Eski Kalıntılar

Maide ÖREN

BİLİNÇ ALTI

Yıllar sonra karşılaştığı bir arkadaşına şaşkınlıkla bakar ve bazı isimleri sıralar; “… Hiç gördün mü bunları?”

“Evet” der diğeri. “Bazı zamanlarda karşılaştım çok da iyi görünüyorlardı.”

Şaşırır beriki… “Ama neden hala ortalıkta bu eski kalıntılar?”

Çocukken tanıdığı bütün yaşıtla-rından şimdi “eski kalıntılar” diye söz ediyor, diğeri de bir yerde susmakla onun fikirlerine katlıyor gibi… Dinliyor görünüyor sadece.

Hala çocukluğundaki gibi… Bu yargılardan nasıl kurtulabilir? Kuşkusuz hala çocukluğundaki gibi yaptıkları şeyleri yapmamak, “ortalıkta” olmamak, Aynı şeyi söylememekle, geçmişin çoktan kaybolup gitmiş olmasını istiyor. Ama geçmiş o kişilerin yaşadığını öğrendiğinde sanki yeniden hortlamış gibi…

Kırkına varmış bir insan nasıl kendisini bir “kalıntı” olarak görmez?

Umut içinde yaşamaktan, dostça karşılıklı ilişkilerin hayatında bir değişiklik yapacağına inanmaktan vazgeçerek; kendi sorunlarında işine yarayacak bir çözüm arayarak, kendi kişiliğini geliştirerek.

Gençlik yıllarında insan şaşkın bir şekilde, kendinden olduğu kadar, baş-kalarından da bir şey beklediği, onla-rın “başkaları” olduğunu anlamadığı için, gençliğe umut çağı diyorlar.

Kendimizle başkalarını ayırt edebildiğimiz zaman, yani artık onların gereğini duymadığımız zaman genç olmaktan çıkıyoruz. Ve iki şekilde yaşlanıyoruz; Ya kendimizden bile hiçbir şey beklemeyerek (taşıllaşma, ikinci çocukluğa dönme), ya da yalnız kendimizden bir şey bekleyerek (çalışarak).

Olgunluk yıllarımızda başkalarına karşı iki türlü davranış yolu var; he-pimiz gençmişiz, ama bir ilişki kurmaktan çekiniyor ve bunu biliyormuşuz gibi, ya da hepimiz yaşlıymışız ve bu yüzden herkesin yalnız kalma gerekliliğinin farkındaymışız gibi…

Ya da zamanını beklemeden (bir kalıntı olmayıp) göçüp gitmek…

Ya evlilik? Neden gençlikten olgunluğa doğru atılmış bir adım sayılıyor?

Seçtiğimiz eşi; diğerlerinden ayrı duracak, kendini bizimle özdeştirecek, onun dışında kendimizden başka kimsenin arkadaşlığını aramayacağımız toplumsal hayatımızın çevrili alanı olacak bir eşi öbürlerin arasından seçtiğimizden mi?

Sanki ayık yaşamak için gerekli olan bir bencilliğin üzerine vurulan bir mühürdür bazıları için evlilik…

Bu iki olgunlaşma yolunda birincisi, bize hala genç olduğumuz, başkalarıyla kuracağımız ilişki artık kendi başımıza elde edemeyeceğimiz bir şeyi getireceği umudu gibi budalaca hayallerle bizi oyaladığı için çok güçtür.

Başka bir deyişle, kuşkucu eski kalıntılar yaratır bu yol.

İkincisi daha kolay görünür, ama sinir bozucu ve insanı çok tatsız durumlara sokan bir yoldur bu.

Üstelik öbür insanla şu ya da bu şekilde bir ilişki kurmak gibi boş bir umuda daha da körü körüne kapılmaya yol açar.

Yani toyca kalıntılar yaratır. Her iki durumda da önemli etkenin olgularına karşı direnen iki yetişkin gibi, bencillik olduğunu söylemek gereksizdir.

Bakın şimdi; “eski kalıntılar” sözü-nü duydum nerelere de uzandım…   Başkalarının dili oldum…

Eski kalıntıların (ama insan değil) yaşanan olumsuzluklar olması, kendiliğinden zahmetsiz ortadan kalması ve mutluluğu bulma temennisi ile…

print

Bir cevap yazın