Felsefe yapmak ölmeyi öğrenmektir. Ölmeyi öğrenmek yaşamın amacıdır. Bazılarının yaşam felsefesidir bu, bazıları için ise sıradan bir olaydır gidecekleri en son nokta. Felsefeden daha öte bir duygudur Ölümün varlığıyla yaşamak. Ne zaman öleceğini bilmemek kadar sıkıntılı bir hayat sürmek yerine ne zaman gelirse gelsin hazırlıklı olmak ayrı bir tat verir insana.
Telafisi olmayan bir hayatın içinde var olmanın savaşını neye göre ve kime göre vereceğimizi öğretir bize yaşadığımız her saniye. Amaçsız, isteksiz bir ömür geçirmektense gideceğimiz yerin apaçık belli olduğu bir yol haritasında ne için var olduğumuz ve ne yapmamız gerektiği hakkında bir tahminde bulunmak çok da zor olmasa gerek. Buna rağmen şerefle bitirilmesi gereken en asil görevlerimizden biri olan bu hayatın üstesinden gelmekte zorlandığımız bu devirde yaşam stilimizi belirleyebilecek olan birçok kaynak olmasına karşın insanlığın bu durumu görmezden gelişi traji-komik bir durumun apaçık göstergesidir. Farkındalık hissiyatında bir yoksunluğumuzun olmasından mı ileri geliyor bilinmez ama tüm insanlığın ortak sıkıntısı isyan noktasında bir yaşam sürmeleridir. Eğer ki felsefe yapmayı sevmiyorsa insan ölmeyi öğrenmesi gerekir.
Öğrenilmesi gereken en önemli konulardan biri olan ölüm, kaçınılmaz gerçek olarak görülüp ona göre bir hayat tasarlamanın derdine düşmelidir insanoğlu. Duygularının çerçevesinde düşünüp en mantıklı cevabı verebilmelidir her insan. Mantıksız bir insanın duygusal sorunları olmasa da doğru kararlar vermekte zorluk çekebileceği aşikârdır. Mantığın nihai amacı da felsefenin ana temasıdır. Bu kadar ilişki içerisinde duyguların hiç mi rolü yoktur? Onun kendine özgü ayrı bir rolü vardır tabiki. Ölüm akla geldiğinde duygulanır insan, içgüdüsel olarak ağlama ihtiyacı hisseder ve gün gelir pişmanlık duygusu fışkırır içinden. Sonra yol bitmiştir ve geriye dönüp baktığında ne kadar da boş bir yolculuk yaptığını düşünür. İş işten geçmiştir artık, geriye dönüş yoktur. Felsefe yapacak zaman da kalmamıştır. Aklına Leonar da vinci’nin bir sözü gelir: “Nasıl yaşanıyor onu öğrendiğimi sanırken meğerse nasıl ölünüyormuş onu öğreniyormuşum.”
Yaşamaktan ziyade nihai amaç çerçevesinde nefes almanın daha tatlı olacağı kanısındayım. Felsefe yapmak ölmeyi öğrenmektir diyor, K. Jaspers. Kısacası felsefedir hayat. Ölümdür amaç. Amaç bilindikten sonra yaşanılan sürecin sıkıntısı göz önüne alınmaz. Hani bir söz vardır ya: “Zafere giden yolda çekilen çile kutsaldır. ” Cenazemizde herkes ağlarken biz vicdanen mutlu ve huzurluysak ölüm hoş gelsin, sefa gelsin. Bunun için yaşamak bize çok güzel görünmelidir ki bu duyguyu tadabilelim. Yaşamın bize güzel görünebilmesi için de biz insanların hayatı daha dikkatli ve özverili yaşaması gerekir. Nihai hedefe ulaşmak için yaşamanın tadına varmak gerektiği düşüncesinde olursa insanoğlu amaçsız bir takım eylemlerin yerini hedef doğrultusunda mantıklı sebeplere dayalı davranışlar alır.
Sonuç olarak sonsuz bir hayatın öncesinde yaşamış olduğumuz yalan ama bazıları için bağımlılık yaratan her şeyden öte tek gerçeğin ölüm olduğu bu hayatta yaşanılan süreç ciddi anlamda büyük bir şanstır biz insanlar için. Gerçek hayatın demosunu niteliğinde olmasına karşın hala kestiremediğimiz güzelliklerin varlığından şüphe etmekle ne kadar büyük bir yanlışa düşüyoruz haberimiz yok.
Güzelliklerin yanı sıra nefes alınarak geçirilen süreç olan ve adına yaşam dediğimiz bu dünya hayatı içerisinde yapmış olduğumuz eylemler sonucunda gerçek dünyanın kötülükleriyle de karşılaşabiliriz.
Kısacası zaman kavramının sadece bu dünya için geçerli olduğu bu sürecin kaçınılmaz gerçeği olan ölümü akıllardan çıkarmak insanlık açısından son derece vahim bir durumdur.