Türkiye’nin üç tarafının düşmanla çevrilmiş olmasına karşılık dört bir tarafının düşmanla çevrilmiş olduğu iddialarını eskiden beri bir taraf ısrarla savunurken bir tarafta tam aksine bu iddiaların paranoya olduğunu tekrarlayıp durmaktadır. Acaba bu taraflardan hangisinin iddiası ne ölçüde gerçeği yansıtmaktadır?
En batıdan Türkiye’nin kuzey batı komşusu Bulgaristan ile bu konunun çözümlemesi yapıldığında, Türkiye’nin en çok sorunlu olduğu komşulardan birisi idi. Bulgaristan’da azınlık durumunda olan Türklere büyük baskılar sıkça haber olurdu. Bu haberler ayyuka çıktığında ancak Türkiye’yi yönetenler dikkate almak zorunda kalırlar idi. Bulgaristan’da hükümetlerin yapabileceği her türlü baskı Türklere yapılırdı. Hızını alamayan Bulgar yöneticileri bazen yüz binlerce Türk’ü 1989’da olduğu gibi zorla Türkiye’ye göç ettirebilmiştir. Türkiye’yi yönetenler ise bu baskılara zulümlere engel olamamışlardır. Ancak 1991’de Bulgaristan’da sosyalist idarenin yılmasından sonra ve Bulgaristan’ın AB’ye üye olma çabaları ile birlikte Bulgaristan Türkiye’nin “düşman gündeminden” çıkmıştır. Kimse artık Bulgar tehdidinden söz etmemektedir. Her ne kadar Türkiye’nin Meriç nehri üzerinde ortak baraj yapma ve Meriç sularını kontrol altına alma çabalarını Bulgaristan hükümeti kabul etmeyerek yılda bir iki kere Edirne’yi sele verse de yine de bu durum bir “düşmanlık” olarak algılanmamaktadır.
Yunanistan ile Türkiye’nin karşılıklı azınlık sorunları vardır ki kolay kolay biteceğe de benzememektedir. Batı Trakya’daki Türk azınlığın buna karşılık İstanbul ve evresindeki Rumların durumları her zaman şikayet konusu olduğu gibi artık yılan hikayesine dönen Kıbrıs ve egedeki kıta sahanlığı konusu da her zaman her iki tarafın kendine göre iddiaları olmuştur. Türkiye’ye karşı faaliyet yürüten bütün terör örgütleri de başta PKK olmak üzere Yunanistan’ın özel ilgisine ve yardımına mazhar olmaktadır.
Suriye Manda idaresinden kurtulduğu 1936’dan başlayarak Türkiye ile bir sınır sorunu yaşamıştır. Hatay ilini kendi sınırları içinde gösteren haritalar Suriye’nin resmi haritaları olagelmiştir. Türkiye’nin Fırat nehri üzerine yaptığı barajlar bile Suriye’nin itirazlarına sebep teşkil etmiş, Hatay ve su meselelerine bağlı olarak Suriye yönetimleri Türkiye’ye karşı hep düşmanca davranmışlardır. Uzun yıllar PKK’nın merkezi Suriye’de olmuş nihayet Eylül 1998’de dönemi Kara Kuvvetleri Komutanı Atilla Ateş’in Suriye sınırında açıkça Suriye’yi “sabrımız taşmıştır” diye tehdit etmesinden, benzeri açıklamaların Başbakan ve Cumhurbaşkanı tarafından da tekrarlanmasından ve Türkiye’nin kısa sürede Suriye sınırına önemli bir askeri yığınak yapmasından sonradır ki Suriye’ni eli kanlı diktatörü Hafız Esat durumun vahametini anlayarak Ekim 1998’de Öcalan’ı Suriye’den kovmuştur. Savaş tehlikesi de böylece ortadan kalkmıştır. Türkiye’yi yöneten kadronun Öcalan ve PKK için Suriye’yi niye on yıl gecikmeli olarak tehdit ettikleri de hala anlaşılmış değildir. Mayıs 2000’de Türkiye ve Suriye arasında bir Adana mutabakatı imzalanmış ve Suriye PKK’lılar için barınma yeri olmaktan çıktığı gibi bazı PKK’lılarda Suriye makamları tarafından Türkiye’ye teslim edilmişlerdir. Böylece Suriye ile Türkiye arasında başlayan bu iyi ilişkiler aratarak günümüze kadar gelmiştir. Suriye’de böylece Türkiye’nin “düşman gündeminden” çıkmıştır.
