Hayatla aram nasıl?
Ondan tek beklentim sağlık. Tüm sevdiklerimle beraber olabilmek için önce sağlık. Gerisi benim işim.
Çalışmak, okumak, yazmak, söyleşi, muhabbet.. hayatla flört etmek..
Yaşadıklarımdan, yazdıklarımdan ve okuduklarımdan aslında çok şey öğrendim.
Yeri geldiğinde flört edebilmeliyiz hayatla.
Sonu planlanmamış, ama bir o kadar da keyifli bir aşk ilişkisidir bu. Nerede akşam orada sabah değil belki ama, programsız, kendiliğinden oluşan eğlencelerin unutulmaz lezzeti gibidir hayatla flört etmek..
Akıntının tersine kulaç atmasanız da akıp giden sulara yaslanıp sağa sola savrularak keyfine varırsınız yaşamın. Sizi derinlere çekmeye çalışan anaforun varlığını bile bile. Sular ne kadar hırçın aksa da, ne ıslandığınıza yanarsınız ne de sürüklendiğinize.
Peki ya hayat farkında mıdır bütün bunların?
Hayır, o hiç umursamaz sizi. Bildiği gibi akıp gider. Bizli ya da bizsiz. Zaten ciddiyete hiç ihtiyacı yoktur. En gereksindiğiniz anda belki de bırakır gider sizi. İşte bu yüzden asla âşık olmayın yaşama. Flört durumu aşkları kaldırmaz. Beklentiler içine de girmeyin sakın. Çünkü en büyük hayal kırıklıkları en büyük beklentilerden doğar. Hayattan da hiç ciddi bir şey beklemeyin. Zaten büyük beklentiler ilişkileri ve insanları gerginleştirir. Doğru yanlış, yerli yersiz sorgulamaları beraberinde getirir. Didişip dururken aniden ipler kopuverir. Boş yere dökersiniz gözyaşlarınızı. Hayat bize muhtaç değildir de ondan. Bu yüzden çok zorlamayın hayatla ilişkinizi, flört düzeyinde kalsın.
Ama sakın ciddiyetsiz de davranmayın hayata karşı, büyük bir ciddiyetle sürdürün yaşamla olan flörtünüzü, örneğin bir pastanede akşamüstleri bir fincan kahve içmeyi ihmal etmeyin, plansız, programsız dalın sinemaya bir öğle sonrasında. Ama bunu günlük yaşamın vazgeçilmezi de yapmayın. Beklentisiz bir ilişkinin dertsiz tasasız heyecanıyla keyiflenin. Size umulmadık sürprizlere hazırdır hep. Bu da en güzel taraflarındandır tanımsız hayatın.
Hayat asla küsmeye de gelmez. Çünkü bunun da farkında değildir. O ayırmadıkça siz ayıramazsınız yollarınızı. Bu yüzden tarifsiz kızgınlıklarınıza da aldırmaz. Hep yan yana yürürsünüz, o size büyük ve son çalımını atana kadar…
Yetmezlik duygusunu tanır mısınız? Eşin-dostun size yetmezliğini. Sizin için doğru olan insanların arasında bulunmayışınızı.
Ah bu yetmezlik duygusu yok mu?
Hep o duygudur sürekli arayışlara yol veren.
Yetmez size hiç biri; mevcut aş, iş, eş, mevcut baş, mevcut yoldaş…
Daha iyi iş, daha kaliteli aş, daha güzel, daha güncel, daha özel, daha entelektüel arkadaş…
Yakınmıyorum mevcutlardan, hiçbir şikâyetim de yok. Yeterliliklerine de bir şey diyemem..
Ama yetmezlik var ya bu yetmezlik. Hissettirdi kendini hep alttan alta..
Kendim de kendime, dünüm de günüme yetmiyor.
En çok kalabalıklarda çoğalıyor umutlu yalnızlığım…
Ne kadınlar tanıdım zaten vardılar
Hepsi bana yabancıydılar
Belki benden çok şey de aldılar
Yine de uzakta kaldılar…
Kadınlarla tanıştım
Zamanla da çoğuna şaştım
Belki birine-ikisine alıştım
Ama hepsine de gerçekten arkadaştım…
Bir-iki satır karalasam da onlara dair
Hiç birini içimde karalamadım..
Peki “ihanet etme” ortamı, fırsatı hatta “davet edilmişlik” varken, “ihanet edememeyi” bilir misiniz?
Yarım kalan aşklar ve yeterince yaşanamayan sevgiler de insanın içini çok acıtan duygulardır.
Hayatın özü ve yaşamın anlamı üzerine derinliğine sohbet edememek insanın yalnızlığını öylesine besler ki.
Aşkın ve romantizmin zirvesindeyken özgürlüğü yaşamak için “kaçmak” ve kaçarken de hep sevgiliyi özlemek…
Aşkın, özgürlüğün, yazmanın, okumanın ve entellektüel sohbetin çekim alanından kurtulamamak..
Kadınlar vardır, mutluluğu tam yakalayacakken üzerinize öylesine abanır ki özgürlüğü özlersiniz. Oysa sevgi özgürleştirici olmalıdır. Sonsuz mavilikler uçuşmalı içinizin bilinmez derinliklerinde.
Kadınlar vardır, içlerindeki birikmiş kırılganlıkların esiridirler. Ne konuşmanın ne de susmanın iç açıcı yumuşaklığını isterler.
Kimisi içlerindeki dayanılmaz yalnızlığı cehennem dostluklarıyla aşacağını zanneder, kimisi de dokuzuncu senfoniyi yanı başlarındaki bülbülden değil de kargadan dinlemek peşindedirler.
Zordur insanı anlamak, erkekleri anlatmak, kadın-erkek ilişkileri üzerine yazmak, konuşmak çok çok zordur, belki de dünyanın en zor, belalı işidir.
Ne bileyim, bana eyvallah…