Bir uçak havada kaybolsa ilk aranacak yer, yeryüzüdür. Denizdir, ormanlık alanlardır Vs yani düştüğü tahmin edilen yerde aranır. Ama koca uçak bulunamaz. Sakın parçalandı da kayboldu demeyin. Küçük parçası da bulunamaz. Bir ceset bile yoktur ortalıkta.
Yani uçak havada kaybolmuştur.
Öyle ya yer de olmadığına göre. “Uçak havda kaybolmuştur “ tabiri tam olarak burada kullanılır.
Geçelim
Havalananındayım akşamdan sonra. Dış hatlar terminalinin çıkışında bekliyorum. Neyi beklediğim önemli değil. Kimi beklediğim de önemli değil. Beklemek bazen neyi, kimi beklediğimizi bilmeden bir süre sürer gider hayat.
Kapıdan turistler çıkıyorlar. Yaşlı genç, yarı çıplak, fötr şapkalı kel kafalı, uzun saçlı. Dinç ve aceleci adımlarla uzaklaşıyorlar. Kimi hemen bir taksiye kimide oradaki hazır servise yürüyor. Herhalde Turist bunlar. Öyle düşünüyorum. Anadolu insanının yanık yüzü yok onlarda. Işıltılı gözlerle bakmıyorlar çevrelerine. Donuk zoraki tebessüme benzeyen mimiklerle çevrelerine bakıyorlar. Kimini gözleri birini arıyor, kimi de kararlı ve donuk bakışlarla yürüyor. Belki de yere sağlam inmenin heyecanı böyle yansıyor yüzlerine kim bilir. Uçak yolculuğunu bilirim. Hele kanat kısmına yakın iseniz. Hele bir de oturduğunuz koltuk vidalarından gevşemiş ise. Uçağın her sallanışında kulağınızı tırmalayan gıcırtılar, uçağın her an düşeceği düşüncesi ile zihninize yükleniyor. Korkmak ve sabretmek arasında kıvranmaya başlıyorsunuz. Belki bunlarda öyle. Gecenin karanlığında saatler süren bir uçuştan sonra yere sağlam inmek herhalde Azrail ile randevuyu iptal etmek gibi bir şey.
Turist zannettiğim kişiler yanımdan geçiyorlar. Ne o? Bunlar turist filan değil. Yanımdan geçerken rahat bir Türkçe konuştuklarını işitiyorum. Ama Turiste benziyorlar. Peki, Turist nasıl biri ki bu kadar güzel Türkçe konuşana ve Türk oldukları anlaşılan kişilerdeki de Turiste benzettim ben.
Birkaç genç kız. Baba ve ağabey veya damat olduğunu sandığın birkaç erkek. Kızlar mini etekli. Tazeliğin tüm alımlı davranışları birleşince değme fahişede görülmeyecek bir cazibe oluşturuyorlar.
Davranışlar konuşmalar, mimikler Türk değil. Müslüman demiyorum dikkat edin. Türk bile değil. Dört bin yıllık milli bir tarihe sahip Türk insanının kendine ait karakteri nerde? Davranışı cazibesi nerde. Bunlar Avrupalıya da benzemiyorlar tam olarak. Sanki kırma.. Her ikisi arasında bir şey. Bir ucube. Ne Avrupalı ne Asyalı bunlar. Ne Müslüman ne Hıristiyan. Herhalde bunlar, kendilerini bir yere ait göremeyen asalak bir tür olmalı.
makineleşmiş bir davranış tarzı.
O güzelim Anadolu insanını düşünüyorum. İş adamından küçük esnafına, memurundan işçisine köylüsünden şehirlisine kadar hepsinde de sıcaklık, gözbebeklerinde bir pırıltı. Helen daha toprak kokuyor burcu burcu.
Makineleşmemiş
Gökyüzünü düşünüyorum. Olabildiğince derin bir boşluk. Trilyonlarca yıldızın, milyarlarca galaksinin, yüz milyonlarca yıldız kümesinin arzı endam ettiği o deruni boşluk. Yeryüzünü ayakta tutmak için emir almış ve görevini aksatmadan sürdüren bu devasa kâinat.
İnsanlığın hizmetine verilen bir uzay. Uçaklar buradan geliyor. Bu karanlık gökyüzünden. Önce bir ışıltı ipiliyor gökyüzünün zifir karanlığında. Arkasından derinden derine bir homurtu. Gittikçe artan tüyler ürpertici motor sesi. Yer çekiminin cazibesi ile hava basıncının arasında taşıdığı canların korkusu yankılıyor sanki motor sesinde.
Kendimi bir ara orada, yıldızlarla yakın bir yerde, bir madeni araç içerisinde madeni sesler, yılışık ve donuk gülüşler, Sabit bakışlar, ne oldukları nereli oldukları bellisiz ucubelerin arasında yapayalnız hissettim. Bir Anadolu insanının yalnızlığında baktım onlara. Kimliğimi kişiliğimi tarihi derinliğimi, inançlarımı ve değerlerini anlatmak istedim onlara. Nasıl olsa aynı dili konuşuyoruz dedim kendi kendime. Ama aynı dili konuşsak da aynı inancı paylaşmadığımızı ibretle gördüm. Nereye gidiyordu bu uçak? Ya da nerden geliyordu unuttum. Uçak düşmedi. Bunu biliyorum. Sanırım bu havada kayboldu.
Kendimi o olabildiğince derin âlemde koltuk gıcırtıları ve motor gürültüleri arasında kaybolmuş hissettim.
Makineleşmiş