İnsana Verilen Değer, Yemekten Başlar

Biliyorsunuz memleketimizde üzerine yazı yazılacak, hatta ciltler dolusu kitaplar yazılacak o kadar çok konu var ki insan bazen şaşırıyor hangisini yazayım diye…

Ülkenin en büyük şehrinde otobanda yağmur suyundan arabası içinde boğulan insanlardan kalleş teröre, Ermenistan sınırının açılmasından kafası atıp sevdiğini kıtır kıtır kesen insanlarımıza kadar pek çok gündem maddesi arz-ı endam ederken, aslında en az bunlar kadar önemli ve hayatiyetimizin temeli olan daha farklı bir konuyu sunmak istedik.

İnsanların nefes almak, su içmek ardından gelen, en önemli fizikî ihtiyacı olan yediklerimize biraz değinmek istedik…
Evinize bir misafir geleceği zaman ona verdiğiniz değer ölçüsünde hazırlık yaparsınız.

Çeşit çeşit yemekler ikram eder, evin en güzel köşesinde ağırlarsınız…
Bizim kültürümüzün gereği ve dinimizin emri de bu yöndedir. İnsanoğlu sevk-i tabi ile bunu gerçekleştirir.
Bu tutum, misafirinize verdiğimiz değerle orantılıdır. Bazısına biraz daha fazla özen gösterirsiniz değil mi?
Çünkü o, bizim için daha değerlidir…

