Konjonktür ve Egemen Siyaset – IV

6 – Günümüzün Konjonktürünün Görünümü

Bugün yaşananları doğru analiz edebilmek için içinde bulunduğumuz konjonktürü son gün itibarıyla yeniden çözümlemek gerekecektir.Bugün itibarıyla, çevremizde Suriye haricinde ciddi anlamda risk yaratmayan komşu ülke yoktur. Yunanistan AB’nin yaramaz çocuğu olarak her AB girişimimizi veto ederken Yunanistan’ı bir sopa olarak bize karşı kullanmak bizden sürekli bir şeyler koparmaya çalışan AB’nin de işine gelmektedir.

Gürcistan, müttefikimiz olmasına karşın önemli bir çatışma alanına dönüşmüştür ve bizim için önemli riskler barındırmaktadır. Azerbaycan ise açılım hastası cumhurbaşkanımızın futbol sevdası yüzünden Rusya’nın kucağına itilmiştir.

Güneyde ise bir devlet artık fiilen ve hukuken kurulmuştur ve bunu önlemek mümkün değildir. İran, tarihten beri bize çok benzemesine karşın asla güvenilemeyecek bir devlet olarak durmaktadır. Ayrıca Amerika ile arasındaki çatışmanın bizim topraklarımızdan uçacak İsrail – ABD savaş uçaklarınca yürütülecek olması da ayrı bir risk olarak karşımızda durmaktadır.

Rusya’nın adından bahsetmek bile hapse atılmak için yeterli bir sebep iken Amerikancı yöneticilerimizin Rusya ile bu aralar fazla sıkı fıkı olması Türkiye’nin ihtiyaçları için mi yoksa Avrupa’nın enerji ihtiyaçları için midir? henüz belli değil.

Ancak Türkiye için uzun vadede konjonktürel dayatmaların dışına çıkılarak düşünülmesi gereken konu Irak Meselesi’dir. Çünkü Irak toprakları uzun vadede Avrupa Birliği ve İsrail’in kontrol altına almaya çalıştığı en değerli topraklardır. Bu durum; kaynağını Türkiye’den alıp Irak topraklarında denize kavuşan Fırat ve Dicle Nehirleri’nin AB Su Yönergesi’nde açık bir şekilde zikredilmesi ile açıkça ortaya çıkmaktadır.

Petrol ve doğalgaz dururken su da neyin nesidir? denmesin. Çünkü bugün petrol, doğalgaz ve kömür gibi birincil enerji kaynaklarının hepsinin alternatifinin bulunma ihtimali varken, su kaynaklarının alternatifi hiçbir şekilde yoktur. Su kaynakları önemli ölçüde kirlenen ve küresel ısınma dolayısıyla hızla azalan AB için birinci gündem maddesi henüz gizlilik seviyesinde olsa da Su Meselesidir. 2004 yılındaki raporunda Avrupa, su kaynaklarının “Su havzalarının ortak yönetimi projesi” ile yönetileceğini ortaya koymuştur. Buna göre Fırat ve Dicle Havzası da ilerde ortak bir yönetim tarafından idare edilecektir. Bu plana göre havzaların yönetimi uluslar üstü bir yönetime devredilirken suyun asıl sahibi olan ülkeler su kaynakları üzerindeki egemenliğinden vazgeçmektedir.

 

7 – Konjonktürün Model Ülkesi: Türkiye

Dinamik bir konjonktür teorisi çerçevesinde düşünecek olursak günümüzün konjonktürü; ABD denetiminde, Ortadoğu Bölgesi’nin BOP’a göre ve Ilımlı İslam temelli yeniden dizaynını sağlamaya çalışan bir içeriğe sahiptir.

Bu konjonktürün bizim bölgemiz için en önemli varsayımı İsrail’in güvenliği ve kristalize edilmiş bir Türkiye’nin model ülke olmasıdır.

