‘Tüccar fındığımızın randımanını belirlerken kalbim tıp tıp atıyor”dedi Nimet Anne, yemyeşil otların üzerinden alıp sepetine attığı fındıklara yabancı gözlerle bakarak. “Nasıl oluyor bu randıman işi? dedi bahçedeki amelelerden biri. Nimet Anne anlatacaktı amelelerine bu olayı, ancak, önce uyardı onları.”Hadin yavrum, hadin çocuklar, hem beni dinleyin, hem ellerinize gayret edin, şu bahçeyi, şu güzel havalarda yağmur yağış gelmeden bitirelim, atalım fındıkları harmana”
Fındık işçilerine, yaş, cinsiyet, memleket, etnik köken farkı gözetmeden hepsine “amele” denirdi Karadeniz’de. Onlar; Urfa’dan, Antep’ten, Samsun’dan doğudan, kuzeyden akın akın, yatak- yorgan yollara düşer, her yıl Ağustos ayında ekmek paralarını çıkarmak için gurbetçi olurlardı. Diğer aylarda da başka bölgelere, başka ürünleri toplamaya giderlerdi. Üstü açık kamyonlarla yapılırdı, bu çoluk- çocuk, genç- yaşlı insanların saatler süren şehir yolculukları.
Nimet Anne geçmiş yıllarda olduğu gibi bu fındık zamanında da Urfa’dan gelen amelelere toplatıyordu fındığını. Onlara biraz eski ama geniş bir ev vermiş, beslenme ve diğer ihtiyaçlarını da gidermişti. Yeni ihtiyaçlarını da elinden geldiğince karşılıyordu.
Güneş bahçeyi iyice ısıtmıştı. Bahçeye yeşil bir halı serilmiş gibiydi. Ayrıca yorgun insanları koynuna alacak serin bir gölge uzanıyordu toprakta. Ameleler beş-on daldan oluşan fındık ocaklarına dağılmış, bol konuşmalı, şarkılı-türkülü bir ortamda topluyorlardı fındıkları.
“Hadi Nimet Anne anlat şu Rıdvan olayını “ dedi kara saçlı, ceylan gözlü, genç çocuk. Babası öbür yandan atıldı. “Rıdvan değil oğlum, randıman o randıman!” Nimet Anne başladı açıklamaya; “Bak yavrum, randıman fındığın kalitesini gösterir. Çürüğünü, eziğini ayırır tüccar bu yolla kendince. Şimdi şöyle olur bu iş, senin fındığından yarım kilo tartıp ayırırlar, bu fındıkları betonun üstüne dökerler, tek tek hepsini kırarlar, kabuğunu bir yana, içini öbür yana koyarlar. Şimdi hepimizin gözü iç fındıklardadır. Tüccar o güneş görmemiş eliyle karıştırır iç fındıkları. Artık tonlarca yahut kilolarca fındığınızın kaç liradan hesap edileceği, tüccarın iki parmağının ve oradan dudaklarına yansıyan tek sözcüğün emrindedir. Fındığı parmakları arasında gezdiren tüccar; “ Bu çürük, şu bezik, şu fındık içini iyi doldurmamış, bu az güneş görmüş” gibi sözlerle fındığın kalitesini düşürür de düşürür. Kendine göre sağlam bulduğu fındıkları terazinin bir kefesine, kabuklarını da öbürüne koyar. İşte tam o anda kalbiniz tıp tıp atar, fındığım kaç randıman gelecek, her bir kilosu ne fiyattan gidecek? diye.
Çünkü bir yıllık geçiminiz, ekmeğiniz, yağınız, şekeriniz hep o fiyatın içindedir. Tüccar hiç işlem yapmasa, 50 randımandan ve devletin taban fiyatından kabul etse köylü bir parça sevinecektir. Ancak hiçbiri böyle yapmaz, randımanı elli rakamının altına düşürmek için her fındığı parmakları arasında gezdirir, koklar, avucunda sallar, sonra da notunu verip düşündüğü yere koyar.”
“İşte fındığın randıman hikâyesi böyle “ dedi Nimet Anne, sepete topladığı fındıklara acılı gözlerle bakarak. Amelelerden birine dönüp, “yavrum bak, aslında siz, biz şu komşular, hepimiz birileri için çalışıyoruz. O birileri ki, eli-yüzü güneş, sırtı-başı yağmur, ayakları çamur görmesin, devletten düşük faizle aldığı krediyi çok yüksek faizle binlerce köylüye dağıtsın, onlar hep alacaklı, köylülerse hep borçlu kalsın” dedi
Fındık insanları bir ömür boyu böyle yaşar, sonra da ölürlerdi. Ölüler de tüccardan alınan borç parayla kaldırılırdı.
Nimet Anne, “kaptırdık oğlum bir kere paçamızı, kurtulmak ne mümkün” dedi. Kazancımız hep faize gidiyor. Anaparaya yeni borçlar ekleniyor ve biz her sene hesap sonrası sıfır parayla eve dönüyoruz. Cebimizde minibüs paramız bile olmuyor”. Nimet Annenin çaresiz bakışları dinleyenlerde ince bir suskunluk yarattı. Güneş iyice yükselmiş, amelelerin de karnı acıkmıştı. “Öğle paydosu bir saat, haydi yemeğinizi yeyin, dinlenin, öğleden sonra gayret edip bitirelim şu bahçeyi” dedi, Nimet Anne, çimenlik, düz bir alana sofra bezini sererken.