* * *

Peki ya kendimiz?
Kendimize ne kadar değer veriyoruz?
Yediğimiz-içtiğimize ne kadar değer veriyoruz, ne kadar önemsiyoruz?
Mesele bir karın doyurmak ise; o, bir şekilde zaten doyar.
Ama önemli olan helâlinden sağlıklı beslenmek ise; bunu ne kadar başarabiliyoruz?
Tükettiğimiz gıdaların ne kadarı genetik yapısı ile oynanmış, ne kadarında zehirli tarım ilaçları var ya da ne kadar temiz?
Bunları düşünmek bile istemiyoruz çoğumuz.
Oysa insanın yapı taşını oluşturan gıdalar, sadece fizikî yapımız değil aynı zamanda ruhsal bünyemizi de sevk ve idare eder.
Hatta tasavvufla biraz uğraşmış olanlar bilirler ki, “unutmadan yemek” diye bir tabir vardı. Ağzınıza aldığınız lokma yemek borusundan aşağı inerken sizin o anki duygu ve düşüncelerinizi de beraberinde mideye götürmektedir. Midede safra suları ile karışıp kana geçerken aynı zamanda hücrelerimize o duygu ve düşüncelerimizin izlerini de yansıtmaktadır.
Tıpkı soluduğumuz nefes gibi…
O da aynı şekilde akciğerlerimizden kan dolaşımı ile birlikte vücudumuzun en ücra köşesine kadar giderken aldığımız nefesin içindeki pek çok etkiyi ve katkıyı da beraberinde taşımaktadır. Kanımızla beraber vücudumuzu dolaşan sadece oksijen değildir.
Aynı zamanda bizim düşüncelerimiz, korkularımız, arzu ve isteklerimiz de dolaşmakta, kanı’mızı oluşturmaktadır!
* * *
Geçen gün bir gıda haber sitesinde tesadüfen bir bilgiye rastladım.
Aşağıdaki satırları okuduğunuzda ne demek istediğim, sanırım daha iyi anlaşılacak.
Gıda Sanayi adlı şirketin, http://www.gidasanayii.com/modules.php?name=News&file=article&sid=7126 adlı internet sahifesindeki haberi özetleyerek aktarıyorum:
Şitoğlu Gıda, İsrail’e özel koşer (helâl) pekmez üretiyor. Helal üretim için İsrail’den hahambaşılığın görevlendirdiği denetçiler Malatya’daki fabrikaya geliyor. Dini ritüeller (ayinler) yerine getirilip, koşer pekmez İsrail’e ihraç ediliyor.
Pekmez üretimi yapan Malatya merkezli Şitoğlu Gıda, Türkiye pazarının yanı sıra İsrail’e de hurma pekmezi ihraç ediyor. Sadece ‘koşer’ yani dini kurallara göre hazırlanmış helâl yiyecekler yiyen Museviler için özel üretim yaptıklarını söyleyen Şitoğlu Gıda Genel Müdürü Ahmet Balin, 4 yıldan bu yana İsrail ile çalıştıklarını, bu ülkeye yıllık ortalama 300 bin dolarlık ihracat yaptıklarını söylüyor.
Ahmet Balin, “Onlar gıda tüketiminde oldukça hassaslar, dualarını okuyorlar, üretim süresi boyunca fabrikada bekliyorlar” dedi. İsrail’den denetim görevlileri, Malatya’daki fabrikaya geldiği zaman sadece onlar için üretim yapılıyor. Tüm tesis, Musevilerin koşer pekmezi için çalıştırılıyor. Koşer pekmez için üretim aşaması, istenilen miktara bağlı olarak değişmekle birlikte 5 – 10 gün sürüyor. Ayrıca denetim için İsrail’den yılda bir kaç kez ekipler de geliyor.
Peki, Musevilikte Koşer (Kosher) nedir?
Musevi dininde, kurallara göre yenilmesine izin verilmiş yiyeceklere ‘koşer’ adı veriliyor. Musevilere göre yiyeceklerin helallik – haramlık ölçüsü anlamına gelen ‘koşer’, hahamlar yoluyla belirleniyor.
Üretim tesisleri hahamlar tarafından koşer’e (Museviliğe göre helâlliğe) uygunsa onlar veya onların belirleyeceği kimseler tarafından onaylanıyor. Bazı ürünler için “o ülkedeki hahambaşılıkça” koşer sertifikası yani ‘dinen uygunluk’ belgesi verilebiliyor.
Ancak gıda maddeleri söz konusu olduğunda çoğunlukla İsrailli hahamlar yerinde inceleme yapıyor. Gıda ürünleri dışında bazı temizlik-hijyen ürünleri, tekstil ve elektrikli ev aletleri için de koşer sertifikası veriliyor.
Dünya çapında koşer için sertifika veren acenteler var. Bu acentelerden en ünlü olanları ise The Union of Orthodox Jewish Congregations (OU), The Organized Kashrus Laboratories (OK) ve Star – K Kosher Certification (Star- K).
* * *
Şimdi…
Lüks ve büyük Avrupa kökenli marketlerimizin raflarında emsallerinden ucuza satılan yeni türemiş sucuk, salam v.s. gıdaların ne kadarı yüce dinimiz İslâm’ın helâl standartlarına uygundur? Bunu denetleyen bir kurum var mıdır? Bunu takdirlerinize bırakıyorum…
Cehaletimi mazur görün ama benim bildiğim böyle bir sertifika olayı henüz hayata geçemedi…
Haydi, helâl-haram mevzuundan geçtik…
“Unutmadan yemek” ise zaten derin konu… Değil mi? Televizyonu açıp karşısında yemek yerken bırakın unutmadan yemek yemeği, insan kendini bile unutmuyor mu?
Ya, en azından şu gıdaların hijyenik olup olmamasını, ya da genetik yapısı ile oynanmış; -bilim adamlarınca frankeştayn gıda olarak nitelenen- ne idiğü belirsiz şeyleri yemesek!
Yurt dışından gelen çikolatadan fındık ezmesine, çaydan una, şekerden hurmaya kadar şu an adını sayamadığım on binlerce kalem gıda maddesinin hiç birinin üretimi, yukarıda anlattığım gibi demiyorum…
En azından, en azından gıda mühendislerince asgari sağlığa uygunluk, yönünden denetleniyor mu?
Birileri çıkıp da; “Ya şu bizim millet ne yiyor acaba?” deyip de ABD’deki, İsrail’deki, Rusya’daki, Irak’taki, İsviçre’deki ya da ne bileyim Polonya’daki fabrikaları-tesisleri denetlemeye gidiyor mu? Üretim aşamasında orada bulunuyor mu?
Yoksa elin gâvurcuklarının insafına kalmış bir şekilde, kâğıt üzerinde mi hijyen belgesi alınıyor.
Malum, adamların insaf karneleri pek iç açıcı değil. Depremde ‘yardım’ diye gönderdikleri tarihi geçmiş bozuk ilaçları, etiketi değiştirilerek üzerine güncel tarih yazılmış konserveleri filan çok gördük de…
Toplumumuzdaki hastalık sayısındaki patlamada bir etkisi var mıdır acaba dedik???…

print

Bir cevap yazın