İsrail’e Vurmanın Dayanılmaz Hafifliği

İsrail… Devlet değil mübarek sanki terör örgütü. Ne zaman hakkında iyimser düşünecek olsak hemen bir eylemi ile bizi mahcup ediyor, terör nasıl yapılır, bize yeniden yeni bir katliamla gösteriyor…

Kurulduğu 1948’den bu yana hem bölgede hem de birçok ülkenin kamuoyunda bir sorun ve sancı olan İsrail, en çok da bizim kamuoyumuzda tartışma konusu edilen bir ülkedir. Ülkemizde geçmişini ve geleceğini “Siyonizm ve Masonluk düşmanlığı” üzerine kuran bir ideolojik hareketin genç mücahitleri bugün artık başbakan ve bakan olmuş durumdadır. Bu bakımdan mevcut iktidarın ileri gelenlerinin geçmişinin ve geleceğinin İsrail ekseninde ele alınması gerekmektedir.

Türkiye’de din ve dine bağlı sorunlar ve hedefler hep belli sloganlar etrafında dile getirilmiştir. Özellikle CHP’nin Tek Parti dönemindeki bir takım yanlış uygulamaları bu taleplerin süreklilik arz eden bir siyasi malzemeye dönüştürülmesinin önünü açmıştır. Böylesi bir sloganlaştırma toplumu bir takım kör noktalara odaklarken “Ele verir talkını kendi yutar salkımı” vaziyetinin sürekli gözden kaçırılmasına yol açmıştır.

Türkiye’de din kavramının bir silah olarak kullanılması Demokrat Parti ile başlayan bir gelenektir. CHP içinden çıkan muhalefetin partileşerek oluşturduğu DP, CHP’nin dinsizliğine bir isyan olarak siyasi söylemlerinde din kavramını her daim ön planda tutmuştur. Dinsiz CHP’yi vurmanın, yenmenin en iyi yolunun din sömürüsü olduğunu bilen eski dindar CHP’liler Türkiye’de önemli bir geleneğin de başlatıcısı olmuşlardır. Özellikle “Ezanın Türkçe Okunması” gibi çarpıcı bir propaganda ile başlattıkları süreçte her dönem için yeni bir slogan üretmeyi başarmışlardır. Bu siyasi gelenek içinde en çok kullanılan sloganlardan birisi de “Siyonizm ve Masonluk” olmuştur.

Artık ülkemizde çocukluğundan gençliğine, gençliğinden olgunluğuna hayatının her döneminde Siyonizm ve Masonluğa küfrederek yaşayan bir nesil iktidardadır. Yani Siyonizm’in ve Masonluğun en büyük düşmanı diyebileceğimiz kişiler en tepede hem de “cumhurbaşkanı ve başbakan” olarak arz-ı endam etmektedir. Tabi burada okuyucu Siyonizm ve Masonluk ile İsrail arasında içgüdüsel olarak alışılageldik bağlantıyı kuracaktır. Bu doğaldır çünkü Türkiye’de bu alanda yapılan propagandanın ucunun vardığı yer doğal olarak hep “eli kanlı İsrail” betimlemesi olmuştur.

Türkiye’nin Soğuk Savaş’a dayalı 1960–1980 arası iç politikasında, sağ ve sol birbirini yerken, kendini daha farklı tanımlayan bir ideolojik kesim, kendisini sürekli başka bir davanın savunucusu olarak tanımlamıştır. Sağ ve sol kesim, ABD-Sovyetler ekseninde yürütülen bir siyasi kamplaşmanın ve çekişmenin tarafı olmalarına karşın, Demokrat Parti geleneğinden gelen “Milli Görüş” çizgisi hiçbir şekilde bu noktada etliye sütlüye karışmayarak “toplum nezdinde kendi çöplüğünü yaratmaya” çalışmıştır.

O dönemde en büyük tehlike ve düşmanın ABD yada Sovyetler olarak algılandığı bir dönemde Milli Görüş çizgisi sürekli bir şekilde “İsrail fenomeni” yaratarak süre giden çatışmanın dışında bambaşka bir zihinsel alan ve bu alana tabi mürit kesimi oluşturmaya çalışmış ve bunda da kısmen başarılı olmuştur.

