Son birkaç aydır Türkiye – İsrail ilişkilerinde tuhaf bir şeyler oluyor. Yaşananlara bakınca insan, “62 yıllık Türkiye – İsrail ilişkilerinde bir sapma mı var yoksa bir zihinsel saptırmayla mı karşı karşıyayız?” diye düşünmeden, sormadan edemiyor.
Öyle ya. Bir taraftan bakınca karşımıza Masonluğun ülkemizdeki en büyük düşmanı bir gençliğin iktidara gelmiş hali çıkıyor. Diğer taraftan bakınca da açılımlarla ve ekonomik krizin darbeleriyle köşeye sıkışmış bir hükümet var ortada…
Şöyle bakınca insanın “Davos’tan bu yana Türkiye’ye bir haller oldu, helal olsun!” diyesi geliyor. Çünkü halkın gözüyle bakarsak Davos, küstah ve arsız İsrail’e atılmış sağlam bir Osmanlı Tokadıdır. Daha sonra ise Osmanlının torunları Osmanlılığı iyice sevmiş olmalı ki bölgedeki siyasetin adı da “Yeni Osmanlı” siyaseti olarak kondu. Ardından ise bir dizi ile başlayan “Ayrılık” geldi. Başlayan “Ayrılık”, Konya’daki tatbikatın iptali ile belirginleşirken, başbakanımızın Pakistan ve İran ziyaretleri sırasında yaşananlar ile iyice derinleşti.
Bu arada İsrail’den gelen salvoların her birisine karşı atılan yeni bir Osmanlı Tokadı ile 1948 yılında başlayan “zoraki evlilik” bitme noktasına geldi. En son yaşanan diplomatik kriz sırasında devlet erkanının sergilemiş olduğu erkekçe duruş vatandaşa “işte bu…” dedirten bir gurura sebep oldu.
Dile kolay. Boynu bükük başı önde gezen devletimiz ve ahalisi hem de dünyaya hükmeden İsrail’e resmen posta koyuyordu, İsrail’den “tıss…” yoktu. Hatta duyumlarıma göre yakında başbakanımız, Polat abimi İsrail’e gönderecekmiş (Kurtlar Vadisi isimli dizinin “Kurtlar Vadisi-İsrail” namla yeni sineması çekilecekmiş.), Polat abim hışınızı çıkarsın da görün siz gününüzü!… Çok şükür yaradana ki elin “çıfıt” Yahudisi artık Malkoçoğlu’nun torunlarına ses edemiyordu. Ah bir de başbakanımız şu nankör attan düşmeseydi, “Bin atlı akınlarda çocuklar gibi şen” olacaktık ya olsun, o kadar kusur kadı kızında da bulunur.
Buraya kadar iyi hoş. Şişinmenin de bir yeri, ölçüsü hududu var. İşin bir de öteki yüzüne bakmak gerekir.
Doğrusu devlet ricalinin “hal-i pür melali” bizde derin etkiler yaratır. Toplumların genel psikolojisi devletin başının dikliğiyle birebir korelasyon içindedir. Mesela geçmişte yaşandığı gibi bir hanım yetkilimiz Bill Clinton gibi sabıkalı biriyle kapalı kapılar ardında görüşürse işkilleniriz ve de zorumuza gider. Bir devlet büyüğümüz dengi olmayan birince “lakayt, yakışıksız” bir şekilde karşılanırsa gücümüze gider. Gururumuz kırılır, incinir öfkeleniriz.
Niye? Çünkü biz bir aileysek onlar da bizim anamız babamızdır. Onlara reva görülen direkt bize layık görülmüştür. İşin içinde bir de üç yüz yılı aşan yenilgiler ve geri çekilmelerin toplumsal belleğimizde yarattığı eziklik ve travmalar olunca Galatasaray’ın UEFA Kupasını alması bizde Viyana’yı fethetmiş kadar büyük coşku yaratır. Ben bile milli maçlar ile Türk takımlarının Avrupa maçlarına bir “ölüm-kalım meselesi” olarak bakarım. Bu nedir? Yenilgilerden muzdarip gönlümüzün “makus talihi” karşısındaki kırgın teselliden başka nedir?
Makus talih demişken, İnönü geldi aklıma. Üç yüz yıllık bir yenilgiler serüveninde makus talihin döndüğü İnönü Savaşı…
1920’ler gerçekten de Türklerin üç yüzyıllık makus talihinin döndüğü yıllardır. Sakarya Savaşı ile Türkler ilk defa bir savaşta geri çekilmeyi değil ileri harekatı düşünmüş ve planlamışlar, sonuçta kendilerine bir yurt edinebilmişlerdir. Ortaya konan bağımsızlık arzusu o günün şartlarında makus talihi altında ezilen diğer uluslara örnek olmuş 1920’lerin Türkiye’si o yıllarda bağımsızlıkçı bir çığır açmıştır.
