Hangi İktisat?..

Ah Attila İlhan üstadım, ahh!..

Daha yaşasaydın da Hangi Atatürk, Hangi Sol, Hangi Edebiyat…. gibi “”hangi” başlıklı kitaplarına devam etseydin..Neyse, Hangi İktisat kitabını da biz yazarız inşallah. Yazmalıyız da artık, çünkü son küresel kriz iktisat adına tartışmayı ve pek çok soruyu gündeme getirdi.

Bu “hangi” sorusu kanımca bilimsel soru sorma sürecinin başlarında yer alıyor.

Biz hangi iktisadı okuduk, öğrendik ve bu krizler hangi iktisat ilkelerinin izlenmesinden çıkıyor?

Ya da hangi iktisat okulları ve öğretileri küresel krizleri daha iyi açıklıyor?

Şimdi bu zor ve derin tartışmaların içine doğru biraz inebilir miyiz?

İlkönce Değerli Hocam Korkut Boratav’ın Birgün’deki yazısından uzun bir alıntı yapacağım;
“…New Left Review dergisinin Mart-Nisan 2009 sayısında, David Harvey’in çağımızın önde gelen sosyal bilimcilerinden Giovanni Arrighi’yle yaptığı uzun bir söyleşi yayımlandı.

Arrighi, söyleşiye, 1937’de Milano’da doğduğunu, Bocconi Üniversitesi’nde iktisat eğitimi gördüğünü ve asistanlığa başladığını anlatarak başlıyor. Kısa zamanda fark ediyor ki, iktisat bölümünde öğrendiği “neoklasik iktisadın şık genel denge modelleri üretimin ve bölüşümün kavranmasında hiçbir işe yaramamaktadır.”

Ancak, Arrighi’nin burjuva iktisadından kesin kopuşu, 1963’te Rodezya (bugünkü adıyla Zimbabwe) Üniversitesi’nin iktisat bölümüne öğretim üyesi olarak atanmasıyla başlar. O tarihlerde, ırkçı beyaz azınlığın yönetiminde olan Rodezya’daki gözlemleri ona gösteriyor ki, “neoklasik gelenek Afrika’nın gerçekleri hakkında hiçbir şey söylememektedir” ve “neoklasik iktisattan karşılaştırmalı-tarihsel sosyolojiye ulaşan uzun yolculuğa” orada başlayacaktır…”(K.Boratav, 19.05.2009, Birgün)
Günümüzün bu dev sosyal bilimcisinin öyküsüne daha sonra dönmek üzere biz şimdi şu çetin soruları soralım:
Hani, serbest piyasa ilkeleri adil bölüşümü ve refahı sağlayacaktı..

Küreselleşme, gelir dağılımını hem bölgeler, hem ülkeler, hem de bireysel düzeyde daha eşitlikçi bir sürece getirecekti..

Kamusal harcamalar ve devlet destekli uygulamalar etkinsizlik ve verimsizlik yaratıyordu..

Şimdi ABD trilyon dolarlık kamusal destekleri yapıp büyük finans devlerini kurtarırken o meşhur neo klasik iktisadın ilkelerini terk etmiş olmuyor mu?
Örneğin ülkemizde bir yandan emeğin verimliliği artarken diğer yandan reel ücretler düşmektedir.

Oysa neo klasik iktisat “her üretim faktörünün geliri marjinal verimine eşittir” demez miydi?
Yani “ücret-verimlilik” makası niçin sürekli açılmaktadır? Açılır elbette çünkü bizim ekonomi derslerimizde bölüşüm konusu kapsamlı olarak ele alınmamaktadır.

Acaba yanlış olan neo klasik iktisat varsayımları mı, yoksa hayat mı?
Ya da bizim okullarımızda okutulan ekonomi dersleri aslında bir kesimin egemenliğini gizlemek ve sürdürmek için gerçeklerin üstüne çekilen teorik, soyut cümleler topluluğu mu?
Neden acaba bu son kriz günlerinde dünyada Marx’ın Kapital’i en çok satılan kitaplar arasına girdi?
Çünkü o kitapta kapitalizmin en gerçekçi, güvenilir, kapsamlı ve derin bir çözümlemesi yapılmıştı.

Elbette iktisat bilimi dediğimizde sadece “Ekonomi Politik”i anlamıyoruz.

Klasikler, neo klasikler,keynesyenler, rasyonel bekleyişçiler, yeni klasik sentez okulu, monetarist okul gibi çok sayıda farklı yaklaşımın eski ve yeni versiyonları da dahil olmak üzere hepsini genel olarak iktisat biliminin içinde görmek gerekir.

Ama hangisi hayatımızı ve en alttakilerden başlayarak kesimleri, toplumsal katmanları en gerçekçi biçimde açıklamakta?
İşte esas soru bu?
Şimdi dünyanın insancıllaştırılması ve hayatın daha güzel yaşanması adına iktisat bilimine yeni katkılar yapmanın zamanıdır.
Dünya 2008’den beri küresel kriz yaşamakta ve uzun da süreceğe benzemekte..

Finansal analizlerle, bol denklemli ekonometrik hesaplamalarla ve istatistiksel şekillerle anlatılan sanal, mutlak piyasacı ekonomi anlayışı iflas etmiş durumda..

İşsizlik hızla tırmanmakta. Üretim inip-çıkmakta..

Anlaşılan bol bilinmezli, karmaşık ve labirentli hayat kendi dinamiğinde sürmekte.

Hayatın mantığı başka bir şeyin mantığına üstün gelmekte..

Şimdi hangi teori, hangi okul, hangi iktisat bu yaşananları açıklama gayreti içinde?
Bilen arkadaşlarımız varsa tartışalım, buraya yazsın, çizsin, zevkle okuyalım.

Elbette teori yaşamdan çıkacak, yaşamla sınanacak, yaşama ve insan davranışlarına yön vermeye çalışacak.

Teori ile pratik, yani söz ve davranış hayatın sonsuz diyalektiğinde bitmez gel-git’lerini sürdürecektir..

Hiçbir teori hayatın tümünü kucaklayıp açıklayamaz, ama sosyal bilimlerin kraliçesi denilen iktisadın klasik ustaları niçin bazı insanların “en alttakiler” olduğunu da zaten tarihsel ve toplumsal analizlerle ortaya koyup açıklamışlardır.

Şimdi bize düşen bu sosyal bilim yöntemini, yani tarihsel ve toplumsal analiz metodunu günümüz gerçeklerine uygulamak ve buradan da daha esaslı kuramsal açıklamalara yönelmektir.

Ne diyelim, bu zor işlerle meşgul olanlara kolay gelsin..

print

Bir cevap yazın