koyanlar da olmuştur.

Şimdilerde aynı geleneği Cumhurbaşkanı Gül devam ettirmektedir. O döneme rakı siyaseti dendiğine göre bu günkü uygulamaya da bir ad vermek gerekir fikrindeyim.

Şimdikiler rakı içmezler. “Hacı yağı, gülsuyu” gibi mübarek nebatatların usareleri yeni devletlular için daha bir makbuldür. Bu yüzden o günün uygulamasına “Rakı Siyaseti” denebiliyorsa bugünkü uygulamaya da “Hacı Yağı Siyaseti” demek uygun düşebilir.

Neyse, teferruatı bir kenara bırakalım, hükümetin sanatçılarla üç seans halinde yapmayı planladığı toplantılara geçelim.

Hükümet halka/topluma danışıyormuş.

Kimlere; Sanatçılara. Mesela hangi sanatçılara?

İbrahim Tatlıses, Sezen Aksu, Ajda Pekkan, Mahsun Kırmızıgül, Emel Sayın, Orhan Gencebay, Ferhat Göçer, Ahmet Özhan, Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses, Kubat, Sertab Erener, Yılmaz Erdoğan, Yaşar Kemal, Orhan Pamuk, Adalet Ağaoğlu 160 davetlinin ilk akla gelenleri.

İbrahim Tatlıses. O kim mi? Mağarada doğmakla övünen, diplomasızlığını “Urfa’da Oxford vardı da okumadık mı” gibi ilkel bir şekilde savunan yanık sesli bir türkücü. Urfa’nın diplomalıları sanki diplomasını bakkaldan aldı. Çok iyi türkü söylediği hepimizin malumu. Ancak adam kurşunlattığı, tehdit ve şantajlarda bulunduğu, “Sauna Çetesi” gibi birden çok suç şebekesi ile ilişkisi dolayısıyla defalarca gözaltına alındığı ve tutuklandığı bilinen bir nadide sanatçı. Lahmacun imalatından başka turizm işiyle de uğraşmakta. Ancak otobüsleriyle insandan çok uyuşturucu taşıdığı iddia edilen bir sanatçı. Terör örgütüne finansal destek verdiği de ileri sürülmektedir.

Sezen Aksu, 1990’larda, ilk gençlik yıllarımda her bir şarkısında ayrı bir tat bulduğum Minik Serçe… Siyasetle asıl ilişkisi babasının bürokratlığından gelme. Ancak kendisinin emeklilik yıllarında Kürtçe şarkı türkü söylemekten başka bir siyasi yönü yok. Eskilerde siyasetçiden çok özel yaşamındaki çeşitlilikle bilinirdi.

Emel Sayın, maviş gözlü güzel şarkıcı. Başka ne özelliği var ben de bilmiyorum. Ajda Pekkan, kırk yamalı bohça sanatçımız olarak ne şekilde fikir beyan edecek ben de meraktayım. Muhtemelen estetik yaptırmanın faydalarını anlatacaktır.

Orhan Gencebay, farklı tarzı, güzel şarkıları ve kasıntılı duruşundan başka ne özelliği var bilmiyorum cehaletimi bağışlayın.

Mahzun Kırmızıgül, çevirdiği dizilerde feodal Kürt kültürünü öne çıkaran, Kürtleri savunayım derken Kürtleri, onları boğmakta olan feodalizme daha da mahkûm eden anlayışın adı gibi mahzun temsilcisi.

Yılmaz Erdoğan, Şeyh Sait ile hısımlık ilişkisi sayesinde kurduğu akrabalıkla övünen iyi bir komedyen. Ayrıca ölü teröristleri şehitlik mertebesine yükselttiği bilinir.

Yaşar Kemal, kantarının topuzunu bir türlü ayarlayamayan, egemen kültüre de halk kültürüne de bir türlü yaranamayan bir yazar.