Fakat 1947’de Harry Truman’ın başlattığı Sovyetleri çevreleme ve Ortadoğu’da İsrail’i yaratma politikası sonucu Türkiye, Sovyet-ABD denkleminde “iç güveysinden hallice” bir duruma razı olarak ABD tarafını seçmiştir. O gün bugündür belirgin bir bağımlılık ilişkisi sürerken Türkiye aynı zamanda İsrail’in birçok kere koruyucusu ve maşası görünümünden de kurtulamamıştır.
Şimdilerde yaşanan ise milletin gönlünde Ortadoğu’yu kana bulayan İsrail’in karşı oluşan nefretin bir coşkusu görünümündedir.
Ancak Türk – İsrail ilişkileri öylesine derinleşmiştir ki, bunun bir çırpıda değişivermesi o kadar da kolay görünmüyor. Çünkü bugün Amerika’yı yönettiğine vehmettiğimiz Masonik zihniyetin bu kadar kolay lokma olması zor gibi görünüyor. Şu an ki yaşanan gerilimler ne kadar gerçekçi bunu zaman gösterecek. Ancak ortada başka bir gerçek var. O da teğet geçen krizin, savaş dönemlerinde bile görülmeyen ölçüde yarattığı bir ekonomik tahribat ve açılımların yıprattığı bir imaj var. İşe buradan bakınca “Ayrılık Dizisi” ile başlayan sürecin bir imaj yenileme operasyonunun parçası olma ihtimali oldukça yüksek görünüyor.
Çünkü Anadolu Kartalı Tatbikatı’nın iptal edilmesi, İsrailli pilotların İncirlikte Amerikan uçaklarıyla eğitim yapmalarına ne kadar engel?
İsrail, 2002’den bu yana TSK’nın en büyük çözüm ortağı olmaya devam ediyor mu etmiyor mu? Değişen bir şey niye yok o zaman?
Bu aralar Türkiye’nin çevresinde ilginç gelişmeler olurken Türkiye neden ısrarla İsrail’e odaklanıyor?
Mesela;
ABD, İran’ı vuracağını artık daha açıkça ifade ediyor. Bir yandan da İran’ın menziline biraz daha uzakta bulunan Yemen’deki olayları bahane ederek Yemen’e yerleşmeye çalışıyor. ABD, Irak’taki doğrudan İran tehdidine maruz üslerini daha güvenli ve daha stratejik Yemen’e çekerken Türkiye, her koşulda Amerika ile hareket ederken Amerika’nın İsrail’ine niye posta koyar ki? Yılanın yavrusundan ne farkı var ki, ABD ile farklı İsrail ile farklı ilişkiler yaşıyoruz?
Yunanistan, MKE Silah Fabrikası’nın Yunanlı casuslarca havaya uçurulduğu dedikodularıyla sarsılırken neden bir devletlu çıkıp da “Bu işin aslı nedir” demez?
Yaşananlar Türkiye’nin makas değiştirdiği, klasik dış politikasında önemli sapmalar olduğu imajını verse de sahnenin eksik tarafları oldukça fazla. Eğer bir makas değişikliği olsa bunun güçlü bir altyapısının olması gerekir.
Ne gibi derseniz?
Bir kere ilk yapılması gereken askeri malzeme alımlarından İsrail’in devre dışı bırakılmasıdır. Çünkü en kritik alan burası. Bunun için de yasal değişiklikler yapılır. Askeri malzeme alımlarında İsrail ve İsrail ortağı hiç kimse ihalelere giremez. Ama hala Heron alıyoruz İsrail’den.
Ayrıca bu konuya benzer bir konu olan tekstil ürünleri ticaretinde ABD tarafından İsrail’e verilen ayrıcalıkların aynısı bir şekilde koparılırken Türk sanayisinin İsrail mahkumiyeti sonlandırılır. Bugün ABD, içinde % 11 ve daha fazla İsrail girdisi olan hiçbir üründen vergi almıyor. Bu yüzden Ortadoğu bölgesinde başta Mısır ve Türkiye, tekstil üretiminde İsrail’e göbekten bağlılar ve Türk sanayicisinin önemli bir kısmı ürünlerini İsrail’e vergi vererek İsrail üzerinden ABD’ye pazarlıyor.
Bir diğer konu ise devletler arası ilişkiler medya üzerinden ve tribünlerden yönetilmez. Üslubunca, sessiz ve derinden yürütülür. Ancak şu an tam tersi söz konusu. Onlarca tantana, kuru gürültü, ama fiiliyatta değişen hiçbir şey yok.
Yani krizin ve muhalefetin köşeye sıkıştırdığı hükümet, bu yıl mecburen gireceği seçimlerden önce hedef saptırmak için “Cambaza bak cambaza” mı yapıyor yoksa hakikaten hedeflerimiz değişiyor da tam olarak biz mi göremiyoruz?