Millet olarak çok geniş bir coğrafyaya yayılmamızdan mıdır, son 400 yıldır içimize giren yıkıcı zihniyetleri fark edemeyişimizden midir; pek çok kavramımız ve değerimiz birbirine karışmış.
Aynı şeyleri ifade etmek istediğimiz halde iki kişi bile bir araya gelsek anlaşmamız zor olur hale gelmiş.
Bir de yıkıcılar araya öyle bazı sözleri sokuşturmuşlar ki, evlere şenlik!
Biz de kuzu kuzu ata sözü diye bu bozuk kavramların üstüne yatmışız.
Ya arkadaş, bunu söyleyen niye söylemiş, anlamı ne maksada geliyor, hiç birimiz de oturup düşünmeden, bir de dilimize pelesenk etmiş; maksatlıların yıkıcı kavramlarını birbirimize söyler hale gelmişiz…
Maksatlı, bir laf uydurmuş, “İşten artmaz dişten artar” diye. Biz de düşünmeden kuzu kuzu yutmuşuz…
Ya arkadaş, ne demek “işten artmaz?” diye sormamışız… Ne yani, çalışarak mal ve sermaye birikimi elde edilemez’se’; ne ile mal mülk sahibi olacak bu millet?
Uyduruk sözdeki gibi ‘dişinden mi artıracak’ yani aç mı kalacak?
Peki, kim ister aç kalmayı?
Bakın kaçaklar nerelerden başlıyor, farkında değiliz…
Bize anamız-babamız, nenemiz-dedemiz, öğretmenimiz-arkadaşımız saf saf bu sözü söyleyip küçük yaşta kafamızın içine sokarken, aslında mal mülk sahibi olmak istiyorsan, ya aç kalacaksın (canının çektiğini, ihtiyaçlarını karşılamayacaksın, varlık içinde yokluk çekip mağduriyet yaşayacaksın) ya da…
Evet, ya da ‘bilinç altımıza verdiği mesajla’ çalıp çırpacaksın, gibi iki alternatif ortaya koyuyor!
Lafın görünüründe çal-çırp yok ama, aslında kimse dişinden artırıp bir variyet elde etmeye yanaşmayacağına göre, kavram size tek yol sunuyor…
Daha küçük yaşlarımızdan beri muhabbet-sohbet esnasında bunlar ata sözü gibi kafamıza adeta çakılıyor. Biz de ata sözü ‘zan’ edip sorgusuz sualsiz alıyoruz kafamıza…
Ya ‘her koyun kendi bacağından asılır’a ne demeli?
Bu da aynen az önce ifade ettiğimiz gibi, yine maksatlı misyonların kültürümüze sokuşturdukları yıkıcı bir kavram değil mi? Bugün millet olarak yaşadığımız sıkıntıların temelinde ‘amaaan bana dokunmayan yılan bin yaşasın’ bağnazlığı ile ‘her koyun kendi bacağından asılır’ vurdumduymazlığı yatmıyor mu?
Müdahil olmamız gereken yerlerde ‘adam sendeci’ davrandığımız için başımıza bunlar gelmiyor mu?
Kavramlarımız öyle bir karıştırmışlar ki, düzeltebilene aşk olsun!!!
Sadece ata sözlerimizi mi, tabi ki hayır!
Anlayışlarımız da bu kavramlarla birlikte karışmış. Adeta çorbaya dönen aklımızla doğruları bulmaya çalışıyoruz.
Eğri terazi hiç doğru tartar mı? Tabi sonuçlar hep yıkım, hep hüsran oluyor.
Mesela size tarihi bir örnek daha…
Birkaç arkadaşımla yolda gidiyoruz. Bölge ile ilgili de kısa bilgiler veriyorum.
Bir caminin önünden geçerken burası da filanca cami deyiverdim. Arkadaşlarımdan bir tanesi, ‘Bunun ne kadar farklı mimarisi var?’ diye sordu.
Caminin vakti zamanında kiliseden döndüğü için farklı olduğunu ifade ettim.
Arkadaşım gayet iyi niyetle, ‘ya adamların kiliselerini camiye çevirmişiz’ deyiverdi.
Çünkü küçük yaştan beri ‘Türk milleti’ kavramı ile işgalci, yağmacı kavramlarını sanki birmiş gibi vura vura kafamıza çakmamışlar mı?
Seyrettiğimiz çizgi filmlerden, okuduğumuz çizgi romanlara, sohbet arasında sokuşturulan maksatlı cümlelerden, sözüm ona objektif tarihçiyim diye ortada gezen yıkıcı tiplere kadar bunlar dile getirilmiyor mu?
Bu milletin, uygarlığı, sanatı, matematiği, mimariyi, teknolojiyi hatta hatta banyo yapmayı bile dünyaya öğrettiğinden bir Allah’ın kulu bahsediyor mu?
‘Türk milleti’ deyince, elde kılıç oradan oraya at sırtında koşan adamlar, aklımıza gelmiyor mu?
Neyse konumuza dönelim.
Söz konusu caminin imamıyla tesadüfen konuşmuşluğumuz vardı da Allah’tan bir yanlış kavramı düzeltme imkânımız oldu!
İstanbul’un fethinden sonra bölgeye yerleşen Türkmen oymaklarından etkilenen yerli Rumlar zamanla Müslüman olmaya başlıyor. Bir müddet sonra mahallede kiliseye giden adam kalmıyor. Ama tahmin edebileceğiniz gibi müthiş bir cami ihtiyacı ortaya çıkmış oluyor.
En sonunda kilise papazının da Müslüman olmasıyla birlikte mahalleli, karar verip kiliseyi cami yapmaya karar veriyor…
Alın size kiliseden camiye döndürülen tarihi bir mekân!
Ne kılıç zoru var, ne adam kesme var.
Bölgeye yerleşen Türklerin örnek yaşamlarından etkilenen yerli halkın tamamen gönül rızası ile mülkiyeti kendilerine ait olan bir kiliseyi camiye çevirme hadisesi var.
Aksi olsa, binlerce yıldır dünyaya hükmetmiş olan Selçuklular, ardından Osmanlılar bir tane kilise, bir tane gayri Müslim bırakırlar mıydı?
Kim ‘dur’ diyebilirdi ki?
İşte, böyle karışmış kavramlarımız arasında yol bulmaya çalışıyoruz.
Uyanık olup, oyuna gelmeyenlere ne mutlu!