Orhan Pamuk, “Bir milyon Ermeni kestik” dediği için Nobel alan romancı. Muhtemelen “2 milyon Kürt kestik” diyecektir. Bir milyona bir Nobel geliyorsa iki milyona kaç Nobel gelir siz hesaplayın.

Ferdi Tayfur, Müslüm Gürses, Ferhat Göçer, Ahmet Özhan, Kubat hepsi kendi alanında değerli sanatçılar. Ancak şöyle liste biraz kurcalandığında öne çıkan bir kaç öğe dikkat çekmektedir.

Bir kere listedekilerin bir kısmı ümmi taifeden olup “bol acılı lahmacun sever arabeskçi” taifedendir. Diğer öne çıkan özellik ise listenin ağır toplarının Kürt kökenli ve terör örgütüne sempatisi bilinen kişiler olduğudur.

Varsayalım ki hepsi okumuş yazmış sanatçılar olsun. Varsayalım ki hepsi Türk olsun. Varsayalım ki hepsi birinci sınıf sanatçı ve birinci sınıf müzik dallarını icra etsin. Nolmuş yani? Bu onları başımıza taç mı yapar? Ya da onları çözümün öncelikli parçası mı yapar?

Bir hikaye:

1998’de Fransız Milli Takımı, futbol turnuvasında Dünya Kupası’nı kazanınca Fransa’da yer yerinden oynamış, futbol takımının oyuncuları adeta milli kahraman ilan edilmişlerdi. Hatta Zinedine Zidan’a “başkanlık” bile yakıştırılmıştı.

Bu coşkunun devam ettiği günlerde Fransa Cumhurbaşkanı Mitterand, futbolcuları Elysee Sarayı’nda ağırlar. Bir coşku bir coşku ki sormayın. Futbolcuların coşkularıyla taşkınlıkları birbirine karışmaya başlayınca Mitterand birilerini yanına çağırır ve şunu söyler;

Söyleyin şunlara zibidilik etmesinler. Sadece çok iyi top oynuyorlar.

Bir ülke düşünün…

Kendi bünyesinde istihdam ettiği personelinin fikir beyan etmesi kanun tarafından suç sayılan. Türkiye’de asıl açılım bu konuda yapılmalıdır. Devlete küfretmeyi fikir suçu olmaktan çıkarırken memleketin bütün okumuşlarına (kamuda çalışanlar) fikir beyan etmeyi yasaklayacaksın, ondan sonra da çözümü rakı masasında sarhoş eğlendirenlerden bekleyeceksin.

Var mı dünyanın herhangi bir yerinde böyle bir garabet.

Devlet büyükleri akıl fikir ihtiyacındaysa;

Ayrım yapmaksızın toplumun her kesimine danışacak, ancak kesin ve kesin olarak en çok da ömrünü bilgi edinmek/üretmek üzere harcayanlara danışacaktır.

Bizde öyle mi ya?

Öğrencilerin fikir beyan etmesi suçtur, okuldan atılırsın.

Kamu görevlileri üniversite bitirir, o da yetmez master yapar, ancak devlet memuru olduğu için fikir beyan edemez, çünkü kanuna (657 DMK) göre suçtur, meslekten atılır.

Bürokrat fikir beyan edemez, siyasi iradeyle çelişmiştir, sürgün yer. Öğretmeni, öğretim görevlisi/üyesi birilerine sırtını dayamamışsa fikir beyan edemez, kapı gibi kanun var adamı sürerler, daha da direnirsen meslekten atarlar…

Alın size meseleyi konuşacak bir sürü toplum kesimi. Ama hiç birinin konuşma hakkı yok ki. Asıl açılım buralara gerek.

Son söz:

Efkar bastı yine beni.

Garsooooooonnnnnnnnnn…. Oğlum koy teybe bir Müslüm baba ilahisi. Bir şişe de hacı yağı çek bana…

print

Bir cevap yazın