Eko Turizm Diyoruz Kendimizi Yiyoruz

İnsan sağlığını ve yaşam alanını olumsuz etkileyen hava, su, toprak, gürültü ve görsel kirlilik, turizme  balta vuran olgular olup insanın bulunduğu yahut elinin değdiği yerde, kişinin kendisine ve çevresine saygı duymaması nedeniyle ortaya çıkan kirliliklerdir. Bütün bu oluşan kirlilikler, zaman içerisinde çevreye ve insan sağlığına zararlı mikroorganizmalara dönüşmüştür adeta.  Bu mikroorganizmalar  organize şekilde hareket ederek, insanın kendi kendisini yok etmesine neden olacak zemini hazırlamaktadırlar.

Neticede, ‘Küresel ısınma’ denilen bir tehlike ortaya çıkmıştır ve ufak ufak, ağır ağır, yüzyıllar içerisinde kendisini gösteren bu gizli güç, zamanla tüm dünyaya endişe veren bir hal almıştır. Dünyayı derinden sarsan gizli gücün ortaya çıkışı, şüphesiz turizmi de her yönüyle sarsmaktadır. Küresel ısınmaya bağlı olarak oluşan ilk yan etkiler, mevsim değişimleri olup yaz ve kış turizminin yaşandığı yerlerin rotasını değiştirmeye başlamıştır. Cazip gelen turistik beldeler, günden güne etkisini farklı bölgelere kaydırmaktadır.

Yine bu kirliliklerin yol açtığı bir başka sorun ‘Ozon tabakasının delinme’ kaygısıdır. 1970’lerde CFG gazlarının sprey kutularda kullanımıyla başladığı ve bu gazların zamanla havada (üst atmosfere kadar) salınımı sonucu, ozon tabasında tahribatın oluştuğu bilinmektedir. Son yıllarda yapılan çalışmalarla ozonu parçalayan gazların kullanımının azaltılması yönünde kararlar alınmaya başlamıştır. Zira ozon tabasının delinmesi bütün insanlığın sorunudur ve bu problemin temelinde yatan sebep, kitle üretim teknolojisinin geldiği boyuttur. Havaya yayılan her türlü kirli gaz, artık kirlilikte doyuma ulaşan havanın sabrını taşırmakta ve telafisi güç sorunlara sebebiyet vermektedir. Ozon tabakasında oluşan değişimler, beraberinde turizm etkinliklerinde de aksaklıklara neden olmaktadır.

Uzmanların son yıllarda ‘güneş yararlıdır, güneşlenin bol bol’ ifadelerinin yerini, ‘güneşten yaz mevsiminde mümkün olduğunca uzak durun’ ifadesiyle değiştirdiği ve bu değişimi kayda değer bulmayan insanların, deri yanıkları, cilt kanseri, göz kataraktı, deri kırışıklığı ve beraberinde erken yaşlanma gibi insan sağlığını olumsuz etkileyen sonuçlarla karşı karşıya kaldıkları gözlemlenmektedir.

Kirliliğin yol açtığı bir başka olumsuz sonuç da ‘Asit yağmurlarıdır.’ Sanayinin gelişimi ile elektrik üreten enerji santralleri ve içten yanmalı motorlarda kullanılan fosil yakıtların, başka bir deyişle kömür ve petrol ürünlerinin yanmasıyla büyük miktarda kükürtoksit ve azot gazı açığa çıkmıştır ve havaya büyük zarar veren bu gazlar insanlık için büyük bir tehdit oluşturmaktadır.  Havada asılı duran toz parçacıkları şeklindeki bu gazlar, dünyanın her yerinde asit yağmurları şeklinde havanın ağlamasıyla yeryüzüne boşalmaktadır. Bu oluşumun sonucunda, göller, nehirler, su ve karada süren doğal yaşam zarar görmektedir. Avrupa ve Amerika’da asit yağmuru, ormanları ve gölleri öldürmektedir.

Sonuçta atmosfere zarar veren üç tehlikeyle dünya karşı karşıyadır ve işin acı yönü, mikroorganizma olarak nitelendirdiğim bu güçlerin sebebi de ‘insanlığın kendisidir.’

