Haziran 2009 Cuma. Mesai günlerimin sonuncusu. Oysaki gelinen her son, çekilen acıların en yoğun yaşandığı andır. Yüzülüp, yüzülüp kuyruğa gelme anları…
Bilmem kaçıncı sancıda hâlâ doğum yapamamış olma hali…
Çoğu gitti azı kaldı, ruh hallerinin kandırmacaları…
Kurbanın en son ve keskin titremesiyle ruhunu teslim edişi…
O çok severek okuduğunuz kitabın son yaprağını kaldırırken yaşadığınız ürkeklik…
Yoğun bir tempo ile günlerce üzerinde çalıştığınız projenin bitimiyle düştüğünüz boşluk hissi…
Bir uçak yolculuğuna doğru yürürken, geride bıraktıklarınızı, arkanızdan el sallarken göremeyecek olmanın derin hüznü…
İşte bütün bu hislerin karmaşasıyla başlayan bu cuma günü öğle vaktinde, hatırladığımı zannettiğim tüm şifrelerimin bana ettiği ihanet yüzünden, dün kredi kartımı “cuup” diye midesine indiren ATM’yi şikayet etmek için bankadaydım.
Alışkanlıklarımdan vazgeçmek benim için çok güç oluyor. Aynı çantayı haftalarca kullanabilirim mesala, bir kadından beklenmedik bir şekilde. Aynı restoranta gidip, aynı masada yemek yerim. Eğer o masa dolu ise büyük bir hayal kırıklığı olur benim için. Her yıl takdirname getirme karşılığında alınmasına söz verilen bisikletin hiçbir zaman gelmemesinin verdiği ruh hali kaplar içimi. Sinirlenirim. Genellikle ikinci bir planın yoktur. A planı başarısız olunca çuvallarım.
Yıllardır aynı bankayı kullanırım. Benim için sıradan olan bir şey olmasına karşın banka memurları her defasında hayret eder. Bir kolaylığını gördüğümden değil, sadece alışkanlıklarımdan vazgeçemediğim için oysaki.
Kartımı alıp çıktığımda öğle sıcağı iyice bastırmıştı. Büyükdere caddesinde güneşin kırbaçladığı caddenin kaldırımlarında “nerede yemek yesem” düşüncesiyle hızlı adımlarla yürürken, içimin giderek kaynadığını hissettim. Beynimdeki barometre az sonra patlayacaktı. Bir dondurma ne kadar güzel giderdi. Yürümeye devam ediyordum. İleride Bursa İskendercisi vardı. Biraz ilerisinde de Mado dondurmacısının hayali gelip geçiyordu. Dondurma mı yesem, iskender mi? İfrat ve tefrit noktaları bu olsa gerek diye düşündüm içimden… Bu nasıl bir tezattı böyle… Ama önce sigara almalıydım. Televizyon filmlerinde sigara görüntüsüne konulan yasak, acaba yazısına da var mı? Hay Allah eşeğin aklına karpuz kabuğu mu düşürdüm yoksa! Neyse, sigaramı aldıktan sonra ayaklarıma söz geçiremediğimi, iskendercinin önünden geçerken fark ettim. Başım sol tarafımdan arkaya doğru kayarken, ayaklarım beni dondurmacıya ulaştırmak için hızlanmıştı bile!
“Karamel ve franboazlı lütfen!”
“Yemek?”
“Önce dondurma alayım, sonra yemek mönüsüne bakarım, teşekkürler”
Klasik olacak ama evet, kızgın kumlardan, serin sulara inmek böyle bir şey olsa gerek!
Yemeğimi söylerken, garson itiraz etti: “Bunu söyleyenler, pek memnun kalmadılar!” Makarna salatası oysaki benim en sevdiğim yemeklerdendir. Siparişimde ısrar ettim, garsonda kendi düşüncesinde… Sonra bakışlarımdan ne kadar kararlı olduğumu anladı ve ‘günah benden gitti’ şeklinde masadan ayrıldı.
Çantamdan kitabımı çıkardım: “Varlığın Metafizik Boyutu” Güzel bir yemek ve okumaydı doğrusu… O ana kadar yaşadığım sıkıntıları bir nebze olsun unutturdu bana… Özellikle müessesenin sahibesinin herkese “hoşgeldiniz” diyerek hal hatır sorarak benim yanıma gelmesi, okuduğum kitapla ilgilenip, bir parça ettiğimiz güzel sohbette üzerine, çikolata sosu oldu. Teşekkürler.
Yarın yıllık izne çıkıyoruz. Güzel kızım Dilhan, eşim ve ben. Bu bizim ilk tatilimiz. Bir parça gerginliğim de bundan olsa gerek.
Selam ve saygı ile…