Ehl-i Palavra vel Cemaat’in Başaldatıcıları ve Yaşar Nuri

Ehl-i Palavra vel Cemaat’in Başaldatıcıları ve Yaşar Nuri Öztürk

Yaşar Nuri Öztürk ile şahsen tanışmadan önce ismiyle tanışmıştım… 1986 yılında Cağaloğlundaki bir ajans yoluyla kitaplarımı yayına hazırlıyordum… Orada Yaşar Nuri’nin bir kitabını görmüştüm. Tasavvuf üzerine bir kitaptı… O günler kitapları en çok satan genç bir Sünni yazar idim. Ama aylar süren bir sorgulamadan sonra 1 Temmuz 1986’da yaşadığım bir paradigma değişiminden sonra bu kimlikten intihar etmeye karar vermiştim. Her şeyi göze alarak…

Yaşar’a yönelik saldırıların karakterini, amacını ve niteliğini bizzat deneyimlerimle çok iyi bilirim. Yaşar ile yollarımız bazı konularda birleştiği ve bazı konularda ayrıldığı için, Yaşar’ın özel hayatıyla ilgili olumsuz gelişmeleri bahane bilerek ona yönelik belden aşağı saldırı kampanyası başlatanların cemaziyel evvellerini öğrenmeniz ve böylece onları daha iyi tanımanız için birkaç paragrafla yirmi yıl kadar geçmişe gideceğim ve tekrar konumuza döneceğim. 

Muhammed peygamberin vefatından iki üçyüz yıl sonra hadis uydurukçularının oluşturduğu mezhepleri din edinmekten vazgeçip kendimi ve hayat tarzımı sadece Allah’a özgülemeye karar vermiştim. Her ne zaman O’nun tekliğine tanıklık ederken Allah’ın ismini tek başına bırakmayıp başka isimler eklemeyi marifet sayıyordum. Ama o geceden itibaren “La ilahe illalllah” tan sonra Allah’ın yeterliliğine ve tekliğine gölge düşürücü virgüller koymak yerine nokta koydum…

Eski arkadaşlarım ve yoldaşlarım olan Ehli Sünnet vel Cemaat mücahitleri kitaba ve akla dayanan tartışmalarıma karşı ayetleri bağlamlarından kaydırarak, saçma sapan çelişkili hadisler naklederek, hakaretler yağdırarak, iftira ve tehditler savurarak karşılık verdiler… Dergilerde aleyhimde düzinelerce makaleler yazıldı… O günün Türkiye, Zaman, Milli Gazete, Tercüman gibi dinci ve milliyetçi gazetelerinde adım “Mürted” sıfatıyla manşetlere çıkarıldı… Sünni mezheplere göre mürtedin hayat hakkı yoktu; malı ve canı helaldi. Mürted kelimesi “bu adam ölümü hakketmiştir” fetvasının kod ifadesidir. Sunnilik dinini gıdıklayarak ve bazen tırmıklayarak sorgulayan “İlginç Sorular 2” adlı kitabıma yönelik ilk eleştiriyi yazan babam Sadrettin Yüksel’in iki makalesi Mehmet Metiner’in çıkardığı Girişim Dergisinde yayımlandı. Bana olan sevgisinden dolayı babam o kod ifadeyi kullanmamıştı ama dinci gazetelerin haber başlıkları ve makaleleri babama iftira ile yakıştırdıkları “mürted” yaftasını kullanarak hakkımda babamın ağzından ölüm fetvaları çıkardılar. Kitaplarımın kitapçılardan Sünni çeteler tarafından zorla toplatılıp yasaklandığı, düşüncelerime ve tartışmalarıma karşı yayınlanan makalelere cevap verme hakkımın engellendiği, kendi imkanlarımla bastırdığım cevaplarımın matbaadan çalındığı, ve hayatımın tehdit edildiği o dönemde Amerika’ya hicret etmekten başka çarem kalmamıştı.

Yaşar Nuri’ye mesajını halkla paylaşma imkanı veren laik medyanın gazeteleri ve yayınevleri, babası dahil Selametçisinden Nurcusuna, Sünnisinden Şiisine, Akıncısından Ülkücüsüne, Sızıntısından Sıkıntısına, Fethullahçısından Yeni Asyacısına, Süleymancısından İmam Hatiplisine kadar tüm dinci kurumlar ve medya tarafından icma ile aforoz edilen ve kitapları çeteler tarafından yasaklanıp toplatılan ve Ali Bulaç, Mehmet Metiner, Ali Ünal gibi demokratik görünümlü Sünni yazarların bile katıldığı acımasız bir linç ile susturulan ve hedef gösterilen 27 yaşındaki o saf ve cesur yazara savunmasını yapabilmesi için kapılarını açmadılar. O korkak ve iğrenç linç kampanyasını birkaç kez haber olarak verdiler o kadar. Haftalık Nokta dergisi olayı kapak konusu yaptı. Aleyhimde bir sürü Sünni ve Şii yazarın ve dinadamının verdiği demeçleri alıntılayarak. O günler, şahsıma yönelik iftiralara ve tezlerime yönelik eleştirilere cevap vermemi sağlayabilecek özel televizyon yayınları da yoktu…  

