Hangi Dil Hangi Din?

Ben bu topraklarda doğdum, yaşayageldim ve bir aksilik olmazsa bu topraklarda ölmeyi isterim. Bu toprakların belli özellkileri, kuralları vardır. İnsanlar bu kurallar çerçevesinde biraraya gelmiştir. Gerçi son 250 – 300 yılda hem bu kurallar hemde toplum yaşayış ve anlayış biçimi epey değişti ama özü, yapısı, alışkanlıkları gerekçeleri ile birlikte olduğu gibi durmaktadır. Bu özellkilerin en önemlisi belki de İslamiyet’tir. Bu topraklarda yaşayan insanlar Müslüman dır, hemde çok uzun zamandır.

Şunu iyi bilirim: Hangi semavi veya beşeri düşünce / inanç biçimi şekillenir veya şekillendirilir, oluşturulur olursa olsun, odak noktası insandır.

Bir toplumu tüm oluşumları ile birlikte kabul etmek zorundayız / etmeliyiz. Sadece bizim istediğimiz gibi bir toplum yaklaşımı, aşırılığı ve sonunda – defalarca örneğini gördüğümüz gibi – faşizmi doğurur. Oysa ki herkesin istediği gibi yaşama hakkı vardır. İslamiyet’in kabulünden bu yana herhangi bir sorun yaşamaksızın çok uzun süre yaşadıktan sonra  neden son 200 – 250 yılda ; özellkile İslamiyet ile ilgili; birçok şey değişmiştir? Bunu anlamak zor. Çünkü İslamiyet’in en önemli özellkilerinden birinin kutsal kitabın hiç bozulmadan ve müdaheleye uğramadan bugüne kadar gelmiş olması olduğu nu gayet iyi biliyoruz.

O zaman sorun nerde?

Yani din aynı din, kitap aynı kitap ama bugün çok daha sert acımasız, hoşgörüsüz, şiddet  dolu bir görüntü çiziyor. Kendine Müslüman diyenler içinde özellikle eli kalem tutmuş, eğitim görmüş olanlar neredeyse kutsal kitabın tamamen dışında bir profil çiziyorlar. Kitabın içinde başka dışında başka bir Müslümanlık varmış gibi herkes başka birşey söylüyor. İşin “inanç” kısmını şimdilik bir kenarda tutarsak, benim düşünceme  göre ortada çok ciddi bir “dil” sorunu var.

Benim bildiklerim şu doğrultudadır:

Kur-an Arapça yazılmıştır. Bu doğru ama hangi Arapça? Bugünkü Arapça olmadığı açık çünkü günümüzde ana dili Arapça olan toplumlar Kur-an’ı tam olarak anlayamıyorlar. Yani bizim Osmanlı İmparatorluğu dönemi saray Türkçe’si gibi.

Peki o zaman hangi Arapça?

Yaklaşık 1500 yıl önceki Arapça. 1500 yıl önceye gittiğimizde ise dönemin dil oluşum ve yayılım özelliklerini bilmemiz gerekiyor. Yani ana dil Arapça ama henüz küçük kentler halinde yaşandığı için ağız / aksanlar kırılıp, yumuşayıp otak bir dil oluşturmamış. Türkçe’nin, Türkiye’nin büyük kentlerinde konuşulan biçimi gibi. Bu durumda Kur-an’ın indiği Kureyş kabilesinin kullandığı Arapça aksanını bilmemiz gerekiyor. Ancak bu aksan; dönemin dil özellkileri ile birlikte bilinirse Kur-an’ın içindeki anlama tam olarak ulaşılabilir.

Kur-an’ın yolculuğu çok uzun. Tarih boyunca birsürü farklı kavim İslam temsilciliği görevini üstlenmiştir ama hepsinin İslamiyet’i doğru algılayıp, doğru uyguladığı söylenemez. Dolayısı ile bugün, günlük yaşamımızda veya yaşamımızı dayandırdığımız ana ilkelerde bazı kesinliklere ihtiyaç duymaktayız.

Her farklı söylenen şey kendine farklı bir üslup, tarz ve destekleyen bir grup buluyor. Bu farklı şeyleri söyleyenler; yani Kur-an’ı okuyup yorumlayanlar; İslamiyet’in kendilerine verdiği gücü kullanıp kendi tarikatlarını ve tamamen şahsi ahlak, terbiye, konuşma, davranma, değerlendirme biçimlerini oluşturuyorlar ve işin kötü tarafı referans olarak da Kur-an’ı gösteriyorlar. Arada benim gibi birkaç küçük soru sormak isteyen çıkarsa da “Yaratan hepimiz için aynı, O’na ulaşmak için birsürü yol var” deniyor. Ama kitap aynı. Söylenenlerin de aynı olması, en önemlisi okunduğunda anlaşılanların da aynı olması gerekmiyor mu? İşte bu noktada işler biraz farklı yol alıyor. Aldığımız nefesten, en özel anımıza kadar hayatımızdaki herşeyi yönlendiren bir inanç sistemi, günümüz koşullarında her soruya doğru cevap verebilmelidir. Ama görülüyor ki bu dil problemi yüzünden, kendine hoca, şeyh, şıh vs diyen bazı insanlar Kur-an üstünden yorumlar yaparak kendilerine çıkar cemaatleri oluşturup ülkeye çöreklenmişlerdir. Entellektüel bir Arap’ın dahi anlayamadığı Kur-an Arapça’sı üstünden sanki kendileri peygembermiş gibi fetvalar vermekte ve insanları korkutarak çıkar sağlamaktadırlar. Bu insanların büyük çoğunluğu İslam entellektüelitesini ( aydınlanmasını ) bir kenara bırakın, daha beşeri aydınlanmadan bile haberleri olmayan cahil cühela takımıdır. Ve işte bu yüzden her türlü insan ve inancın bir arada yaşaması terbiyesi, olgunluğu ve anlayışına sahip değillerdir. Bu yüzden kendilerinden olmayan herkesi düşman ilan edip şiddet göstermektedirler. Ve herşey dönüp dolaşıp Kur-an’ın doğru anlaşılmasına dayanmaktadır.

Düşünceme göre herkes bu kaynak gerçeği göz önünde bulundurarak hareket etmelidir yoksa bu topraklarda hiçbir inanç veya oluşum için yaşam şansı kalmayacak.

 Mavi Günler

print

Bir cevap yazın