İstanbul’ un Kültür Başkenti ilan edildiği şu günlerde bir okuyucumdan aldığım mektup bu sahada katedeceğimiz mesafenin ne kadar büyük olduğunu gözler önünen seriyor. Dilek Taşçı’ nın mektubunu aynen yayınlıyorum. Sanat, kültürümüzü yaşatan en önemli unsurdur. Hâlâ atalarımızdan devr aldığımız eserlerle iftihar ediyoruz ama, bu değerleri bizlere taşıyan sanatçıyı ne kadar destekliyoruz?
Bu konuda pek başarılı olduğumuz söylenemez. Geçenlerde başımızdan geçen bir olayla bunu bir daha üzülerek anladım; Klasik Türk Müziğinin önde gelen seslerinden aynı zamanda hocam olan bir sanatçıyı, zaman zaman özel konserlerde halkın dinlemek istediğini belirterek İstanbul Kültür A. Ş’ye baş vurmuştuk. Sağ olsunlar bu yıl için iki konseri de hocamıza ayırdıklarını tarihleriyle bize bildirdiler.
Birincisi 15. Ocak 2010 akşamı Bağlarbaşı Kültür Merkezinde yapılacaktı. Bu ara saz sanatçılarını tesbit ederek provalar başladı ve davet edilecek kişiler konserden haberdar edildi. Bağlarbaşı Kültür Merkezi’nde konser salonunundaki durumu görmek üzere, konserden üç gün önce gittiğimizde, kendilerine ulaşabildiğimiz ilgililerin yapılacak konsere dair bilgilerinin olmadığını hayretle gördük.
Çok üzülerek hocamıza durumu bildirdik, hocam İstanbul Kültür.A.Ş’yi aradığında, kendisine pek çok sanatçının konserinin iptal olduğu, fakat şans eseri konserin kendisine verilen tarihte yapılacağını söylediler ama bir saat sonra tekrar arayarak konserin yapılamıyacağını bildirdiler.
Canı candan ararsak, sanatçı kaybettiği kendi zamanına mı, saz sanatçılarını günlerdir meşgul ettiği için mi, gelecek davetlilere yeniden konserin iptal edildiği haberini vermek için mi, üzülsün? Sanat korunup kollanmak ister ama bunu yapamıyorsak bâri gönül kırıklığı yaşatmayalım. Hasılı hepimiz için büyük bir düş kırıklığı oldu. “İhalelerde yapılan bir yanlışlık sonucu böyle bir durum ortaya çıktığını, yapabilecek bir şey olmadığını” belirttiler. Çok doğal bir durum olmalı ki özür de dilemediler. Ne kadar çalışıp çabalasak da davet ettiğimiz fakat ulaşamadığımız kişiler o akşam boynu bükük, biraz da küskün evlerine dönmüşler.
Artık, Klasik Türk Müziği dinleyecek bir konser ya da bir televizyon kanalı bulmak kolay olmuyor. Gerek Avrupa Kültür Başkenti olmamızı kutlayan açılış gecesinde ( bir kaç sanatçı dışında), gerek normal günlerde medyada bize takdim edilen müzik, daha çok eğlence müziği tarzında olduğu için gelecek nesiller de Klasik Türk Müziğini tanıma fırsatı bulamayacaklar. Müzik otoritelerinin fikir birliği ile ifade ettiği gibi Klasik Türk Müziğini hakkıyla icra eden sanatçılar giderek azalmaktadır. İnsanlara ne verirseniz ona alışırlar. Biz tarhana çorbası severdik, torunlarımız fast food tercih ediyorlarsa, bundan sorumlu olan yine bizleriz.
Nasıl nadide bir çiçek suyu, toprağı, havası ile itina edilerek yaşatılırsa, kültürümüz de sanatçıyı koruyup kollayarak, onlara şevk içinde bize güzel eserler verecek ortam ve imkanları sağlayarak olmalıdır. Hayli zamandır biz güllerimize itina edemedik, güllerimiz solarken, yabani otlar etrafımızı sardı. Bu konuda hepimizin boynunda taşıdığı bir vebal yokmu? Belki bu sorumluluk beni bu kadar derinden etkilediği ve birşeyler yapmamız gerektiğine tüm kalbimle inandığım için bu satırları yazdım.
Sanatı ve sanatçıyı ilgililerin sahiplenmesini ve yapılan bu tür hataların tekrarlanmamasını dilerim.