Dinsel kavramları öne çıkararak inanan insanların dini vecibeleri (görevleri) hakkında yeni tanımlamalar ve propagandalar geliştiren Milli Görüş çizgisi yarattığı tabanda ve onunla etkileşimde bulunan kesimlerde çok güçlü bir “İsrail düşmanlığı” yaratmıştır. Buna İsrail’in gerçekten de insanın kanını donduran katliama varan davranışları eklenince Türkiye’de çok geniş bir toplumsal taban içerdeki bu propagandaların taraftarı haline gelmiştir. Bugün vatandaşa sorun, duyacağınız cevaplar arasından yüzde doksana varan bir nefret kokusu alırsınız.

Sonuç;

İsrail kötüdür, İsrail düşmandır. Gelinen nokta bu. Ha bu arada meretin de savunulacak bir yeri de yok ki…

Ancak Türkiye ve İsrail 1948’den beri Truman Doktrini ve devamında gelen diğer Amerikan doktrinlerinin bir parçası olarak derin bir ilişki içerisindedir. 1950’den beri Amerika’nın kucağına kendini abone etmiş bir ülke olarak gösterilen istikamet doğrultusunda bütün önemli ve stratejik işlerimizin içerisinde İsrail vardır. Bu, midemiz kaldırmasa da günümüzün en acıtıcı realitelerinden birisidir.

Bugünün iktidar odakları, 1997 Amerikan darbesinin ardından toplum gözünde büyük bir mağduriyet hissiyle arz-ı endam ettiler. Ancak ilginçtir ki bu hareketin kurucuları ve ileri gelenleri daha meclise bile girmeden Amerika’da krallar gibi karşılandılar. Sayın Tayyip Erdoğan o zamanlar daha vekil bile değilken Amerika’da devlet başkanı statüsünde karşılandı. Düşünsenize Amerikancı bir darbenin mağduru Amerika’da kral makamında…

Bu durum, “Bu ne perhiz bu ne lahana turşusu” denecek ilk olaylardandır. Devamında ise Yahudi Lobilerinden alınan ödül var. Kürsülerdeki her konuşmasında Siyonizme, Masonluğa ve Yahudiliğe “geçirmiş” bir siyasi militan/mücahit, dünyanın en güçlü Yahudi lobisince en prestijli ödülle ödüllendiriliyor. Bu iki…

Üçü dördü beşi atlayarak gelelim Anadolu Kartalı meselesine. Bu tatbikat 2001’den beri Çevik Bir’in Türkiye’ye attığı bir kazık olarak her yıl Konya Ovasında tekrarlanıyor. Bu tatbikat sayesinde İsrail Hava Donanması, konvansiyonel yeteneklerini geliştirirken, İran menzilli uçuşlarla geleceğin provaları Toroslar üzerinde yapılıyor. Bağımsız bir devletin, komşusu üzerinde emeller taşıyan böyle bir provaya 6 yıldır izin vermesi bile suç. Ancak bu suç yıllardır dava adamı yöneticilerimizce işlenirken bu yıl bir anda her şey tersine döndü. Oysa ki daha geçen yıl Suriye tesislerini İsrail hava kuvvetleri bizim topraklarımızı dolaşarak bombalamıştı. Bugünse İsrail kötü adam Suriye kan kardeş…

İsrail ve Filistin, yılların getirdiği birikimle Türk kamuoyunun en hassas damarlarından birisidir. Bunu özellikle “Van Münüttt…” çıkışında gördük. Bu olay sayesinde yıllardır ABD ve İsrail ile koyun koyuna iş pişirenler bir anda kahraman oluvermediler mi?

Sonuçta İsrail bizim kamuoyumuz için damardan bir mevzudur;

Başımıza çuval da geçse İsrail lafını duyunca düşmanımız değişir. Krizler ve nice sefaletler yaşasak da işin içine İsrail girince anında karnımız doyar, gönlümüz hoş olur. Denizin Feneri sönse de işin içine İsrail girince önümüz aydınlanır. Ermeniler baş tacı edilir, Kürt Açılımı ile damarımıza dokunulur, teröristler zafer kazanmış kahramanlar gibi sınırlarımızdan içeri girer ama bir İsrail sözü her şeyi değiştirir… Daha bir sürü felaket getirin aklınıza, bir de İsrail kelimesini yanına getirin. Anında ağrınız sancınız kesilir her şey güllük gülistanlık olur, “vurun kafire” rüknünde kıyama durursunuz…

Hal böyleyken, iktidarımızın da kendisiyle işbirliği yapan, kendisine lojistik destek veren manipülasyon çetesiyle elbirliği ederek yeni bir İsrail fırtınasıyla üzerine yıkılan duvarın altından kalkmaya çalışması kadar akıllıca bir iş yoktur.

