Döv Beni Döveyim Seni (III)

Şiddetin iki yönü olduğunu söylemiş, şiddet uygulanan kesimle ilgili düşüncelerimi yazmıştım. Ama asıl soru ise bu şiddeti uygulayandaki duygu halidir.

Bana en çok dokunan şeylerden biri hekimlerin “sen” diye hitap etmesi ve bana çocukmuşum gibi davranmasıdır. Çileden çıkıyorum.

Bir başka şey bir iş yeri sahibinin, sadece o iş alanında “para” kazanmayı becerdi diye benim başöğretmenim olmaya çalışma hevesi, hele hele bu son zamanlarda fena yaygınlaştı, “ben senin ekmeğini veriyorum” mantığı varya, beni deli ediyor. Yahu ben benim ve eğer kendime güveniyorsam o ekmeği allem eder kallem eder  kazanırım, ne havalara giriyorsun? Bir sonraki aşama da en az bu aşama kadar rahatsızlık verici olduğu için böyle tepki veriyorum çünkü Türkiye’de son 20 yılda işyeri sahibi çalışanı istediği gibi işten çıkartabiliyor, böyle bir özgürlükleri var ve dibine kadar kullanıyorlar. Eh böyle bir gücü elinde tutuyor olmak da böyle “tempra” durumlar yaratıyor sanırım.

Mesleğinin gerektirdiği psikolojik altyapıya sahip olmayan öğretmenlerin durumu da işte üç aşağı beş yukarı böyle. Güç onun elinde ve hertürllü kullanıyor ve çekinmiyor.

Mülki amirler, bürokratlar, üst düzey siyasetçiler ve özel şirketlerin üst düzey yöneticileri ve patronların durumu ise son 25 yılda fena halde değişti. Artık halkına hizmet aşkıyla yanıp tutuşmak yerine bilmem ne kadar para veya emek yatırdığım bu “iş” veya “yatırım dan şu kadar kar sağlamam gerek” mantığı tamamen ve tüm açılımlarıyla oturmuş durumda. Sadece kendileri var ve kendi isteklerini engelleyecek kim varsa en ağır yumruklarıyla tepesine inmeye hazırlar.

 Devlet “ekmek kapısı” dır. O yüzden tüm memurları devletleri ne veriyorsa ona razı olmak zorundadır. Nedir öyle sendika filan?

 Esas sendikaya sinir olan ise özel sektör iş sahipleridir.Aslında onlar için şöyle bir öneri sanırım yerinde olur.Kölelik sistemi geri gelsin! Nasıl? Bence gayet iyi, çünkü zaten keyfi davranma konusunda hiçbir sıkıntıları yok, o yüzden bunu resmileştirmenin de bir sakıncası yok. Yani yaklaşık 10 – 12 saat ortalamayla çalışan ve mesai ödenmeyen çalışanın vızıltısıyla uğraşmaktansa basarsın tekmeyi gider olur biter.

 

Bu toplumda şiddetin geleneksel olarak oluşup, yayılışı taa Orta Asya’ya ve İslamiyet’in kabulüne kadar iyi gider. İki ana odak vardır. Birincisi aile ikincisi ordu.

 

Ailede mutlak hakim erkektir ve her türlü şiddeti uygular. Orduda ise ast / üst arasındaki her türlü şiddet bilinir ve susulur.

 Her iki durumda da şiddet “normal” karşılanır ve ses çıkarılmaz.

 Aile içi şiddetle ilgili uzun uzun yazacağım o yüzden bu yazıya dahil etmek istemedim. Ordudaki şiddeti  yazmaya ne yazıkki cesaretim yok ve şu son zamanlarda Cumhuriyet, özgürlük ve çağdaşlık karşıtı “sistem” in ordu ile fazlaca uğraşması beni epey zedeledi, üzdü ve kızdırdı,bu yüzden yazmayacağım.

 Bu toplumdaki şiddeti irdelemek ve anlatmaya çalışmak bu yazıda olduğu kadar kısa ve detaysız değildir. Ben sadece sebep-sonuç ilişkisinden yola çıkarak oluşan şiddetin iki tarafını başlılar halinde örneklemeye çalıştım.

 Tüm bu hengameden sonra yine bu toprakların çok sevdiğim bir sözü ile bitireceğim;

 Keser döner sap döner, gün gelir hesap döner !

 Kalın Sağlıcakla       

print

Bir cevap yazın