İktidar, Para ve Güç

Dayanılmaz Cazibe Istanbul’u Karanlık Sona Sürüklüyor…

İktidar olmayı, zengin ve güçlü olmayı kim sevmez.? Bende isterim. Hem de çok. Bu bir Dünya gerçeği. Ancak işi dozunda tutmak lazım. Bir kamu idaresi, bir siyasi otorite ya yetersiz olduğu için ya da güç ve iktidar kazanma yolunda yandaşlarını, seçmenlerini memnun etmek için bir kentin doğasını ve dokusunu dinamitliyorsa, vatandaşının can ve mal güvenliğini yeterince sağlayamıyorsa ona ‘Dur’ demek lazım.

Kent toprağının imar haklarını pazarlayarak güç edinme yasal kılıfa rahatça girebiliyor. Bunun için uygun bir kaos ortamı yıllardır işliyor. Kenti şekillendiren imar planlarının yapımında yetki kargaşası ve çok başlılık hakim. Bu kargaşa ortamı belki de bilinçli bir şekilde korunuyor. Onlarca Kamu Kurumunun birbirinden bağımsız olarak Imar Planı yapmak için yasalarla verilmiş yetkileri var. Son yıllarda bunlara TOKI, Özelleştirme Idaresi Başkanlığı, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı gibi yenileri de eklenerek içinden çıkılamaz bir imar platformu oluştu.

Pastadan daha çok pay alabilmek, daha öne çıkabilmek için bu kurumlar kendi aralarında savaşıyorlar. 57. Hükümet te Bendeniz Başbakan Başdanışmanlığı görevini yürütmeye çalışırken Bayındırlık ve İskan Bakanlığı ve Çevre Bakanlığı alt ölçekli imar planlarına esas teşkil eden ‘Çevre Düzeni Planı’nı yapma yetkisini paylaşamamışlar ve Hükümetin iki bakanlığı mahkemelik olmuştu. Başbakan Ecevit araya girmek zorunda kalmıştı. Davalar yıllarca sürdü.

Bizde Imar planları 1/100.000, 1/ 25.000, 1/5.000 ve 1/1.000 olmakla üzere hiyerarşik bir düzende genelden detaya inen ölçeklerde hazırlanıyor. Imar planı yapmak ve kent ve çevresinin dokusuyla oynamak üzere yetkilendirilmiş 16 Büyükşehir olmak üzere 2000 i aşkın Belediye ve

Valilikler ilaveten 10 u aşkın kurum var:

Bayındırlık ve Iskan Bakanlığı, Kültür ve Turizm Bakanlığı, TOKI, Özelleştirme Yüksek Kurulu, Özel Çevre Kurumu, Çevre ve Orman Bakanlığı, Ulaştırma Bakanlığı, Iller Bankası, Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı, Milli Savunma Bakanlığı, GAP İdaresi bunlardan bazıları.

Bazı kurumlar ise doğrudan imar planları yapamasalar da bu planları onama, denetleme ve iptal yetkinleriyle donatılmışlar. Yüksek Planlama Kurulu, Kültür ve Tabiat Varlıkları Koruma Kurulları, Boğaziçi Yüksek Koordinasyon Kurulu İdari Mahkemeler, Danıştay ve mahkemelerin uzantısı teknik bilirkişiler…

Kayırmalar bir yana, bu yetki kargaşası ve çok başlı ortamında çoğu imar planları bilimsel verilere göre şekillenemiyor. Kent yamalı bohçaya dönüyor. Her kurum gözüne kestirdiği boşluğa girip imar planı yapıyor, onaylıyor ve uyguluyor. Bütüncül bir kent planı yerine kopuk, parçacıl planlar oluşuyor. Kentin doğası, toprağı, iklimi, rüzgarı, nemi, bitkisi, suyu, folkloru, kimliği, kültürel zenginlikleri göz ardı ediliyor. Şehircilik ilke ve prensipleri güme gidiyor. Iyimser ve safiyane bir yaklaşımla imar planları doğruya yakın yapıldığını varsaysak bile bu kez de karşımıza inşaat ruhsatına aykırı veya tümüyle kaçak yapılaşma çıkıyor. Belediyeler görevlerini yapmıyor, yapamıyor. Ya görmezlikten geliniyor, ya da uydurma bir zabıt düzenleniyor, mühür vuruluyor, yıkım kararı alınıyor, ve dosya rafa kalkıyor. Arada sırada göstermelik veya maksatlı yıkımlar dışında inşaatlar pervasızca sürüyor, bitiyor ve yapılar ruhsatsız iskansız kullanıma giriyor. Hem Sit Alanı olarak hem de Boğaziçi Yasasıyla iki ayrı platformda ‘güya’ korunan Boğaziçi’nde 3000 civarında kesinleşmiş yıkım kararı olan yapı var. Istanbul’un su havzaları da aynı durumda.

Bir kısım imar planı ise sonradan noktasal değişikliklerle deliniyor. Bir kısmı da kimi zaman yetersiz bilirkişilerin yanlış veya yanlı raporlarıyla hüküm kurmak zorunda kalan İdari Mahkemeler ve Danıştay’ca iptal oluyor.

Özetle, Türkiye’nin yarısı plansız, ruhsatsız, kaçak yerlerde yaşıyor veya çalışıyor.

Bu oran İstanbul da %85 lere çıkıyor. Izmir de %60, Ankara da %45…

Turistik Beldelerimizin durumu malum. Baba ocağım Kuşadası’nın adı Betonadası oldu. Küçücük Sit Alanında bile onlarca kaçak yapı var.

Kaçak Ülke ve kaçak kentler. İşte imar ve şehircilik gerçeğimiz budur.

Illegalite, ilkellik ve kargaşa…

Merkezi ve yerel yöneticilerimize gelirsek, sel felaketinden sonra birbirlerine atıp tutmasınlar. Netice ortada. Türkiye’yi, İstanbul’u son 50 yıldır yönetenlerin hepsi imar işlerinde belli ölçülerde kusurludur. Al birini çarp ötekine. Ancak son 15-20 yıldır giderek bu işin dozu kaçmıştır. Kusur işleyenler, yasalara karşı gelenler, insan ve mala zarar verenler nasıl yargılanıp hapse gidiyorlarsa, hayvanlara eziyet edenler dahi nasıl ceza alıyorlarsa, kente karşı suç işleyenler de yaptıkları yanlışların ve yamukların hesabını vermelidir.

Ey aziz Istanbullular, depremi uzaktan gördük, yenisini bekliyoruz. Seli gördük, daha da göreceğiz. Sıra büyük bir yangına geldi. Şimdiden söyleyeyim, Istanbul da 140 sokaga itfaiye giremiyor….!

Ülkemizde 3 tehdit vardır: İrtica, Bölücülük ve Çarpık Kentleşme…

Kürt açılımı, Ermeni açılımı tartışıladursun Türkiye çağdaş, bilimsel ve çevredostu bir imar ve şehircilik zihniyetine açılım yapmalıdır. Bu açılımı yapabilecek kadroları siz oylarınızla seçeceksiniz..Çocuklarınızın, torunlarınızın geleceği için…Yoksa ya depremde iki beton arasına sıkışıp gideceğiz, ya selde boğulup öleceğiz, ya da yangında yanıp kül olacağız..

print

Bir cevap yazın