Güneydoğu’da erkekler kadının toplumsal ve politik yaşama katılmasının önemini anlamışlar ama başkalarının önyargısını kırmak konusunda isteksizler. Buranın kültürel atmosferi herkesi öğüten bir değirmen. Buna bir de hiyerarşik feodal ilişkiler eklenince hayat çok zorlaşıyor.
Herkes töre aleyhinde ama töreye uyuyor. Kadınlar artık televizyondan başka dünyaları ve onların kadınlarını izleyebiliyor. Onlar gibi yaşamadığının farkında. Ev içi yaşamı kabullenen kadın sokakta tek başına var olamıyor. Burada değişimi kız-erkek ilişkisi bazında sağlayacak olan yer üniversiteler. Sosyal alanlar onlarla birlikte açılmış. Normalleşmiş.
Şanlıurfa Sanayici ve İşadamları Derneği Yönetim Kurulu Başkanı Abdülgani Hartavi: “Kadının toplumsal hayata girmediği yerde herşey yarımdır. Kadın eve aittir düşüncesi var hala bizde “diyor. Bu Urfa’da kadın erkek herkesin hemfikir olduğu bir olgu. Fakat kimsenin eylem planında bunu değiştirmeye cesareti yok.Ya da çok yavaş değişiyor kadın meselesi diyebiliriz. Toplumsal baskı o denli yoğun ki “elalem ne der” korkusu nedeniyle kimse fikrini zikredemiyor. Kimse kadın konusunda gelenek dışı davranmayı göze alamıyor.
Urfa’daki en büyük sorun kadın da kilitleniyor bence.
Bizi hep köylü gibi gösteriyor gazeteler diye Urfalı kadınlar bana yakındılar ama fotoğraf çektirmeye ve konuşmaya razı olmadılar. Eşlerinden izinsiz fotoğraf çektirmek büyük suç.
Kadın evin içinde egemenlik alanı kurmuş ve bunun dışında varolamıyor. 1970’li yıllara kadar Urfa bir kent yaşamına sahipmiş, hatta kadın garsonlar çalışırdı diyorlar. Gazinosu, açık kapalı sinemaları, tiyatro ve yüzme sporlarıyla canlı olan kent yaşamı tüm Türkiye’de olduğu gibi burada da köylülüğe teslim olmuş.Ardından terör her şeyi susturup soldurmuş.
Siverek de konuştuğum aileler de nasıl modern yaşadıklarını 1970’li yıllara kadar anlattılar.
Aşiret reisinin kızları bile mini eteklerle fotoğraf çektirmiş,50 yıl öncesine ait siyah beyaz bir fotoğrafa bakıyorum; üç erkek üçünün de başında kasket var.
Oturan erkek elinde bir şık baston taşıyor,diğer ikisi bastonlarını onun başı üstünde çapraz tutmuş ve omuzuna yaslanmışlar. Kuşakları, mintanları ve şalvarlarının üstüne giydikleri kruvaze ceket bir dönemi değil değişime duyulan özlemin sür git ifadesini taşıyor sanki.
Kentleri nasıl yitirdiğimizin karşılığı sadece göç değil elbette. Kendi kültürel zenginliğini, köklerini ve özgünlüğünü yitiren insanlar bağnazlığa esir düşmüşler. Din otoritesi yükselmiş bu boşlukta.
Siverek tarzı kapalı, kale evler ve içlerinde geniş avlularıyla taş binalar.Dışarıdan sadece yüksek duvarların görüldüğü bu bazalt taşından yapılma evlerin iç mekanları ferah ve aydınlık.Bibi’nin evi eski bir Ermeni evi yüksek tavanlı, yüksek pencereli bir ev. Geniş avluda taht ve sedirler var, acı biberin kokusu avluyu sarmış,.Kıpkırmızı biberler yerlere sere serpe uzanmış.
Bazı pencerelerin içi taş ve çimentoyla doldurulmuş, neden diyorum: 1979’da PKK olaylarnıdan sonra oldu diyor, o günlerde elde tüfek nasıl yaşadığını anlatıyor. Siverek silah demek, burada kadın erkek herkes silahla yatıp kalkıyor. Tüm bölgede olduğu gibi eskiden ceylan avı yaygınmış. Kürsüye oturup etrafı dinleyince insan uzak geçmişin ruhuyla doluyor birden.
Bazalt taşların siyah, süngerimsi dokusundan sızıyor geçmiş.Eski yiyecek ambarlarına sığınak diyorlar. Herkesin tam otomatik çamaşır makinesi ambarı süslüyor. Bilecik köprüsü yapılmadan önce limon, portakal bilmediklerini anlatıyor Haco.
