Hükümet-devlet uyumuyla “kardeşlik açılım” olarak sunulan ve epeyce de mesafe kat eden sürecin kesintiye uğramaması gerekir. Büyük ülke iddiasında olanlar küçük(lerin) basit manipülasyonlarını –not eden- ancak görmezden gelen ülkedir. Kalkıp kendi şanına yakışmayan, büyüklüğüne halel getirici yanlış hamlelere başvurursa sadece ve yalnızca ülke kaybeder. Bu da herkesin kaybı demektir ki hiçbir şekilde arzu edilmeyen durumdur.
Ne mi söylemek istiyorum? Başlatılan kardeşlik projesi halkın kahhar ekseriyetinde “kardeşlik yeniden tesis edilecek, yaralar sarılacak ve artık ülkem huzurlu bir uçuşu hak etti” umudunu yeşertti. Ama gelin görün ki PKK’lilerin gelişiyle beraber (hakikaten abartılan, çığırından çıkarılan şenliklerle) oluşturulmaya çalışılan karamsar hava her kesimden insanları endişeye sevk etmiştir. Hükümetin derin reflekslerden dolayı yarım bıraktığı “açılımları” yok değil. Bunu bilen halk iktidarın DTP’lilerce düşünülmeden yapılan gösterilerle oluşan atmosferden “hükümet yine topuklarını istikamet alacak” diye endişe duymaktadır.
Evet, Yapılan doğru değildi.
Evet, bu seviyeye gelmesi moral bozucu gösterilerdi.
Evet, Yapanların maksadını kötüye yormasam da –hiç kimsenin kazançlı çıkamayacağı bu türdeki süreçleri- bir nevi zafer kazanma gösterisine dönüştürmek akıl kârı değildi.
Evet, Evet, Evet.
Ama biz Türkiye gibi bir ülkeden; asırlarca süregelen devlet geleneğine sahip bir ülkeden söz ediyor isek söz konusu olan olumsuz durumların asla moral bozmaması geekir. Kaldı ki PKK ve ona destek veren kesimin ortaya koydukları sorunlu kutlamalardan dolayı açılımın yara alması, süreci kesintiye uğratacak ağırlıkta olması böylesi devlet geleneğine sahip bir ülkeye yakışır durum değildir.
Yapılanları “birileri” eliyle süreci sabote etme amacıyla planlandığını da ihtimaller arasına almak ve bunun üzerinde kafa yormaya değmez ama- yine de düşünmek gerekmiyor mu? Yıllarca bir düzenleme ile vatandaşını rahata kavuşturan yöneticilere derhal ERGENEKONvari yapılanmaların gerçekleştirdikleri insaf ve insanlık dışı eylemlerle mesajlar yollanır ve bu korkak siyasetçiler de kararlarından çark ederlerdi. Ama artık yeter, bu oyununuza gelmeyeceğiz. Halkın esenliğiyle kendilerine oyun kuranlar çok hevesliyseler daha yeni oyunlar bulmalıdırlar. Kürt Sorunu da ne zaman çözüm sürecine girmiş ise bu ülkede mutlaka bir provokasyon, süreci baltalama girişimi ve bir görünmez elin her şeyi yerle bir edişini gördük.
Aslında sadece Kürt sorununda değil; AB sürecinde, Kıbrıs ve başörtüsü konusunda da atılan adımlar aynı merkezlerde hazırlanıp yedekte tutulan manipülatif, provokatif “eylem planları” devreye konularak engellenmeye çalıştılar. Kısmen muvaffak olduklarını hep beraber gördük. Buyurun size 1993 Bingöl katliamı; Tam PKK ateşkes sürecini uzatıp silahları bırakmayı tartışırken 33 erimiz şimdilerde itirafçı olan Şemdin SAKIK’a bağlı PKK militanları tarafından pusuya düşürülerek katledildi. O yıllarda eve izinli, sivil kıyafetlerle dahi olsa asker yollamıyordu TSK. Ama Malatya’daki subay ve üstelik ihbarların da olduğu bir dönemde ne olduğunu anlayamadığım bir sebeple! sanki yollar/ortam güllük-gülistanlıkmış gibi erlerimizi Malatya’dan savunmasız, korumasız, tedbirsiz bir şekilde yola koydu. Bu sevkiyatı gönderen dönemin sorumlu subayı da şimdi ERGENEKON davasında “zanlı” kürsüsünde oturan bir zat-ı muhterem! Bu bir anlam ifade etmiyor mu?.. Eğer yetmiyorsa daha ne olsun?..
Yine Dağlıca, Aktütün baskınları ve onu takip eden diğer baskınlar hangi süreçlere denk getirildi? “Irak’a girelim-girmeyelim; sınır ötesi operasyon olsun-olmasın” tartışmalarının harareti yükselttiği dönemlere denk gelmesi hiç mi anlamlı değildi? Niçin bunlardan ibret alınmıyor/almıyoruz? Bütün bunlar normal terör olayları/eylemleri miydi sanırsınız? Bugün yaşananların o günlerde yaşananlarla tam da örtüşmese de; en azından sonuçlarından yararlanma babından ciddi bir benzerlik ortaya koymuyor mu? O halde “süreci yaraladı”, “süreç (kapatılamazsa) ertelenmeli” naralarına kulak vererek kardeşkanı dökmeye devam mı edeceğiz? İnanıyor ve diliyorum ki sorumluluk makamında herkes sürecin ülkeye getireceği ebedi yararları geçici töhmetler hatırına terk etmemizi istemiyor ve de beklemiyordur. Büyük ülkeye yaraşır davranmak olmalı işimiz. Reaksiyoner, edilgen ve özne olmaktan ürken politikalara değil; asil, aksiyonu esas alan, özne olmayı şanında bilen siyaset tarzına sahip olunmalıdır. Büyük devlet olmanın gereği olarak (özellikle bu konularda) ülkenin menfaatlerini tepkilerden dolayı göz ardı etmemektir.
Son zamanlarda hamaseti, duygusal atmosferi, ajitasyonu esas alan gösteriler –göstericiler farkında olmasa da- ülkeye zaman kaybettirmekten öte bir amaca hizmet etmeyecektir. Büyük ülkeler benzeri sorunlarını nasıl aşıp çözmüş ise Türkiye’de özellikle Kürt sorununu en kısa sürede açılımdan vazgeçmeden çözmek zorundadır. Artık oyunlarını bozmamız gerek. Onların insanlarımız üzerinden oyun oynamalarına izin vermemeliyiz. Ama kararlılıkla…