BOP eş başkanı sıfatıyla (“Benim bir görevim var, ben BOP’un eş başkanı olarak görevliyim” sözü bizzat kendisine aittir.) başlattığı açılımların altında kalan sayın başbakan, anında soluğu yurtdışında aldı ve bombayı patlattı. Gerçi yurtdışı gezisi önceden planlanmış bir gezidir ama açılımların sonlanmasının buna denk getirilme ihtimali daha yüksek. Sonuçta başbakan yurtdışına çıkarken açılımlar durdu ama İsrail salvosu geldi bir anda. Bir diğer salvo da yandaş medyadan, 4,5 aydır saklanan bir belgeyi savcıdan önce kamuoyuna açıklayarak geldi. İlginç şeyler üst üste geliyor. Belge konusuna şimdilik girmeyeceğim.

Ancak, İsrail’e yönelik yeni propagandanın ve çıkılan yurtdışı gezinin güzergahının iyi analiz edilmesi gerekiyor. Bir yandan tatbikatı iptal edilen ve “çocuk katili” ilan edilen bir İsrail diğer yandan ise İsrail’in en büyük düşmanı İran ile büyük çaplı anlaşmalar yapan İsrail düşmanı bir gelenekten mücahit başbakan.

Büyük Ortadoğu Projesi’nin Yeni Osmanlı’sı Türkiye, gerçekten de kendi bildiğini mi okuyor yoksa İsrail’in ve ABD’nin yarınki politikalarının altını mı yapıyor?

Küresel krizle çöken bir Amerika var karşımızda. İçine düştüğü güçlüklerden dolayı kimi bölgelerdeki atraksiyonlarını hızlandıran kimi bölgelerdeki planlarını şimdilik erteleyen bir Amerika ile yüz yüzeyiz. Amerika özellikle İran konusunda kapsamlı bir harekata girişmekten şu aşamada kaçınmaktadır ancak küresel Amerikan şirketlerinin getirdiği sevimli başkanın İran problemini daha fazla öteleme şansı da yoktur. Obama’nın zorlamasıyla İsrail planını sürekli ertelemek zorunda kalmaktadır. Ancak şu aşamada Türkiye’nin yaptığı tek şey, Obama’nın ve İsrail’in yarın ki hamlelerinin altını doldurmaktır.

Özellikle Irak’ın 2003’te başına gelenlere bakacak olursak, Türkiye’nin İran’ı dolar dışında para kullanmaya yönlendirmesi daha doğrusu kışkırtması İran’ın ipini çekmekten başka bir şey değildir. Türkiye bugün İran ile yaptığı anlaşma ile yarının İran’ında kendine muhtemeldir ki bir pay kapmış olabilir. Ancak imzalanan ticari anlaşmalar ile İran parası ve Türk parası kullanılması konusunda varılan mutabakat İran’ın düpedüz ipinin çekilmesidir. Aynı zamanda İran’a nükleer enerji konusunda verilen destek İran’ı dünyada yaşadığı yalnızlıktan biraz daha kurtaracak ve İran, ABD ve İsrail’e karşı söylemlerinin dozunu artıracak bu da İsrail’i fazlasıyla kışkırtacaktır. Şu an için Türkiye tarafından bölgede yalnızlaştırıldığını düşünebilecek olan İsrail, üç beş ay sonra veya daha sonraki bir gelecekte Obama’dan gerekli işareti aldığı zaman o güne kadar ağzının ölçüsünü iyice kaçırmış bir İran’ı vurmayacak mıdır? Hatta bu süreçte kendine güveni arttığı için iyice tahrik edici ve ölçüsüz bir nitelik almış İran’ın vurulması karşısında İran’a kim arka çıkacaktır?

Türkiye muhtemeldir ki bir seçime gidiyor. Çocukluğu, gençliği ve yetişkinliği tamamen Siyonizm ve İsrail nefretine boyanmış ama Yahudilerden de en büyük ödülü almış bir iktidarın başı olarak Sayın Başbakan, başının sıkıştığı şu günlerde İsrail’e belden aşağı vurarak hem içeriye güçlü mesajlar vermekte hem de bölgede düşmanı gibi gösterdiği İsrail’in önüne İran’ı atmaktadır.

Dileriz Türkiye seçime giderken İran güme gitmez…

print

Bir cevap yazın