Kütüphanelerimiz

Bu gün belki de en sahipsiz ve bakımsız olan müesseslerimizden biri de kütüphanelerimizdir. Sadece bulunduğu il ve ilçede ‘varmış’ denilsin diye var olan; aslında asûde yerler olması gerekirken, garip kalmış mekânlardır. Bu gün kütüphanelerimiz tozlu raflar arasında okuyucu bekleyen, yüzü açılmamış kitaplar ile birkaç öğrencinin ödev yapmak için bulunduğu yerlerden öteye gidememektedir. Birçoğu da ses yalıtımına sahip değildir. Ayrıca; okul, çarşı ve pazar gibi sesin en yoğun olduğu yerlere yapılmışlardır. Bir Allah’ın kulu çıkıp da, buralardan nasıl faydalanılır diye düşünmemiştir bile.

Kitap bizim kültürümüzün temel taşlarındandır. Çok değerli yazma ve telif eserlerimiz mevcuttur. Kütüphanelerimizde bu eserleri muhafaza altına alıp okuyuculara ulaştırmak bu kurumun bağlı olduğu bakanlığın yegâne gayesi olmalıdır. Türk-İslâm medeniyeti ezelden beri ilim, irfân medeniyetidir. Belki irfân okumayla elde edilemez ama ilmin yolu öğrenmeden geçer. Tarih boyunca bir çok istilâ ve saldırılar sonucunda birçok kütüphaneler yakılıp yıkılmışsa da, yine de elimizde dünya medeniyetine ışık tutacak eserler mevcuttur. Her halde kimse bu eserlerin okunmasında bir beis görmez.

Kütüphanelerimizin okuma salonları, elâman sayıları kitap çeşidi bakımından da yetersiz durumdadır.Yeni kitapların olmaması, eskiden basılmış kitapların özel olarak temin edilememesi okumayı, öğrenmeyi, araştırmayı ne kadar, teşvik etmektedir? Her zaman bir aksilikle karşılaşsak bunun eğitim eksikliği olduğundan dem vururuz. İş, eğitim ve öğretimin en önemli basamağı olan kitaplardan faydalanmada fertleri mahrum bırakırsanız, bunu hangi ilmi esaslar üzerine dayandırarak açıklayabilirsiniz? Aslında bu soru toplumun tamamına yönetilmiş bir sorudur. Özel bir muhatabı yoktur. Şayet özel bir muhatabı olsaydı, kendilerine bu soruyu sordurmadan gerekeni yapardı. Bizde bu problemden kurtulmuş olurduk.

Kütüphanelerden konu açılmışken, eski kütüphanecilerden de bahsetmemek olmaz. Bunlardan biriside İsmail Sâib Efendi’dir. “İsmail Sâib Efendi sahaflarda baş tarafı on beş- yirmi sayfası eksik Arapça yazma bir karşılaşır. Hoca efendi esere şöyle bir göz gezdirdikten sonra kitapçıya, kalemini çıkar der ve eksik olan kısmı yazdırır. Bu manzaraya çok şaşıran Osman Reşat, bir müddet sonra Süleymaniye kütüphanesine giderek adı geçen kitabı, orada bulunan ve tam nüshasıyla karşılaştırır, büyük bir hayret ile tek virgülünün bile yanlış olmadığını görür.

İsmail Sâib Efendi’nin kafası, kırk yıldır müdürlüğünü yaptığı kütüphaneden daha zengindi. O, kütüphanedeki kütüphaneydi.”

Eskiden hem kütüphanelerimiz zengin, hem görevlileri ehil hem de kütüphaneleri kurma yetkisine sahip olanlar ileri görüşlü kimseler imiş. Şimdi ise herkes bütün kitapları okumuş olacak ki ezberden konuşuyorlar.

Hülâsa; fiziki yapılarıyla,kuruldukları yer ile, bulundurdukları eserler ile, bu işlerle görevli kişilerin ehliyetiyle, okuyucusuyla yeniden acilen ve top yekûn gözden geçirilmeli, Bu mekanları izbe hallerinden kurtarıp asûde mekanlar haline getirmeliyiz.Yani derdimizi ve isteklerimizi duyması gerekenlere duyurmamaya çalışıyoruz. Keyfiyet zat-ı alîlerinindir.

print

Bir cevap yazın