Dış Politika ve Türkiye Üzerine – II

 Son bir kaç yıldır Türkiye’de, içerde, enerjiyi tüketen bir çok gelişme yaşanırken global dünya konjonktüründe başdöndürücü ve mevcut tüm taşları ölümcül bir şekilde yerinden oynatıcı gelişmeler olmuştur.

İçerde;

İktidar partisine açılan kapatma davası, netameli Türban Yasası ve bunun iptal edilmesi için açılan dava, aynı günlerde TBMM’nin sınırlar dışına asker gönderilmesini onaylayan tezkeresi ile Irak’ın kuzeyine sınırötesi giriş çıkışlar, cumhurbaşkanlığı referandumu, hikmeti kendinde menkul elektronik muhtıra, bu süreçte gidilen ve iktidarın büyük zaferiyle sonuçlanan genel seçimler, ardından 2009 yılında yapılan ama iktidarın biraz yalpaladığı yerel seçimler, önüne geleni kör kurşun misali yere seren Ümraniye Soruşturması (hala da karmaşık bir içerikle, aklına eseni öperek devam ediyor), öteki bilimum “şok… şok… şokkk...” gündemler, medya üzerinden TSK’ya karşı yürütülen “asimetrik ve psikolojik yıpratma harekatı” vesaire içerdeki enerji tüketici gelişmelerin başlıcaları olarak karşımıza çıkmaktadır.

Dışarda ise;

 The Chuwal, İsrail’in Lübnan Saldırısı, bitmeyen İran Hikayesi, hiç bitmeyecek olan enerji tedarik ve nakil sorunları, coğrafyamızın çekim alanındaki ülkelerde yaşanan rengarenk Sorosçu Devrimler, tekrar İsrail (Gazze Saldırısı), AB’nin kendi içindeki gelişmeler, eski Doğu Bloku ülkelerinin Birlik üyesi yapılması, Amerika’nın Kara Avrupasına Balistik Füze Kalkanı projesi ile yerleşme girişimleri, Balkanlar’daki Ortodoks kesimde yaşanan çalkantılar, Kafkasya’da nükseden sorunlar; hepsinden bir şekilde etkilenen ülkemiz için yüksek performans gerektiren olaylardan sadece son bir kaç yılda cereyan edenleridir.

Türkiye; son yıllarda, Afrika, Ortadoğu (genellikle Filistin Sorunu) gibi yeni çeşitlemelerle kendini gösteren ve son kabine değişikliğine kadar “Gölge Dışişleri Bakanı” olarak bilinen Davutoğlu’nun çerçevesini çizdiği “Stratejik Derinlik‘in” temel varsayımı olan “Neo Osmanlıcılık” anlayışı doğrultusundan politikalar geliştirmeye çalışmıştır. Bu çerçevede mevcut cumhurbaşkanı da diplomatlığı kendisine meslek edinmiş bir görüntü ile aktif dışişleri rolünü sürdürmeye devam etmiştir.

Bu süreçte özellikle iki olay, Eski Dünya‘nın yerleşik düzenini tam da orta yerinden karpuz gibi çatlatan olaylar olarak gerçekleşmiştir. Bunlardan birincisi Amerika’nın yönlendirmesiyle ve BM’nin marifetiyle Kosova Cumhuriyeti’nin Ortodoks Balkan coğrafyasının göbeğine bir hançer gibi saplanmasıdır. Bu olay 11 Eylül sonrası yeni yapılanmada Rusya ile ABD’yi karşı karşıya getiren en önemli siyasi olaydır. Tarihten beri Sırbistan’ın ve Ortodoks Dünya’nın hamiliğini yapan Rusya bunu kendi “hinterland’ına” açık bir müdahale saymış ve savaş tehdidinde dahi bulunmaktan çekinmemiştir. Böylesine sofistike bir olay karşısında pek de derinliği olmayan stratejik derinliğin bir yansıması olarak Neo Osmanlı damarları kabaran Türkiye, yeniden kurulan güç dengelerinin farkına bile varmaktan aciz bir şekilde kayıtsız şartsız Amerika’nın yanında yer almıştır. Hatta Türkiye, Kosova’nın hamiliğine soyunmuşsa da Kosova asıl minnetini Türkiye’ye değil ABD’ye sunmuştur. Ancak bu arada Rusya da ettiği tehditlerin boşuna olmadığını göstererek, batılı bir eğlence olan Olimpiyat Oyunlarının meşalesinin yakıldığı günde, hem Türkiye’nin hem de ABD’nin müttefiki olan Gürcistan topraklarına girmiştir.