Buğday yıkatmadan, bulgur kaynatmaktan ve bulguru çekmekten söz ediyor kışlık hazırlık olarak. Üzüm basıyorlar buralarda adı “Bastık” yani pestil. Çok kaynatılmışına kesme, içine nişasta konana kırma ya da tatlı sucuk deniyor bu ürünlere.
Sokakta bir kadın Siverek usulü mavi çadır örtmüş üstüne ellerine sıkılmış üzüm kovaları daracık sokakta yürüyor. Bağlar bu bölgede bol. Eski bir söz ” Patlıcan boli, domates boli/ Siverek küçük İstanbuli”. Sebze bulmak o zaman çok önemli ve Siverekli çalışkan.
Siverekliler terörle yüz yıl geri gittik diyorlar. Siverek ‘de çiftlik çubuk işleten “hanımağa”lar çok. Kadınlar aile işlerinde söz sahibi ama doğrudan değil.
Urfa’da kadınlar için bir toplantı düzenlerseniz katiyen erkek girmeyeceğinin garantisini vermeniz gerekli yoksa kadınlar gelmez. Kadın erkek mekanları ve yaşama alanları ev dahil hep ayrı ayrı.
Kadınlar çalışmıyor. Çünkü kadın çalışırsa erkeği onun karnını doyuramıyor derler diye inanıyorlar. Hala çalışmak ayıp, Edessa Otel’in yöneticisi hanım çalışacak kız bulamıyoruz diyor.
Başı örtülü bir genç kız bulabilmiş sonunda “mutlaka ben de bu işi öğreneceğim” diyen. Tezgahtar bir kızla konuştum liseyi bitirmiş Ayşe ve başı bağlı. Evde oturmak istemediği ve çalışmak istediği için butikte çalıştığını söyledi.
Gittiğim kuafördeki gelinin fotoğrafını çekmek istedim izin vermediler. Yeni liseyi bitirmiş gelin hanım tüm ailesiyle kuafördeydi. Görücü usulü evlenmiş ama eskisinden farklı olarak birbirlerini görmüşler ve saatlerce telefonda konuşabilmişler! Urfa’da eskiden Kızlar Hamamı denilen hamamda kızlar görücüye çıkarmış ve düğün gecesine kadar damat gelin birbirini görmezmiş.
Düğün en az bir hafta sürermiş. Şimdi ekonomik nedenlerle bir kına gecesi bir düğüne inmiş. Hadi bilemedin üç gün diyorlar. Gelinin eline bir bardak ya da şişe veriyorlar, mutlaka bunu atıp kırması gerekiyor. Bu geleceğin aydınlık olacağını anlatan bir simge. En önemli simgelerden biri de ayna. Nar da geleneksel olarak kullanılan bir sembol ve gelin bunu duvara çarpıp bereketli tanelerin saçılmasını sağlıyor. Başlık parası sosyal yapıda süren bir töre.
Herkes başlığa karşı ama başlık parasını kaldıramıyorlar çünkü toplum yaptırım uygular, onu reddeder diye korkuyorlar.Bir insan başlık almadan kızını verirse kız defolu anlamına geliyor, bu nedenle asla kızını başlık almadan veremez. Bölgenin sorunlarını çözmek için “Aa! ne ayıp şeyler, yapmayın” demek ya da yasaklamak yeterli değil.Çözüm için buranın sosyal yapısının analizinin yapılması gerekli bunu yapmak için katılımcı bir modelde araştırma yapmak ve önyargısız değerlendirme esas.
Çağlayan Kız Lisesi bu sene açılmış ve 65 öğrencisi var. İlkokulu ise karma. Kızlarla konuşuyorum hepsi meslek sahibi olmak istiyor, gözleri pırıl pırıl kararlı kızlar. Televizyon seyrediyor musun diye sorduğum biri hayır, ben çok çalışıp en başarılı olmak istiyorum diyor.
Hepsi dünya ve Türk edebiyat klasiklerinden bir örneği okuyorlardı derste. Kızlar da erkekler gibi sayısalda başarılı. Batı’da sözel Doğu’da sayısalda başarılı öğrenciler dediler. Sadece babası avukat olan bir kız avukat olmak istiyordu. Ama lise düzeyinde bir iki gazeteci olmak isteyen de çıktı.
Birinci tercih doktor olmak. Sonra endüstri ve tekstil mühendisliği geliyor. On kız öğrenci İmam Hatip’ten gelmiş ve altısı başını açmış burada. Okumamış zengin kızını okutmak istemiyor, karma okula da göndermiyor. Kızını spora vermek istemeyen veli bile var
Urfa’da. Kızlarını okutanlar öğretmenler hep. Kızlar voleybol, basketbol takımı istiyorlar, flüt çalmak özlemleri. Bir öğretmen çocuğu olarak okutulan Dilek öğretmen o zaman ne çok tepki aldığını anlatıyor.
