Hiç bir üzüm tekrar dönüp koruk olmaz. Koruk kalmakta ısrar edenlerin de üzüm oldum iddiası olmasa aslında mesele de kalmaz.
Hiç olmazsa bu kutsal ayda dönüp içimize baksak diye düşünüyorum.
Geleneksel oruç tutma hali sadece bir süre aç kalarak,akşam hiç düşünmeden tıka basa yemeyi gerektiriyor zinhar. Hastanelerin acil servislerinde çalışan bir iki doktor arkadaşım iftar sonrası aşırı yemekten fenalaşarak gelenleri anlattı. Bu mu oruç tutmanın ruhsal iklimi?Ya da zayıflarım bari oruç tutayım diyerek kutsal ayı “incelmenin halveti” ne çevirenlere ne demeli. Oruç ruhun değil, bedenin düzeltilme işlemine dönüştürülmüş burada.
Namazı jimnastik olarak kılanlar, bu geleneksel oruç tutanlarla atbaşı seyahatte! Başı secdede ruhu söylenmekte;”kime yalan söylesem,arkadan oyun çevirsem ve de bu makamı kimseye kaptırmasam”.Onun arkasını sıvazlayan da ruku da kulağına ses vermekte “sen merak etme , sen bana yaran ben sana gerekeni yaparım”. Bu dünyada ala bir işbirliği!
Elindeki gücü kötüye kullananlar,isim ve mevkilerini adaletsizliğe teşvik aracı haline getirenler nedense, dini müsamereye en düşkün olanlardır.Sadece benim bahçem güzeldir, benden olanlar evladır diyerek insan ayırmak da ibadeti zahiri kılar bence.
Çünkü insan kendini keşfetmek zahmetine katlanmaz,iç dünyasında yol almazsa yaşlanarak koruk üzüme dönüşmez.
İç dünyası olmayan, kendi derinliklerinde düşe kalka yol almamış insanın insani duyarlılıkları taşlaşır. Size gözünü kırpmadan ,etrafı yıkıp yakarak saldırır. Elbette kapalı kapılar ardında.Aman kimse duymasın!Bu çok inanmış görünen zat bilmez mi, Allah her şeyi görendir,duyandır. Koruk olma hali aklın da ekşimesidir herhal!
İç dünyamız bize hediye edilmiş kainatın bir parçasıdır. Kainatın içinde insan,insanda kainat bunun için denir. Biz bu olağanüstü heyecanlı, zor yolculuğa çıkmadan yapılan ibadet “zahiri” dir. Batini olan sevgi,içtenlikle kotarılan eylem ve ibadet.
Bulutlar hareket etmek için rüzğar bekler. İçtenlik rüzğarı olmadan inanmış olmanın ruhu temizleyen pınarı akmaz. Başkalarına değil, kendimize bakmalıyız. Kapatıp gözlerimizi iç dünyamızı şöyle bir dolaşalım. Kirli paslı köşeleri görmeye çalışalım. Hem kendimizi temizleyelim, hem sevdiklerimize pak bir gönül sunalım ki oradan sevgi aksın gül dudaklara.
“Bizim çağrımız kervanın çanıdır,
Yahut gökgürültüsü,ağır bulutlar çekilince!
Yolcu,kalbini bir mola yerine koyma,
Ki yorulmayasın,seni çekip götürdüklerinde!”
der Mevlana. Yolculuğa başla ve bir an bile mola vermeden,sürekli değişerek dönüşerek yola devam et der insana. Eğer bir yerde durursan tekrar yola düşecek takatın olmaz. Rahat, su gibi yapışır eteklerine,seni ağırlaştırır ve dibe çeker. Oradan çıkamazsın artık. İşte o bir yerde duranlara biz dinazor diyoruz modern zamanlarda. O noktada,o yılda ,o kafada sabit civata gibi dönüp duranlar. Ne kendilerine faydaları vardır,ne çevredekilere.
Oysa dünyaya bakalım her şey değişir durmadan yol alır. Su buhar olur yağmura dönüşür,tohum baş verir çiçeğe durur, civciv pek cılız doğar kocaman bir horoz olur. Dünyada hiç bir şey durmaz. Bu doğanın bir parçası olan insan neden dursun? Allah bize neden akıl ve gönül verdi ki? Kazık gibi duracak olduktan sonra bu iltifata ne gerek vardı?
Ben yolculuğa aşığımdır. Çocukluğumdan beri yolda geçti ömrüm. Yeni yatak,yeni yemekler,alışılmadık yollar,beklenmedik kazalar,olmadık işler gördüm geçirdim. Ben burada yatmam,ben bunu yemem deme şansınız yoktur yollarda. Orada rahat ve sizin nefsiniz değildir önemli olan, asl olan nefsinizi yatırdığınız her yerden zenginleşerek kalkmaktır. Koruk böyle üzüm adını almaya hak kazanır zahir.
Sadece en iyi olmak, en iyi taraflarını reklam etmek bir marifet değil. Çünkü insan ham doğar. Yeter ki “piştim,oldum” diyebilsin. Kötü ve yetersiz yanlarımızı gördükçe gözümüz açılır, gizleyerek değil. Ne kadar aşikar olursa ruhumuz ,o denli nura boğulur gözlerimiz bu mübarek ayda.
“Güneş bütün gece perdeler altına girmeseydi
Dünya,seher çağı,nasıl aydınlanabilirdi?”
Seher vakti salalım ruhumuzu ummana kuş gibi uçuralım. Kurtulalım şu ağırlıklardan vesselam!