DTP Hakkında uzun zamandan beri beklenen kararını Anayasa Mahkemesi 11 Aralık 2009’da “Kapatma Kararı” olarak ilan etti. Anayasa Mahkemesi karar vermek için iki buçuk yıl bekledi. Kimse bu beklemenin mana ve önemi hakkında bir bilgiye sahip değil. Kararda, Ahmet Türk ve Aysel Tuğluk’un milletvekillikleri iptal edilirken, “dağa çıkmanın gereğinden” söz eden milletvekilleri hakkında bir kararın olmayışının mana ve önemi hakkında da kimse bilgi sahibi değil. Kapatma iddianamesi iki buçuk yıl önce hazırlandığı için, geçen bu süre içinde olup bitenler iddianamede karşılığını bulmadı denilmektedir. İki buçuk yıllık süre içinde olup bitenlerle ilgili olarak iddianamenin güncellenemeyişinin mana ve önemi hakkında da kimse bilgi sahibi değil. Acaba neden?
DTP’yi PKK’dan bağımsız bir kuruluş olarak düşünmek mümkün değildir. Herkes de teslim etmektedir ki DTP, PKK’nın uzantısıdır. Nitekim PKK’nın hiçbir işini eleştiremediği gibi, PKK’ya rağmen hiçbir girişimin içinde de olamamıştır. Kürt Sorunun için, sürekli olarak, “Öcalan muhatap alınmalıdır” kampanyalarına öncülük etmiştir.
Asıl sorunda buradan kaynaklanmaktadır. PKK’nın uzantısı bir partiye izin vermek, sonra da senin PKK ile ilişkin varmak demek tutarlı değildir. DTP zaten PKK’nın partisidir. Ondan nasıl ayrı ve bağımsız davranacaktır? Bunu hukuk adına, demokrasi adına beklemek bir akıl tutulması hali olmalıdır. DTP’nin ise, PKK temsilcisi ve uzantısı haline rağmen, sokaktaki şiddet gösterilerine ev sahipliği etmesine rağmen ara sıra “şiddeti kınaması” da mizahi değerinden öteye ne anlam ifade edebilir? Terör örgütünün paravanı olan bir partinin ar sıra böyle iddialarda bulunması da “alemi kör ve sağır zannetme hali” olmalıdır.
Milletvekilliği düşürülenlerle birlikte 37 kişiye beş yıl siyaset yasağı getirilmiştir. Eğer gerçekten bu kişiler hakkındaki iddialar sübut bulmuş ise doğrudan bu kişilerin cezalandırılması yerine bir tüzel kişilik olan partinin kapatılması hali de makul olmaktan uzaktır. Sonra bu 37 kişi gerçekten siyaset yapamayacak mıdır? Yani ağırlaştırılmış müebbet hapis cezası olan Öcalan’ın bile siyaset yapması engellenmez iken onun bazı meczup taraftarlarına siyaset yasağı getirmenin de hiç bir makul açıklaması yoktur.
DTP, kapatılması halinde “Sine-i Millet’e döneceğini” ilan etti. DTP’nin sinesi gerçekten millet midir? Yoksa PKK’mıdır? DTP varlığını millet desteği yerine daha çok PKK’nın silahlı gücüne borçludur. Bunun bir sonucu olarak bu güne kadar, “barış isteme” iddialarına rağmen, hiçbir zaman PKK’nın açıkça silah bırakmasını istememiş, onların silahlı eylemlerinin yanlışlığını açıkla(ya)mamıştır. DTP’lilerin görüş ve kararlarının sahibi bu yüzden seçmenleri değil PKK’dır. DTP demokratik siyasetten çekilirse dönebileceği yer ancak sine-i millet değil “Sine-i PKK’dır.” Partilerinin kapatılması veya bazı milletvekillerinin, milletvekilliklerinin iptali halinde “TBMM’den çekileceğiz, ayrılacağız” iddialarına rağmen, TBMM’den çekilemezler, istifa edemezler. Çünkü bu davranışları PKK’nın genel siyasetine, yani her alanda PKK görüşlerinin propagandasının yapılası tutumuna uygun değildir.
