Halk Rüşveti

Türkiye’de seçmen üstüne oynanan ilk oyunlar – daha önce de yazdığım gibi – 1945 ile 1950 yılları arasında başlamıştır. DP’nin CHP’ye daha doğrusu “Büyük Şef” e karşı zafer kazanma zorunluluğu, bu yöntemi hayata geçirdi. Zorunluluk diyorum çünki İsmet İnönü yıkılmaz bir abide gibi dimdik duruyordu hemde yaptığı onca hataya karşın . . . 

Türk Halkı’nın “tek adam” cı, teslimiyetçi ruhu kendini küçümsediği, reddettiği oranda, tek bir isme, tek bir kişiye, bir “lider” e, “önder” e ihtiyaç duyuyordu. Mustafa Kemal’in en çok yapmayı istediği şeylerden biri idi “fikri hür, vicdanı hür” bir toplum oluşmasını sağlamak. Yani kimsenin boynuna solculuk veya sağcılık, inanç, İslamiyet veya din ayırımcılığı, para sapkınlığı veya batı hayranlığı gibi herhangi bir boyunduruk takmasına izin vermeyecek kadar bilgili ve daha da önemlisi bilinçli bir Türk toplumu . . . ama olmadı; ya da oldurulmadı.

 Menderes – Bayar güç birliği, Cumhuriyet ve Atatürk direnişini kırmak için fırsat kollayan odaklara yataklık etmekte hiç tereddüt etmedi ve Osmanlı’nın da son 150 yılında zayıflaması ve yıkılmasında en önemli rollerden birini üstlenen “inanç sömürücü asalaklar” gruplarına, tüm uyarılara rağmen, yeniden dirilme ve bu topraklarda hayat bulma olanağı tanıdı. Zaten seçimi de bu sayede büyük bir farkla kazandılar çünki üstü kapalı bile olsa istiklal mahkemelerinin yaptıklarını bir kıyım olarak gösterip, “din elden gidiyor” feryadı bu topraklarda her zaman yanıt bulmuş bir yöntemdi. 

1970 lere gelindiğinde ise bu hareket ilk kez resmi bir kimlik buldu kendine. Sonderece zeki ve çalışkan olan genç bir mühendis, Alman insanının takdirini kazandıktan sonra kendi halkına hizmet aşkıyla (!) yanıp tutuşarak ülkesine döndü ve Ankara Ticaret Odası Başkanı oldu, hemde tarikat bağlantısı çarşaf çarşaf gazetelerde yazılıp çizildiği, çok çetin ceviz bir “din tellalı” olduğu gayet iyi bilindiği halde. Bu genç mühendis, inanç sömürüsünün Türkiye’de direnç mekanizması şeklini almasının sağlayacak çok önemli bir yapı taşıydı. Halkın cehalet düzeyi yükseldikçe, bilinç düzeyini ayakta tutan eğitime dayalı sanat,edebiyat, sivil toplum dernekleri gibi kavram ve örgütlenmeler budanıp, halkın duygusal beslenme kanalları  kesilip yerine “inanç” getirildikçe çaresiz kalan insanlar yavaş yavaş Necmettin Erbakan ve “vakıf” ların yayılmasına ilgi göstermeye başladı. Ama bu yöneliş Erbakan veya vakıfların kendi çabaları ile olmadı, tam tersine Atatürk öldükten sonra ortaya çıkıp, kendilerine “Atatürkçü” diyen ve bu kılıf altında kendilerini kayırmak için inanılmaz hatalar yapan üst düzey bürokratlar, yöneticiler, okul müdürleri, üniversite hocaları, profosörler, iş adamları ve daha niceleri sayesinde insanlar şu ünlü “sistem” den nefret etmeye başladılar ve vakıflara doğru eğilim başladı. Bunun yanında 30 yıl sapkınlığı diye de adlandırabileceğimiz, saçma sapan, gereksiz, son derece bencilce, Demirel – Ecevit çekişmesi halkın bıkkınlığını daha da arttırdı. Sonrasında ise tam bir “pilav üstü keşkül” durumu var; 1980 faşist darbesi ! 