Urfa’da Kız Öğretmen okullarının kaldırılması kızların okutulmasına ağır bir darbe vurmuş. Okullar kalkıncaya kadar ki kuşak hep öğretmen. Sonra okullar kalkınca karma eğitime kızlar gönderilmemiş.
Zaten kırsal alanda evlenme yaşı 17, kentte 17.5 . Kırsal alanda genel olarak 15 yaş civarında evleniliyor. Sekiz yıllık kesintisiz eğitim bölgede kızların eğitilmesine bir darbe vuracak. kızını onbeşe kadar okulda tutmak istemeyenler kızlarını hiç okula göndermeyecek bu defa. Taşımalı eğitimde bile kız çocuklarının bir araçla uzaklaşıp geri gelmeleri kabul görmemişken bu yeni uygulama tepki çekiyor. Akraba evliliği çok yaygın ve kırsal bölgede kadınlar Türkçe bilmiyorlar.
Örneğin Hilvan Belediye Başkanının eşi Kürtçe konuşuyor. Zehra hanım dokuz çocuk doğurmuş.Kızları bize tercümanlık yapıyor. Hiç okula gitmemiş o. Televizyondan herşeyi öğreniyorlar kızlar.
Ablaları dört yıllık evli ve aile planlamasına uyuyormuş. Bizde biliyoruz diyorlar ve kızlar artık bu konuda annelerine baskı yapıyormuş bölgede. Kızlar onsekiz ve onyedi yaşındaydı, ikisi de nişanlı.
İlkokuldan sonra okutulmamışlar çünkü kızları okula göndermek dikkat çeker, çevre laf eder diye gönderilmedik diyorlar. Ama ilkokul üçüncü sınıfa giden Fatma’yı okutacaklar. Bu değişen bir dünyanın habercisi mi?
Zehra hanım hayatında bir tek Mersin’e gitmiş. Denizi görmüş. Mayolu kadınları görünce çok şaşırmış, bana “vay babo, bu ne iştir” diyor. Burada kadın çarşıya çıkamaz diyor. Evin alış verişini erkekler yaparmış. Giyim alış verişini de Urfa’da karı koca birlikte yapıyor. Kısaca kadın burada tek başına hiç bir şey yapamaz.
Harran Belediye Başkanı İbrahim bey “her şey değişiyor, ben bile kızımı okutuyorum” artık derken bu değişimin henüz ilkokul çağındaki çocuklar için başladığını anlıyoruz.
Harran Kaymakamı “Burada mutlaka kadın merkezli çalışmalar, araştırmalar yapılmalı.” diyor.
GAP İdaresi Başkanı Olcay beyle ÇATOM denilen merkezleri konuştuk: Yukarıdan aşağıya değil aşağıdan yukarıya bir yaklaşımla yeni bir planlama anlayışıyla yeni bir kombinasyon ortaya çıktı.
İşi merkezileştirmek gerekmediği ortaya çıktı, katılımcı bir planlama yaptık burada örneğin. Biz projeleri finanse ediyoruz ama bir sivil toplum kuruluşuyla yapmayı istiyoruz.Artık değişim başladı, bir şeyler sorgulanmaya başladığında insanlar cevap veriyor. Erkeklerde de olumlu kıpırdanma var.
ÇATOM (Çok Amaçlı Toplum Merkezleri) a önce kendileri karılarını, kızlarını getirip götürüyorlar. Arada kafalarını uzatıp bakıyorlar ne yapılıyor diye. Bir süre sonra karışmıyorlar. Köy ÇATOM’ larının sonuçları son derece etkileyici.
Mesela Dargeçit’teki ÇATOM’a 68 yaşında bir hanım okuma yazma öğrenmek için başvurdu.Bu beklenmeyen bir şey.Bir kadının dediği en büyük isteğim askerdeki çocuğuma mektup yazabilmek, düşünün.Artık bugün yazabiliyorum diye seviniyorum.Önce iki ÇATOM’la başladık bir sene test ettik. Sonra beş tane daha açtık, şimdi beş tane daha açıldı, bir tane daha açmaya hazırlanıyoruz.
AB çok ilgilendi.Bunları 62’ye çıkarmak için bir proje sunduk. En çok sevilen merkezimiz Dargeçit ÇATOM. Eski bir hükümet konağını düzenledik ve burası bir kadın mekanı olarak çalışıyor. Başında Dargeçitli lise mezunu bir genç kızımız var.Haftanın iki günü kadın doktor gidiyor, sağlık taramaları yapıyoruz, diş taraması yapıyoruz.