Filistin Arabuluculuğu’nda umduğunu bulamayan Türkiye, bu sefer de Kosova konusunda ettiği aceleciliği büyük güç oyununun bir parçası olan Kafkasya Sorunu’nda göstermiş adeta tüm dünyada barışın kurtarıcısı rolüne soyunmuştur. Fakat içerde sürekli enerji kaybeden her ülkenin başına gelebilecek olan şey Türkiye’nin de başına gelmiş, Türkiye’nin önerileri kimse tarafından umursanmamış, tüm dünyanın ürkekçe istediği barışı ise Rusya’nın, 19. Yüzyıldaki  “Kutsal İttifaklar” döneminden beri batıdaki en büyük müttefiki olan Fransa sağlarken Rusya da Gürcistan’da iki bağımsız devlet yaratarak geri çekilmiştir.

Gelelim Türkiye’nin etkinliğinin önündeki temel engeller konusuna;

Yukarda da söylediğimiz gibi bir ülkenin dış politika arenasında yaratacağı etkiyi ve karşılaşacağı tepkiyi çeşitli faktörler vardır. Bunlardan bir kısmı devletin eylemselliği ile ilgili iken bir kısmı da herhangi bir dış politika eylemi gerektirmeyen ama ülkenin göreli büyüklüğünü etkileyen içsel faktörlerdir. Ülkenin kendisine yani fizikteki terimlerle ifade edecek olursak kütlesine ilişkin büyüklüğü belirleyen en önemli faktörler; ülkenin yönetimindeki otoritenin siyasi gücü, ülkenin ekonomik ve teknolojik gelişmişlik düzeyi, ülkenin eğitim düzeyi ve en önemlisi olarak ülkenin askeri gücüdür.

Ekonomiden başlayalım;

TÜİK sayesinde bir gecede % 32 zenginleyen bir ülkeyiz vesselam. Daha ne diyeyim ki? Hele de birilerini “Teğet Geçen” kriz hikâyesine girecek olsam, mendil dayanmaz eski Türk Filmlerinden şerbetli şu mahzun gözlerime…

Siyasi güç dersek, 2007 seçimleri ile büyük moral bulmasına karşın 29 Mart Yerel Seçimleri ile -aldığı büyük oy oranına rağmen- yalpalayan, devletin ve toplumun tüm kurumları ile kavgalı, sanki gökten ilahi vahiyle inmişçesine kendi “hikmeti kendinden menkul” doğrularından başka doğru kabul etmeyen bir siyasi iktidarımız var.

Eğitim derseniz, bu konunun ne kadar su götüreceği mevzusu bir öncekinden de karışık bir konu.

Gelelim askeri güç meselesine?

Evet, askeri otorite ile sivil otorite arasındaki insicam çok önemlidir, ancak ülkemizdeki bir uyum sorunundan çok bir “sen ben kavgasıdır” maalesef. Şöyle kendimi Türkiye’nin muhataplarının (Mesela Ermenistan) yerine koyup da dışardan bakınca, içimden “Şu Türkler de amma komik insanlar” diyerek gülmek geçiyor. Hatta kıs kıs gülüyorum da ellerimi ovuşturarak.

Bir bakıyorum yargıcın biri çıkmış hükümeti dava ediyor, bir gün sonra bir başka yargıç çıkıp askeri dava ediyor, hatta son gelişen şeyler öyle komik ki. Ülkenin en önemli toplantısı olan MGK sürerken rövanşın rövanşına oynayan yargıçlar, askeri mahkemenin delil kabul etmediği belgeyi delil sayıyor, hatta MGK toplantısı bitene kadar ortalarda görünmeyen önemli ve delikanlı savcı (delikanlı ifadesi kendilerine aittir), toplantıdan sert bir açıklama gelmeyince sorgulamaya katılıyor ve sorgulanan subayın tutuklanmasını istiyor.

Eh yani, ben bundan ala komşu mu isterim dalga geçmek için.

Vesselam siz Türkler çok komik insanlarsınız. Cumhurbaşkanı da Çin gezisindeymiş. Kim nereyi gezerse gezsin, siz böyle birbirinizi yerken kim sizi adam yerine koyar komşu?

Kuzum, siz Türkler, bu halde bile kendinizi bu kadar nasıl önemseyebiliyorsunuz merak ediyorum?

print

Bir cevap yazın