Hava kirliliğinin yanında aperatif meze çeşidi olarak, su, toprak, görüntü ve görsel kirlilik sunulmaktadır insanlığa. 

İnsan için en önemli yaşam kaynağı olan su, insan vücudunu kapladığı gibi dünyanın da içini kaplamaktadır. Okyanuslarımız dünyanın %71’inine yakınını kaplamaktadır. Okyanuslar, insanlar ve diğer canlılar için yaşam kaynağı olması yanında, yazın ısıyı emerek ve kışın ısı vererek küresel iklimi de ayarlar. Dünya için böylesine önemli bir kaynak da ne yazık ki yine insan elleriyle kirletilmektedir. Endüstriyel tesisler, deniz araçlarının atıkları, ıslak alanların kurutulması, tarımsal ürünlerin (gübre, pestisid, herbisid) etkileri, turizm faaliyetleri amaçlı su kaynaklarının kirletilmesi veya yok edilmesi gibi etkilerin  sonucunda  su kirliliği de insanlığın suçu haline dönüşmektedir.

İnsanlığın bilinçsizce yok ettiği bir başka doğal kaynağımız ise topraklarımızdır. Her türlü kirlilik, toprağın kalitesini bozmakta ve özellikle de zehirli atıkların toprağa bırakılması veya gömülmesi sonucu ‘Toprak kirliliği’ oluşmaktadır. Toprağın kirlenmesine bir başka sebep de tarımsal faaliyetler için zararlı böcek ve yabani otlara karşı kullanılan tarımsal mücadele ilaçlarıdır. Yine insanlığın, kendi çıkarları uğruna doğal yaşama müdahalesi söz konusudur. Ve sonuçta kirlenen her varlığımız gibi, topraklarımız da insanlığın emellerinden nasibini almaktadır.

Bir diğer kirliliğimiz ‘Gürültü kirliliğidir.’ Bu kirlilik çeşidi  de insanların birlikte yaşama olgusu sonucunda oluşan ve insanın fiziksel ve ruhsal yapısını olumsuz etkileyen rahatsızlık verici bir durumdur. Ulaşım araçlarının sesi, eğlence yerlerinin gürültüsü, şantiye-inşaat gürültüsü, diğer insan etkinliklerinin gürültüsü şeklinde ifade edilen bu gürültüler, Türkiye’de ‘Gürültü Kontrol Yönetmeliği’ ile önlenmeye ve gürültüye sebep olan etkiler indirgenmeye çalışılmaktadır.

Bir de turistlerin özellikle gözüne çarpan, bir yerleşim yerine gidildiği vakit ilk dikkati çeken kirlilik çeşidinden bahsedelim. Doğal çevre ve yerel mimari ile uyuşmayan çarpık mimari, düzensiz gelişme ‘Görsel kirliliği’ oluşturmaktadır. Bunların yanında göze hitap etmeyen çevresel her bir düzensizlik görsel kirlilik sebebi olmaktadır.

Görüldüğü üzere kirlilikler saymakla bitmiyor. Tasnifleme yapmaya kalkarsak, her yeni gün yeni bir  alt başlık oluşturabileceğimiz bu kirlilikler, ‘insanlığın eseridir’!

Yeryüzünde kendi rızasıyla, kendi yaşamını bu kadar tehlikeye atmayı seven ve bunu yaparken zevk alan bir başka canlı türü olamaz. Zira Bodrum’da sahil kenarında bir lokantada  yemek yerken gördüğüm manzara tam seyirlikti! Çocuklar balıkları beslemek gayesiyle yemek tabaklarındaki yağlı salatayı denize boşaltıyorlardı (hadi onlar çocuk ne bilsinler) ve sevgili büyükleri de sanki çok güzel bir harekete tanıklık ediyorlarmışcasına gülüşüyorlardı.  Ne güzel değil mi, ‘ Eko turizm diyoruz, çevremizi katlediyoruz ve üstüne üstlük gülüyoruz!’

print

Bir cevap yazın