İnce Çizgiler ve Sorular

Maide ÖREN

BİLİNÇALTI

Mustafa filmi ile ilgili gözlem ve eleştiriler devam ediyor. Bir ara çok kızmıştım. Şimdiyse, irdelemeye bile gerek duymuyorum.

Dünya tarihine adını altın harflerle yazdıran ve zaruret içindeki Türk halkını bir araya toplayıp Cumhuriyeti kuran bir Başkumandanı, bir Kurtarıcının “Zavallı Bizim Mustafa” der gibi (komşunun oğlu gibi)anlatılmasını da yazarın bir gafleti olarak görüyorum. Yalnız, küçük çocuklarımızın kafasını karıştırmaya kimsenin hakkı yok. Acilen gösterimden kalkması gerekiyor.

Filmi seyreden dostlarımla bir araya geldik geçenlerde. Gözlemlerini ve yazılarını beğendiğim dostum Mehmet Vural, Mustafa filmiyle ilgili gözlemlerini ve düşüncelerini gerçek bir dille anlatmış.

Bana gönderdiği maili aynen sizinle paylaşmak istiyorum.

****

“Can Dündar, son belgesel-filmi “Mustafa” ile ilgili tartışmaların birinde bir soruyu cevaplarken “Benim Atatürk’üm” demişti.

Ve ben onun bu söylediğinden, O’nu iyi tanıdığını; o kadar ki; hakkında en özel ilişkilerinden, kişilik özellikle-rine, sadece çok yakınlarının bildiği veya kimsenin bilmediği ama güncesiyle paylaştığı, “Mustafa”ya, hakkında en özel bilgileri bile sakınmadan kullanabilecek kadar ulaştığını düşündüm.

Tartışılan güncel bakış açılarını bir kenara bırakırsak…

BİR İNSANI TANIMAK!

Yani, onun hangi olaylara hangi tepkileri vereceğini, hangi kişilerle nasıl ilişkiler kuracağını, yaptıklarının, yapmadıklarının, yapamadıklarının ve yanlış yaptıklarının, sebep sonuç bağlantılarını bilmek?!

Kişinin kendisi için bile böyle bir “ayrıcalığı” var mı?  Kaldı ki söz konusu olan kişi, yıllardır savaş altında, canlarını, mallarını, hayatlarını yormuş, yok etmiş bir ahaliye (o zamanki topluluğa ulus, toplum veya millet demek bence yanlış olur), özgürlük ve çağdaşlık bilincini yaşam biçimi olarak benimsetme ülküsü uğruna yaşamını adamış biri ise…

Başka bir açıdan bakarsak, bu denli yüksek bir ülküyü gerçekleştirmek için, insanın gerek duyacağı veya içinde hissetmesi gereken şey  “ego”su mu?
Yoksa birey olarak hayatındaki tüm olanaksızlıklara karşın, üyesi olmaktan onur duyduğu, bunu her fırsatta belirttiği, hamurunda yüksek insanlık özellikleri taşıdığını bildiği…

Ama hep kullanılmış, sırtından geçinilmiş bir halka, hak ettiğini düşündüğü yaşam standardı ve bakış açısını kazandırma arzusunun kendisine verdiği o heyecanlı, hülyalı (belki de hayali demeliyim) bilinç mi?

Yalnızlığa gelince.

Bunu başka yazı yazılarda daha uzun yazmayı isterim ama şu kadarını söyleyeyim… Yalnızlığı, sanki olan olayların sonucu veya insanın yaşadığı bir acı döngüsüymüş gibi göstemek, ancak yalnızlığı bilmemek anlamına gelir.

Çünkü bilenler iyi bilir ki, “Her insan yalnız doğar, yalnız yaşar ve yalnız ölür” ve inanın bana bu kötü birşey değildir çünki, şairin dediği gibi, “yalnızlık paylaşılmaz, paylaşılırsa yalnızlık olmaz”.

Gelelim olayın başka bir açısına.

“Ego” ile “bilinç” arasında ince bir çizgi vardır, tıpkı “birey olmak” ve “bencil olmak” arasında olduğu gibi. Her iki denklemde de söz dönüp dolaşıp, bu birbirinden çok ince bir çizgiyle ayrılmış kavramların hangi insanda ne tür etkileşimler yaratacağına dayanır.

Çok uzatmadan söylemek gerekirse, bunun, o insanın bilgi bilinç düzeyi ile doğrudan ilintili olduğu düşünülür. Yani ego sadece ister ve bu konuda hiçkimseyi ve hiçbirşeyi engel olarak görmez, hatta verdiği zararı kendisine hak sayar, bilinç ise, hedef koyar, çok çalışır, üretir ve sonuca ulaşmak için sabreder ama bu arada hiçkimseye ve hiçbirşeye zarar vermemeye özen gösterir. Birey ve bencil arasında da benzer örneklemeler olasıdır.

Şimdi isteseniz bir kez daha bakalım ” Mustafa”ya.

Mustafa, bir egoist miydi?

Mustafa, bencil miydi?

Hadi biraz daha cüretkar davranalım.

Sevgili Can Dündar veya Sevgili Can Dündarlar, o belgesel filmde anlattıkları kişiye oranla, kendilerini ne kadar tanıyorlar? Kendi yalnızlıklarını ne kadar biliyorlar?

“Anlatın” deseniz ne kadarını anlatabilirler?  Ve kafama en çok takılan soru: Kendileri ile ilgili böyle bir belgesel film yapılmak istense, bu konuda en çok isteyecekleri şey ne olurdu? Ben böyle bir durumda olsam, isteyeceğim şey kesinlikle “cevap hakkı” olurdu!”

“Karanlığa küfretmek, size, kendi küfür eden sesinizden başka birşey vermez.”

Kalın Sağlıcakla

print

Bir cevap yazın