Türkiye Irak ilişkileri her zaman med cezirli bir seyir takip etmiştir. 1926 Ankara anlaşmasına kadar Türkiye’nin Musul ve çevresinde hak etmesini Irak’lı yöneticiler “kalıcı sorun” saymaya devam etmişlerdir. Irak’ta Arap ve Kürt nüfustan sonra üçüncü sırada olan Türkmenlerde Iraklı yöneticiler için “Türkiye sorununun” bir başka vechesini oluşturmuştur. Her ne kadar Ankara anlaşması ile Türkiye hem Musul’u hem de Türkmenleri unutmuş ve bu iki konu hakkında anlaşmaya tek cümle yazdırmamış ise de Irak tarafı “Türkiye sorununun” hiç unutmamışlardır. Musul ve Türkmenlerden sonra birde Kürtler iki ülke arasındaki sorunun devam etmesinin başka bir tarafını devam ettirmiştir. Çünkü zamanla görülmüştür ki, Irak Türkiye’deki Kürtleri Türkiye’ye karşı bir koz bir pazarlık unsuru olarak kullanmaya çalışırken bunun en somut örneğini de PKK’nın hem İran/Irak savaşı bahanesi ile 1980/1988 döneminde hem de 1991/2003 döneminde çekiç güç ve irinci körfez savaşı sonuçları bahanesi ile Irak topraklarında üstlenmiştir. Irak hükümeti de PKK’dan yardımlarını hiçbir zaman esirgememiştir. 1988’den başlayarak Türkiye’de Irak’ın ayrılıkçı Kürt liderleri Talabani ve Barzani’ye her türlü yardımı yapmıştır. Türkiye’de Ankara anlaşması öncesi sınırları isteyen kalmamıştır ama Türkmenler ve Kürtler Türkiye ve Irak arasına “ana sorun” olmaya devam etmektedir.
Nüfusunun neredeyse yarısının Türklerden oluşmasına karşılık ne Şahlık döneminde ne de Şahlıktan sonra Türkiye, İran’daki Türk muhalefetine yakınlık göstermemiştir. Ancak 1979 İslam devriminden sonra İran’dan kaçan rejim muhaliflerinin Türkiye’de barınmalarına izin verildiği buna karşılık PKK’nın 1990’lardan başlayarak İran topraklarında da üstlendikleri hakkında da Türk makamlarının karşı iddiaları hiç eksik olmamıştır. Bu iddialara rağmen her iki ülkenin iyi ilişkileri belli bir seyir çizgisi ile devam etmiştir. Buna karşılık her iki tarafın resmi makamlarının biri birlerinin rejimlerinden ve rejimlerin sembol isimlerinden hiç hoşlanmadıkları hatta rejim muhaliflerinin de karşılıklı olarak hoş görüyle barındırıldıkları iddiaları da hiç eksik olmamıştır.
Türkiye ile çok az bir sınır çizgisine sahip olan Azerbaycan “iki devlet bir millet” sloganı ile açıklanan bir yakınlığa sahiptirler. Zaman zaman Azerbaycan’da, Türkiye’den giden bazı kimselerin hükümet darbesine teşebbüs ettikleri, Cumhurbaşkanına suikast planladıkları haberleri görülmüş ise de iki ülke arasında kalıcı bir soruna yol açmamıştır.
Türkiye’nin doğudaki komşularından Ermenistan ise 1991 bağımsızlık bildirisinde ve Anayasasında Doğu Anadolu’yu “Batı Ermenistan” ilan etmiştir. 1993’te ise Azerbaycan topraklarının bir bölümünü işgal etmiştir. Milyonu aşkın Azeri’nin mağdur, mazlum ve muhacir olmasına yol açmıştır. Türkiye’de bu gelişmelere bağlı olarak sınır Ermenistan sınır kapısını kapatmıştır. 1915’te Doğu Anadolu’dan Ermeni nüfusunun hükümet zoru ile tehcir edilmesi esnasında Ermenilerin katliama uğratıldıkları iddiaları da Türkiye ile Ermenistan arasında başka önemli bir sorun oluşturmaktadır. Her ne kadar Ermenistan ile 10 Ekim 209’da imzalan protokol ile bu sorunlar aşılmaya çalışılıyor ise de, Ermenistan ile olan bu sorunların bir protokol ile ve kısa sürede aşılabilmesi hayli zor görünmektedir.