Kenan Evren efendi, canı çok Atatürk’cülük oynamak istediği için ülkenin ırzına geçmekte tereddüt etmedi. Hesapta ülkeyi “düzene” kavuşturacaktı, eh bir anlmada kavuşturdu da . . . Herkes fişlendi, faili meçhuller sıralandı, canlar yandı, canlar söndü, ülke 50 yıl kadar geri “sıçradı”. Veee halk rüşvetinin ağa babası, zenginlerin, Türkiye düşmanlarının, tarikatların, kafatasçıların ve hatta “dönme” solcuların gözbebeği, ülkemizin övünç kaynağı “ vizyon adam” Turgut Özal’ı bahşetti bize 80 cuntası ! Turgut Bey başta hayali ihracat olmak üzere Türkiye’yi tarihi boyunca görmediği bir sömürülme sürecinin içine soktu ama bu çok çok zeki, tarikat mezunu “çağdaş yobaz”, rüşveti o kadar iyi kullanıyordu ki herşey apaçık ortada olamsına, ülke milim milim satılıyor olmasına karşın kimsenin gıkı çıkmıyordu. Hele bir de Evren efendi “çektir olup” emekli olunca yerine kendisini, kendi meclisine Cumhurbaşkanı seçtirdiğinde baş ve gök arasındaki mesafe neredeyse sıfırlanmıştı. Herşey yolundaydı. Halkın rüşveti alabildiğine dağıtılıyor, bunun adına “kalkınma” deniyor ve işler de gayet tıkırında gidiyordu. Gelgelelim ecel bu. Kimi, ne zaman nerede, nasıl bulacağı belli olmuyor.

Turgut Özal öldükten sonra, Anap bünyesinde yıllarca palazlanmış farklı odak mensupları kendilerine daha “vizyonu yüksek” yöneticiler aradılar. Sırayla, Tansu Çiller, Mesut Yılmaz, Bülent Ecevit, Devlet Bahçeli, halk rüşvetine dayalı güdülme senaryosunun piyonları oldular. Bu arada, Özal sayesinde epeyce palazlanan tarikatlar, pardon vakıflar Necmettin Erbakan’ın başbakan olmasını şiddetle istemekle birlikte onun yaşlandığını biliyorlar ve Türk Talebe Birliği başta olmak üzere, ismi çoğunlukla ilim-irfan dernekleri olan birsürü dernek ve kuruluş vasırtası ile eleman yetiştirmeyi ihmal etmiyorlardı. Gelenler ise “hoca” larından daha cevval, daha gözükara ve “sistem” e daha da düşmandılar. Sistemi yok etmek, yıkmak parçalamak, elma kurdunun elmayı mahvettiği gibi içerden, onun kurallarıyla onu mahvetmek en önemli amaçları idi. İşte bu dönemde halk rüşveti biraz şekil değiştirdi. Yerel yönetimlerin çoğunluğunu ellerine geçiren Recep Tayyip Erdoğan ve ekolü, parti içinde hızla yükseldi, Abdullah Gül, Bülent Arınç, Abdullatif Şener gibi isimlerle beraber hocalarını geride bırakarak bu hızlı akımın önünde yer alıp, sistemi mahvetmek adına Türkiye’yi her türlü zeminde paramparça ederek “kutsal” amaçlarına ulaştılar. Bu arada halk rüşveti inanç sömürüsü düzeyinden beyaz eşya dağıtımına kadar geniş bir yelpazeye yayıldı. 

İşte önümüzdeki yerel seçimlere çeyrek kalmışken Türk Halkı’nın saflığının rüşvet çarkına dönüşmesinin hikayesi aşağı yukarı böyle. Artık herkes seçimleri o güne kadar destekledikleri veya destekler göründükleri partinin kendilerine dağıtacağı mal mülk dönemi olarak görüyor. Hem eğitim hem öğretim hem bilgi hem bilinç olarak tamamen dibe vurmuş olan bu insanlar için ellerinde tuttukları oy hem bireysel hem toplumsal özgürlüğün kitlesel yansıması değil, bir kar-edinim aracı. Bu tavrı bazıarı doğru bulurken bazıları bunun bir onursuzluk olduğunu düşünüyor. Ama kimse şunu düşünmüyor: Elinde tuttuğun oy sayesinde sana seçimden önce göz kırpılıyor. Kim biliyormusun o göz kırpanlar? Normal zamanda sana hayvan muamelesi yapan, seni aşağılayan, senin güdülmen gerektiğini savunanalar!  

Yine birşey değişmeyecek. Alan alacak çalan çalacak. 

Benim anlamadığım ise; elinde tuttuğun oy sana sadece mal-mülk olarak geri dönüyor ama her dönüşünden sonra senden en az iki katını da götürüyor, bu yıllardır böyle oldu. O oyu vermesen ne olur? Demokrasi mi zedelenir? Sistem m i çöker? Ülkemizin itibarı mı zedelenir? Ekonomik ve sosyal olarak köle mi oluruz? Ne olur?  

Mavi Günler         

print

Bir cevap yazın