Okuma yazma kurslarına genelde orta yaş üstü kadınlar katılıyor. Sağlık hizmetlerinin önemi burada ortaya çıktı.Şimdi bir ambulansı kliniğe dönüştürdük, gezici sağlık kabini olarak çalışıyor. GAP’ı sosyal veri ve bilgi tabanı haline getirmek için bir komisyon kurduk. Buna sosyal araştırma ve eylem kurulu adını verdik.Burada gönüllü kuruluşlar da var.
Burada sosyal eylem planı geliştirdik. Biz kadın merkezli kalkınma ve eylem planları yapıyoruz.” Yani GAP idaresi yeni sosyal alanlar kurmaya çalışıyor. Bu ihtiyaç çok fazla olduğundan hemen kabul görüyor.Sosyal yapıda birbiriyle buluşamayan unsurları buluşturma gayreti var.
Bu yeni dinamik sisteme girerse dünya kalkınma modellerinde yapılamayan, başarılamayan bir şey başarılmış olacak. Pilot projelerin geleceği bölgeyi kültürel anlamda yapılandıracak. Temel felsefesini “projenin temelinde insan vardır” diye özetleyen Olcay Ünver her kurumla ortaklık kurmaya özen gösteriyor.
İsviçre ve Dış İşleri Bakanlığı ortaklığıyla yapılan başka bir projeyi de İsmail Demirkol bana anlatıyor.Urfalı genç kızları meslek sahibi yapmaya dönük bu proje iş yönetimi, sekreterlik,avukat ya da doktor yanında çalışmak üzere eğitim vrecek bir kurs düzenliyorlar.Bu ücretsiz olacak.
Yaklaşık iki yıl sürecek bu eğitim. Eğer boştaysa çocuk daha fazla zaman ayırabilirse kısa sürede bitirebilecek. İzmir’de EGS’nin bir vakfı var, onun aracılığıyla da konfeksiyon işçisi yetiştirmek amacıyla kız meslek lisesi desteğiyle genç kızlara dönük bir proje var.Bunlar da amaç bölgede ara eleman yetiştirmek , hem de iş dünyası dışında kalan kadınlar, genç kızlar iş dünyasına kazandırılacak, kalkınmaya entegre olacak.
Güneydoğu’nun erkeksiz sokaklarını evdeki kadınlar izliyor artık. Dargeçit’te ÇATOM’a gitmeye başlayan kadınlar önce grup olarak hareket ediyormuş. Herkes kadınları sokakata görünce garipsemiş. Ama şimdi Dargeçit sokakları kadınlarla renklenmiş ve bu doğal bir hale dönüşmüş.
Şu anda 14 tane olan ÇATOM’ların kendi kendine kadın merkezlerine dönüşmesi bir tesadüf değil elbette. Kadınlar okuma yazma, yani Türkçe öğrenerek hayata dahil oluyorlar. Yoksa dil bilmediği için toplumsal yaşamın dışında kalıyor, bir otobüs levhası bile okuyamadığından başkalarına bağımlı.
Okuma yazmanın ne büyük bir bağımsızlık olduğunu görmüş Güneydoğulu kadın. Meslek edindirme kurslarına da rağbet çok fazla. Mesleği kazanan kızlar zor koşullarda çalıştıkları halde para kazandıkları için mutlular. Mesleği olan bir kadın neden evlensin diye de soruyorlar. Hepsi meslek sahibi olmak, iş sahibi olmak düşünde.
Siirt’in erkek dolu sokaklarını Kadın Kurultay’ıyla aşan Siirtli kadınların da sorunu “iş ve ekmek” oldu en çok. Onlar adam yerine konmak ve para kazanmak istiyorlar. Urfa Sağlık köyünden bir kızın dediği gibi “paspas olmak” istemiyorlar. Namus cinayetlerinde yaşamını yitirmesi doğal görünen kadın kendi yaşamını geri istiyor.
Güney Doğu’da kadının sosyal yaşama katılmasının normalleştirilmesi gerekiyor. Çünkü kadınlar bu feodal çerçeveyi kırarak sosyalizasyonun önünü açacaklar. Kadınların doğrudan politikaya müdahil olmaları da böylece mümkün olacaktır.
Güneydoğu’daki sorun kültürel ve sosyal.
Bu boyutun çözümlenmesi kadın olmadan asla!
Günlük yaşamın içinde kadının normalleşme süreci politikanın değişmesine neden olacaktır.
Politikadaki feodal ağalık geleneğini de kıracaktır. Türkiye’nin modernleşmesi gibi Güneydoğu’nun modernleşmesi de kadından geçiyor.
Kadına yatırım en büyük geri dönüşümü olan yatırımdır.
GAP projesi kadının verimli topraklarını da içermektedir.
Türkiye kadınlarını keşfetmeli.