Hicret ettikten üç yıl sonra İnglizce olarak yazdığım ilk kitabı Türkçe’ye çevirip 1992 yılında Türkiye’de “Müslüman Dinadamlarına 19 Soru” başlığıyla yayınlattım. O küçücük kitap, Allah + peygamber + sahabeler + tabiin + mezhep alimleri + mezhep alimciklerin + falanca hoca + filanca şeyhten oluşan şirket dininin ilk peygamberden son peygambere kadar tüm peygamberlerin tebliğ ettiği İslam ile alakası olmadığını tartışıyordu. Akıllarını kullanmaktan çekinmeyenler Muhammed peygamberin tebliğ ettiği biricik kitap olan Kuran ayetleri üzerinde hadis ve mezhepler yoluyla yapılan şeytani çarpıtmaları farkettikten sonra Kuran’ı yeniden keşfediyordu. O küçücük kitap (ve daha sonra izleyen Mesaj meali ve İslami Reform için Manifesto kitabı) binlerce kişinin Muhammed peygamberin özgürleştirici ve ilerletici mesajını tekrar keşfetmesine sebep oldu. Kitaplarımı dağıtan birkaç gencin verdiği habere göre o kişilerden birisi de o zaman İstanbul İlahiyatta profesörlük yapan Yaşar Nuri idi…

Ancak Yaşar Nuri hadisleri ve sünnetleri kategorik olarak reddetmek yerine onlardan Kuran’a uygun gördüklerini seçmeyi tercih etti. Bu dolaylı metodu hep yanlış buldum. Kendisini bu konuda birkaç kez eleştirdim… Kendisiyle sadece bir kez bir televizyon programında buluştum… Tamamen rastlantıydı… Bir iş için İstanbul’a birkaç günlüğüne gitmiştim ve Yaşar’ın isteği üzerine programına katılmaya karar verdim. Yaşar büyük bir pot kırmıştı. 1997 yılında Hans Aiberg adıyla arzdan arşa kadar saçmasapan iddiaları bir tutam ayetle, bir kepçe bilimsel jargon, bir kova astroloji, bir tencere tasavvuf ile karıştırıp satan bir şarlatanı adam yerine koyup övme saflığını göstermişti… Öylesine bir sahtekarın tuzağına düşmesine üzülmüştüm. Daveti üzerine Flash TV’de yönettiği bir sohbet programında o adamın hezeyanlarını ifşa etmek için katılmıştım…

Başörtü yasağı konusunda despot ve tektipçi zihniyete karşı gereken tavrı takınmamasını da yanlış buldum ve kendisini bu konuda çokça eleştirdim… Başörtünün Kuran’da olmadığını ta 1986-1988 yıllarında Türkiye’de ilk gündeme getiren biri olmama rağmen başlarını örten kızlara yönelik yasakçı ve düşmanca tavrı büyük bir haksızlık olarak gördüm ve eleştirdim. (Bak: “Takanlar ve Takılanlar”, Ozan Yayıncılık).

Benim sunnilik dinine yönelttiğim eleştirilere adam gibi cevap veremeyince, mantık biliminde “ad hominem” denilen mantıksızlık yöntemini seçenler şahsım hakkında nice iftiralar düzdüler ve düzmekteler… Beni Bahailere katılmakla, Mason olmakla, Moon Tarikatına mürit olmakla suçladılar. En son aldığım bir habere göre benim Hristiyan olduğumu bile uydurdular… Hatta o iftiracılardan biri Moon Tarikatından bir milyon dolar aldığım iftirasını benimle çıktığı bir televizyon programında iddia etme cüretini gösterdi.

Katıldığım Ceviz Kabuğu programlarının birinde 2002 yılının bir Ramazan gecesi karşıma çıkarılan Ali Eren adındaki Sunni yazar, hadislerine, sünnetlerine ve sepetlerine yönelttiğim eleştirileri cevaplamakta zorlanınca şahsıma hakaret ve iftira etme yolunu seçti. Böylece, dile getirdiğim gerçekler üzerinde halkın düşünmesini engellemek istiyordu. Milyonlarca seyircinin önünde benim Moon Tarikatı müridi olduğumu ve onlardan bir milyon dolar aldığım iftirasını yaptı. Sunnilere göre “mürtedlere” iftira atmak hurmayla oruç açmak, misvakla diş fırçalamak kadar sevap galiba. Kendisini televizyon ekranında bu iftirası için mahkemeye vereceğimi ilan edince Ali Eren kem-küm ederek bocaladı. Nitekim program sunucusunun soruları karşısında bu konuda hiçbir delile sahip olmadığını itiraf etti. Programdan sonra da kendisini mahkemeye vermemem için Hulki’nin yanında bana yalvardı. Ben de korkudan da olsa pişmanlık gösteren o namerdin korkusunu dindirmek için kendisini mahkemeye vermeyeceğime söz verdim.

Devamı Yarın…

print

Bir cevap yazın