İnsan kültürüyle yaşar. Kültür bir milletin ruhudur.Ruhu olmayan beden ise sadece cesetten ibarettir. Almanya 27 Eylül’de sandık başına gidiyor. Orada yaşayan ve Alman vatandaşı olmuş Türk kökenliler seçimde belirleyici rol oynayacak. Adaylar Türklere de özel propaganda çalışması yürütüyor. Ermenistan’da Türklere karşı yürüyüşler, Taşnak intikam bildirileri ve Türkiye ile anlaşma imzalayan Sarkisyan da muhalefetin odağında. Ama Emenistan’ın geleceği Türkiye’nin sınır kapısını açmasıyla yakından ilgili.
Suriye Ortadoğu’da esamesi okunmayan bir ülkedir. Sadece Lübnan üzerinde etkilidir,bu da Lübnan’ın kanla imtihanı şeklindedir. Suriye ile aramızda vize kaldırıldı. Irak’ın geleceği ise Kürt devleti, Kürtlerin varlığı sorunlarıyla bize bitişiktir. İran ise, bölgede liderlik iddiası suya düşmüş bir ülke halinde ve iç muhalefetin girdabına kapılmadan durmak için çaba harcıyor. Bizim iktidarımızın İran hayranlığı İranlı yetkililerde yoktur. Ancak İran halkı dünyayla bağlantısını Türkiye üzerinden kurmaktadır. Tatillerini burada geçirmektedir. Yunanistan ve Kıbrıs’daki Rumlar sadece Türkler üzerinden siyaset yaparlar. Bu hem onları AB’ye sokmuştur, hem de yan yatarken bütün AB fonlarının akmasına yetmiştir. Bulgaristan hiçbir AB formatına bizim kadar yakın değilken kendini AB içinde bulmuştur.
Türklere karşı kampanyalarını son seçimde Türklerden oy almaya çevirmişler, bir Türk bakan da iktidara gelmeyi başarmıştır.
Türkiye; sınır komşularını, Avrupa’yı, Orta Doğu’yu ve Kafkasya’yı etkilemeye devam etmektedir. Bunun için hayali Davutoğlu teorilerinin dışında elimizde ne var?
Türkiye hiç bu kadar AB’ye uzak olmamıştı. Vize kalksın diye bağıran Türk milletiyle alay eder gibi “AB vizesini halledemedik,ama size işte serbest Suriye” diyor Dışişleri Bakanı!!
Elindeki hiçbir kozu kullanamayan Türk Dış işleri gerçek bir fiyasko merkezidir.
Ama işsizlikten kırılan, eğitime bütçeden pay ayıramayan, en büyük kentini sel suları götüren bir ülkede iktidarım hem de yıllardır övünme arsızlığı varken geleceği okumak artık kahve falına kalıyor elbette.
İstanbul Bienali yoksulluğa vurgu yapmayı bir eski komünist edasıyla icra ederken sel suları çoluk çocuğu yutmuş böylesine acı bir gerçeklik tüm Bienalin hayali solculuğunu da almış götürmüş durumda. Gerisi sanat manat, zırva mırva….. oyalan dur hali…..
Küratörler yabancı pasaportlu, dokunulmaz amcalar olduğundan biz ne dersek diyelim paralar ceplere inecek.
Oysa İstanbul’un ihtiyacı olan sanat İstanbul’un her katmanıyla buluşturulacak bir sanat çalışması olmalıdır.Sanat ve edebiyat toplumun tabanında ruh bulmalıdır.
Kültürel deformasyona uğramış olan Türkiye’de “kültürel yeniden üretim” gerekmektedir. Bunu düşünecek, uygulayacak aydınlara ve de yerli malı işlere, yaratıcılığa ihtiyacımız var.
Sağlam komünist olan Brecht “İnsan neyle yaşar?” diye sormuş buna Türkiye’nin gerçeklerine bakarak cevap verecek biri var mı?
Brecht büyük bir sanatçıydı siyasi görüşüyle çelişmeden yarattı. Kendi ülkesinin koşullarında büyüdü. Nerede bizim siyasi görüşü olan sanatı olmayanlar,nerede Brecht!!!
Keşke bienal kendinden, kültürünün ruhundan birinin sorusunu alıp tema yapsaydı. Mesela
A.Hamdi Tanpınar’ın sorularından birini….
“Zamanın ne dışındayım, ne içinde” derken bizim sanatçılarımız belki de bunu demek istediler. türlü Türk kültür dünyasının ne içinde olabiliyorlar,ne dışında vesselam.
Nerede benim kültürümün ruhundan kopan soru?
Nerede?