Gürcistan ise Türkiye’nin neredeyse en sorunsuz komşusudur. 1878 Berlin anlaşması ile Rusya’ya bırakılan Kars/Ardahan ve Batum, 3 Mart 1918 Brest-Litowsk anlaşması ile Osmanlılara iade edildi. TBMM ilk açıldığında da her il gibi Batum’da Ankara’ya milletvekili gönderdi. Ama 1921 Kars anlaşması ile Türkiye, Batum’un Gürcistan’a aidiyetini kabul etti. Günümüzde Türkiye ile Gürcistan arasında iyi ilişkiler artarak devam etmektedir.
Görüldüğü gibi Yunanistan-Irak-Ermenistan gibi ülkelerle Türkiye’nin tarihten devr aldığı sorunları devam etmektedir. Diğer komşuları ile olan sorunları ise dönemsel mahiyettedir. Dönemin şartlarına ve ilgili ülkelerin tutuna bağlı olarak çözülmekte (Bulgaristan ve Suriye örneğinde olduğu gibi) veya devam etmektedir. Ancak Ermenistan-Irak ve Yunanistan ile olan anlaşmazlıkları ise oldukça eski ve çözülmesi zor sorunlardır.
Bu sorunlardan söz edilmesi bir paranoya olabilir mi? Çünkü Türkiye’nin tarihi şartları ve coğrafi durumunun yol açtığı sorunları yok saymak sağlıklı bir zihne işaret etmez. Üstelik Türkiye’nin bazı komşuları ile olan tarihi ve köklü sorunları için, Türkiye tarafını sorumlu saymakta gerçekçi bir tutum değildir. Buna rağmen Türkiye’de bazı çevreler bu sorunlar için Türkiye’yi sorumlu görebilmektedir.
Hükümete yakın olma becerisini gösteren bazı çevrelerde de aynı tutum görülmektedir. Çözümsüzlük çözüm değildir sloganını her konu için ve her komşu ülke için tekrarlamanın da bir çözüme katkı sağlayacağı kuşkuludur. Hükümete yakın olma becerisini elde eden bazı çevreler bu sloganı dillerinden düşürmeyerek tekrarlasalar bile bir çözüme ulaşamamaktadırlar. Türkiye tarafının suçlanması, Türkiye’nin bu sorunlara yol açtığının iddia edilmesi ise daha çok eğitimli bir cehaletin ürünü olarak önümüzde durmaktadır.
Maalesef, merkez ülke, stratejik derinlik gibi sloganlarda Türkiye’nin şartlarını ve sorunlarını kapsamaktan hayli uzak kalmıştır. Türkiye’nin Irak ve Ermenistan ile hal yoluna girmiş gibi görünen sorunları ise katlanarak geleceği taşınma niteliğine bürünmüştür. İşte Ermeni açılımı ile Türkiye Ermenistan arasındaki sorunların ne ölçüde ve ne kadar çözülebileceği anlaşılmadan Türkiye ile Azerbaycan arasındaki ilişkiler “Bir millet iki devlet” anlayışından “iki millet iki devlete” dönüşmüştür. Bu durumun ise stratejik derinlik değil aksine büyük bir stratejik sığlık olarak sonuçlanması kuvvetle muhtemeldir.
Komşularla sıfır sorun ise, Türkiye’nin yapabileceği bir iş olmaktan uzaktır. Çünkü Türkiye eğer sorunların sebebi ise bu sorunları ortadan kaldırarak sıfıra indirdiğinde bölgesel barışa büyük bir katkı sağlamış olacaktır. Ancak sorunun sebebi Türkiye değil de mesela Yunanistan, Ermenistan ise bu durumda Türkiye’nin “komşularla sıfır sorun”uda derde deva olmaktan uzaktır.
Türkiye’nin dört bir yanı düşmanla çevrilmiştir sözü ne kadar abartılı ve paranoyalı bir bakışın ip uçlarını taşımaktaysa, Türkiye’nin komşuları ile bir sorunu yoktur veya sorunlarının sebebi kendisidir gibi bir bakış ve telakki de son derece isabetsiz ve avami bir bakışın stratejik derinlikten uzak bir bakışın tezahürüdür.