Karşıtlıklar Dengesi

Ben herşeyin hemde herşeyin “karşıtlıklar dengesi” üstüne oturduğuna inanırım. Karşıtlıklar birbirinin doğurmazsa kavramlar doğmaz, çeşitlilik oluşmaz ve uyum gerçekleşmez diye düşünürüm. O yüzden hiçbir oluşumunu veya inancı tek bir açıdan bakarak irdelemem. Mutlaka karşıtlığına bakar, sebep-sonuç ilintisini ararım. İşte o yüzden ne paylaştıkça büyüyen tek şeyin sevgi olduğunu düşünürüm ne de dünyayı sevginin kurtaracağına çünki her iki durumda da bakış açısı tekdir.

Paylaştıkça çoğalan tek şey sevgi değildir. Nefret de paylaştıkça çoğalır, hemde sevgiden çok daha hızlı bir biçimde. Tabiki “sevmeyin, sevgiyi bulmaya çalışmayın, sevgi en kusal şey değildir” demiyorum ama hayata sadece sevgi açısından bakarak asıl ulaşılması gerektiğine inandığım noktaya yani “mutluluğa” ulaşılamayacağını düşünüyorum. Ayrıca insan hayatı sadece sevgi üzerine kurulu değilki. Sevgiyi kutsal kılacak, onu sağlam bir temel üzerine oturtacak oluşumlar gerekir. Örneğin bilinç, empati, birikim, saygı, güven, özen . . . Bunlar olmadan sevgi tek başına nasıl oluşur, nasıl gelişir, ne kadar sürer ve niteliği ne olur bunu kestirmek biraz zor. Kaldı ki tüm bunların yanında sosyal oluşumlar da insanın sevgiye ulaşması veya yakalaması konusunda etkili. Örneğin gelenek-göreneklerin baskın olduğu ülkeker-bölgelerde, sevginin alacağı yol her an gelenek-göreneklerin baskısı altındadır. Her türlü sevgi belli koşullarda oluşur, gelişir ve devinir ama daha önce saydığım özellikler olmaksızın, sadece gelenek-görenekler denetiminde bir sevgi ne kadar dengede durur, ne kadar dayanıklı olur bilinmez.

Dünyanın sevgi ile kurtulacağına inanmayışıma gelince . . .

Dünyayı bu hale bence zaten sevgi getirdi. Her başkan, erki elinde tutan her yönetici ülkesini ve halkını sever, onların en iyiye layık olduğunu düşünür ve bunu sağlayabilmek için her fırsatı kullanır veya fırsatlar yaratır. ‘. Dünya Savaşı’nı Hitler açısından değerlendirin bakalım ne olur? Hele İsrail’in yıllardır masum insanları acımasıca katlettiğini göz önüne alırsanız, Hitler’e hak vermezmisiniz? Peki Fransa ve Büyük Britanya’nın Afrika’yı, Hindistan’ı paylaşışı? Kim İngiliz yada Fransız kolonicilerinin ülkelerini sevmediğini, halkının iyiliğini düşünmediğini söyleyebilir? Kamikaze, Samuray felsefeleri Japon insanının uğrunda öleceği ülke sevgisi uzantıları değilmi? “Vatan Sağolsun” sözü özünde en yüce vatan sevgisini taşımazmı? Tüm yatırımlar hep o ülke çok sevildiği için yapılmazmı?

Peki nedir eksik olan?

Bana sorarsanız karşıtlık yani zıtlık yani karşı tarafa geçip olaya bir de o pencereden bakma eksiği.

Sevginin paylaşıldıkça çoğalan tek şey olduğunu savunanlar, nefretin de aynı güce sahip olduğunu anlasalar, sevgiyi, nefretin yerini alması gereken bir eğitim-deneyim süreci olarak görmeseler daha iyi olmazmı? O zaman sırf sevdiğini iddia ettiği için can alan manyaklar kendilerini bu kadar haklı görebilirlermi? Sanmıyorum.

Altyapısız sevginin en önemli zararı sahip olduğu sevgi “uğruna” herşeyi göze alan, alabilen insanlar. Sevgiyi tek başına, en üste, koşulsuz, karşıtlıksız yerleştirdiğinizde, uğruna ölünecek bir “değer” haline geliyor. Oysaki en üstte, en kutsal olan insanın kendisidir. Herşeyi ile, “iyisi-kötüsü, doğrusu-yanlışı, güzeli-çirkini, insandır sonuçta varacağın en son nokta” denmişti bir şarkıda, ne güzel . . .

Dünyayı kurtarmak ise bambaşka bir ikilem. Dünyayı kurtarmaktansa mahvetmekten vazgeçsek, zaten o mükemmel doğa kendini son derece hızlı bir biçimde iyileştirmezmi? Asit üretmesek, ağaçları, ormanları kesmesek, insanımızı doğa bilinci ile yetiştirsek, egomuzu eğitip esiri olmasak, dünya zaten kısa sürede ayakları üzerine kalkmazmı? Tüm bunları yapmak için tek ihtiyacımız olan “sevgi” mi? Yoksa bilgi-birikim ve bilince daha mı çok ihitiyacımız var?

Kendimi daha çok sevmek için, kendimi daha çok tanımaya ihityacım var; ama herşeyimle.

“Kendimi seviyorum” diyebilmek için, sanırım “ kendimi tanıyorum ve kabul ediyorum” demek daha elzem.

Mavi Günler

print

Bir cevap yazın