Güneşli günlere en çok fındık zamanında ihtiyaç duyulurdu bu bölgede. Oysa masmavi gökyüzüne ve pırıl pırıl bir güneşe en az Karadeniz kıyılarında rastlanırdı. Her an yağmur yüklü bulutlar denizden yükseklere, yaylalara doğru koşturur, saçak saçak boşaltırdı sağanak damlalarını. İşte hep beklenen böylesi bir sağanakta, bahçeler, tarlalar sulara sellere karışır, fındıklar derelere, ırmaklara sürüklenirdi. Ağustos ayında elini çabuk tutan, az uyuyan, dörtnala çalışan malını toplar, harmana kurutmaya koyar ve Allahına “birkaç gün güzel hava” diye duacı olurdu.
Nimet Anne de aynı tedirginlik içindeydi, “Şu uzak bahçeyi sizlerle toplasak, ötekini kendimiz ev halkı olarak hallederiz, yevmiye vermeyiz, çünkü o, eve yakın yerde, gece gündüz içinden çıkmayız.”diyordu. Nimet Annenin yetişkin iki oğlu vardı, onlar yoktu bahçede, köylerine beş kilometre uzakta bulunan ilçede yapılacak olan bir fındık mitinginde görevliydiler. Yakın uzak bütün köylüler, esnaflar, işçiler, halk çağrılıyordu yürüyüş ve mitinge. Şimdiden afişler, bezler asılmış, sloganlar yazılmıştı. “Fındıkta Sömürüye Son, Fındık Bizim Hakkımız, Söke Söke Alırız.”
Nimet Anne kararlıydı, “O gün hepimiz, yaşlı genç, çoluk-çocuk, hasta-sağlam şehre inip yürüyeceğiz, emeklerimiz heba olmasın ona sahip çıkalım diye bağıracağız.” diyordu, yanı başında yemek yiyen genç amelelere, “Biz de katılalım, fındığa yüksek fiyat verilirse bizim de yevmiyemiz artar değil mi? dedi amele başı sofradaki diğer işçileri göstererek “Elbette” dedi Nimet Anne,”hepimiz gidelim, sahil yolunu dolduralım, sesimiz duyulsun Ankaralardan, denize doğru seslenelim, türkülerimizi söyleyelim, dalgalar uzak diyarlara taşısın yanık acılı ağıtlarımızı.”
Güneş akşama dönmüş, ameleler memleket türkülerini çağırarak işlerine devam ediyorlardı. Nimet Anne bir fındık ocağının dibinde düşünceli, elleri fındık topluyor kafası bir bir borçlarını sıralıyordu. Her gece başını yastığa koyduğunda olduğu gibi, “doluya koyuyor almıyor, boşa koyuyor dolmuyordu”.
Nimet Anne bir an başını kaldırdı işten ve küçük oğluna dedi ki,”Yavrum biz yine iyiyiz, senelerden beri ev yaptır, çocuk okut, evlendir, yer al, kız çeyizi yap, eşya al, valla iyi can taşıyoruz yine, ne yapalım oğlum idare ediyoruz işte, senede bir kez elimize para geçiyor o da o gün borçlara dağılıyor, biz tekrar bir sene boyunca tüccar kapısına gidip para istiyoruz, adamı kızdırsak,”para yok gidin başka yere” diyor, mecburuz bizden daha sahipsiz birileri var mı? “Yurdun efendileri ama en sahipsizleri” dedi oğlu annesine, kendilerini ve şu yan bahçedeki köylüleri göstererek tebessümle! Nimet Anne oğlunu onayladı.”haklısın çocuğum, biz işimizin efendisiyiz, yurdun veyahut başka birilerinin değil”dedi.
Güneş kızıl bir top gibi ufukta belirginleştiğinde, “bugünlük yeter, dağılın, bırakın işi”dedi Nimet Anne amelelere. Şimdi onlar yorgun bedenlerini eve taşıyacak, deliksiz bir uykudan sonra gün ışırken bahçeye gitmek üzere yollara döküleceklerdi. Ve aynı bahçede aynı işi, aynı türküleri söyleyerek yapacaklar, akşama doğru bir yevmiye daha hak etmenin sevinciyle birikmiş yorgunluklarını azaltacaklardı.
Akşam köye haber geldi. Ertesi günü fındık mitingi ve yürüyüşü yapılacaktı. Nimet Anne, ameleleri , köylüleri birlikte katılacaklardı mitinge..
Miting günü yollar insan seliyle doluydu. Köylüler, işçiler, esnaf, gençler, yaşlılar ilçenin ana sokaklarında toplanmışlardı. Nimet Anne bir esnafın dükkânında oturuyordu. Birazdan o da yürüyüşe katılacaktı. Tam o sırada dükkâna öfkeli bir adam girdi ve masada kumaş kesen esnafa; “Arkadaş, ben de karar verdim, yürüyüşe katılacağım ve bundan sonra da baş yürüyüşçü olacağım” dedi hiddetle. Orada bulunanlardan biri, “Ne o Hayri Efendi, sen bu işlerden uzak dururdun hep” dediğinde ise, Hayri Efendi ; “ Arkadaş şeker bulamadım, hiçbir bakkalda yok, çocuklar aç kaldı” diye açıklama yaptı. Elinde makasıyla kumaş kesen esnaf; “Tamam şimdi sen şeker bulamadın baş yürüyüşçü oldun, peki, başkası bulamayınca da aynı düşüncede olur musun? Yani yürüyüşe katılman için ille de senin mi şekersiz kalman gerekiyordu? Dediğinde, Hayri Efendinin az önceki öfkeli yüzü bu sefer suskun ve çaresizdi. Az sonra, esnaf, Hayri Efendi, Nimet Anne ve orada bulunan diğer insanlar sahil boyunca uzanan insan selinin içindeydiler.
O sene fındık zamanında Nimet Annenin bahçesinde hep bu konu, miting ve şeker bulamayan Hayri Efendi konuşuldu ..