AB adına açıklama yapanların DTP kararı sebebiyle, Türkiye’yi suçlamaları yeni bir iki yüzlülüktür. RP ve FP gibi partilerin kapatılmasına demokrasi ve hukuk adına destek veren AB’nin yine demokrasi ve hukuk adına DTP’nin kapatılmasına üzülmesi “sömürgeci şımarıklığına” benzemektedir. Hangi partinin kapatılıp kapatılmayacağını siz takdir edemezsiniz diye özetlenebilecek bir zihni arka planın dışa vurulmasıdır. Oysa DTP gibi, İspanya’da bir terör örgütünün yan kuruluşu gibi çalışan partinin kapatılmasını aynı AB desteklemiştir.
Herkes bilmektedir ki Kürtler de aslında tek bir görüşten, eğilimden ibaret değildir. Zaten milyonlarca insanın tek bir görüşten ibaret olması da beklenemez. Ancak Kürtlerin içinde PKK’dan başka farklı görüşleri olanlar bunu nasıl açıklayabilirler? Açıklasalar bile kendilerinin can güvenliğini nasıl koruyabilirler? PKK’dan farklı görüşleri olanlar özgürce siyaset yapabilirler mi? Hayır yapamazlar? PKK’nın varlığı öncelikle Kürtlerin siyasi ve fikri hakları için bir engeldir. PKK’ya rağmen siyasi tutum benimseyenler öldürülerek tasfiye edilmişlerdir. PKK bu haliyle Kürt özgürlüğünün ve demokratikleşmesinin önünde çok büyük bir engeldir. Kürtlerin makul şikayetlerini ortadan kaldırmak (çözmek) isteyenlerin öncelikle PKK’yı tasfiye etmesi gerekir. Bir köyde veya ilçede PKK’nın partisine oy vermeyenleri kim koruyabilir? İktidar partisi bile bazı il ve ilçelerde kendi binalarını, taraftarlarını koruyamazken, iktidar korumasından mahrum Kürtleri, PKK saldırılarına karşı kim koruyabilir? Hiç kimsenin koruyamayacağı açıktır. PKK’nın kepenk kapatma eylemleri bunun açık bir misalidir. Eylemlere katılmayanların dükkanları korunabiliyor mu? O dükkanların yakılmasını, yağmalanmasını devlet güçleri engelleyebiliyor mu? Hayır TV kameralarının önünde bu dükkanlar yakılıp yağmalanabilmektedir.
İşte bu yüzden PKK, “Kürt Açılımının” önünde engeldir. Açılım için, demokrasi için, öncelikle PKK’nın tasfiyesi gerekir. Türkiye kendi güvenliği için, vatandaşlarının güvenliği için PKK’yı tasfiye etmek zorundadır. PKK’nın bu günlere ulaşmasının ardında hiç şüphesiz komşu ülkeler kadar AB ve ABD’nin doğrudan veya dolaylı destekleri vardır. Bu yüzden PKK’nın tasfiyesi için AB ve ABD yardımlarına umut bağlamakta beyhude bir beklentidir. Türkiye’ye karşı, bir koz olarak kullanabilecekleri PKK’nın gözleri önünde eriyip gitmesine, yok olmasına niçin destek olsunlar?
“Düşük yoğunluklu savaş” hikayelerini 30/40 seneye yaymak yerine , Türkiye bütün imkanlarını PKK’yı tasfiye etmeye yöneltmedikçe, can korkusu sebebiyle veya karşılaştığı zorluklar sebebiyle bazı Kürt vatandaşların PKK partilerine, eylemlerine katılımlarını da bir kınama sebebi yapmak haklı ve makul değildir. PKK’ya katılmak için dağa çıkanları engellemek bir yana, cezaevindeki Öcalan’ın örgütünün yönetmesini engelleyemeyen bir yönetimin, can derdindeki vatandaşlarının PKK’ya olan eğilimini kınaması ne ölçüde insani değerlerle bağdaştırılabilir?