Türkiye’nin kristalizasyonu ise Amerikan muhalifi çevrelerin tasfiyesi (Ergenekon Soruşturması gibi korku yaratan girişimler), müttefik muhafazakar sınıfların iktidarının kesinleştirilmesi, devletin seküler ve dogmatik görünen kimliğinin esnetilerek değiştirilmesi, federatif bir bölünme ile kurucu iradenin zayıflatılması sağlanmaya çalışılmaktadır.

Bu çabaların başarılı olması durumunda Türkiye’nin batı karşısındaki inişli çıkışlı seyir izleyen pozisyonu modern batı demokrasisine angaje olacak ancak batıya iradi olarak da eklemlenme sağlanmış olacaktır. Böylesi bir eklemlenme arada bir yönünü şaşıran Türkiye’nin batı ile olan ilişkilerinde kusursuz bir yeknesaklık sağlayacaktır.

Kristalize edilmiş bir Türkiye’nin model olarak kabul edilmesinin bölge haritası açısından da henüz dile getirilmeyen önemli bir yanı vardır. Bölge ülkeleri her ne kadar büyük ölçüde Arap ve Sünni olarak görülse de Arap ülkelerinin pek çoğunda farklı etnik azınlıklar ve önemli kitlesel büyüklüğe sahip dinsel azınlıklar mevcuttur. Kürt–Türk federasyonu ve dinsel bir demokrasi temelinde boy gösterecek Türkiye’nin diğer azınlıklar ve Ruhban Okulu gibi konuları da çözüme kavuşturmuş olması bölge ülkelerinin haritasının değiştirilmesi için önemli bir örnek ve model olarak kabul edilecektir.

Özellikle Hıristiyan unsurların yoğun olduğu Arap ülkelerinde Yahudi–Hıristiyan ittifakını yaratmak ve İsrail’in pozisyonunu güçlendirmek için yeni federatif yapıların ve devletlerin doğması büyük bir olasılıktır.

Eski Osmanlı coğrafyası üzerinde Amerikalı “think thank kuruluşlarının” ve Pentagon’un itelemesiyle Yeni Osmancılığa (New Ottomanism) soyunan mevcut yöneticilerin dinsel ve duygusal heyecanlarla Amerika’nın dümen suyunda “iyi şeyler olacak” gazına gelmesi, gözlerden kaçsa da olağanüstü tehlikeleri de barındırmaktadır.

Bir kere bu açılım meselesi artık insanların; Bu güne kadar Kürtler istedikleri neye sahip olamadılar?, Biz onlardan daha mı iyi durumdayız? gibi soruları sormalarına neden olacaktır ki bunun önemli ölçüde bölünme ve ötekileştirme yaratma riski vardır.

Diğer önemli bir sorun ise bu açılım ve konjonktür uyumluluğunu dayatan şeyin Türkiye’nin iç dinamikleri değil de Amerika’nın bölgesel ve küresel isteklerinin yanında Avrupa’nın da su yollarına ve Basra Körfezi’ne ulaşma isteğinin olması, Türkiye’nin bölgedeki varlığı için son derece önemli bir konudur ve şu an için bu konu hesaba katılmamaktadır.

Üçüncüsü ve en önemlisi ise mevcut iktidar odakları; bu açılım politikaları ile Kürtler üzerinden “seküler devleti” ve onun “kurucu dinamiklerini” dış konjonktürün de yardımı ile hem psikolojik hem de kurumsal manada ortadan kaldırmaktadırlar.

Bu dinamiklerin ortadan kaldırılması demek, hilafetçi heveslerle yola çıkan muhafazakâr sınıfların geçici iktidarlarına rağmen “bu coğrafyadaki makûs talihini İnönü Savaşı ile yenen ve iki yüz yıllık geri çekilmesini Sakarya Savaşı ile durduran Türklerin artık bu topraklardan da sökülüp atılması” demektir.

print

Bir cevap yazın