Demokratik parlamenter sistemlerinin en temel özelliği olan “kuvvetler ayrılığı” ilkesini 1923 lü yıllardan 2000 li yıllara kadar ağır aksak tanımlamamız mümkündü. Bu kronolojik aralıkta, yer yer sistem meclis hükümeti sistemine, oligarşiye, militarizme, yargı devletine, teknokrasiye meyil gösterse de, bu gün için, kuvvetler ayrılığının fil ayakları olan yasama yürütme ve yargı erkleri cumhuriyet sonrası klasik tanımlamasını oldukça aşmış çizgisinden oldukça şaşmış durumdadır.
Bu Günkü Kuvvetler Ayrılığının Determinantları:
1. Yasama: Silik olmasının yanında dominant parti başkanları sultasında inleyen ezik milletvekillerinden oluşan topluluk.
2. Yürütme: Aşırı Otoriter ve antidemokratik kral tipli başbakanın emri altında ve dağıtım yapılan maddi manevi avantaya fitlenmiş teknokrat kadro kitlesi.
3. Yargı: Cemaat disiplini veya hiyerarşisi sistemine kitlenmiş, sıradışı olana karşı oldukça allerjik, medyaya karşı aşırı duyarlı, çoğunlukla otoriteye itaatkar psikonevrotik bakış açısının bileşke kuvvetine göre hareket eden erk.
* * * * *
Buraya kadar üçlü fil ayağını tamamladık. Ne var ki, bu üçlü ayrım çoktan yeni yetmelerin tabiriyle off olmuş durumda. Çünkü kuvvetler ayrılığını oluşturan erkler bu gün üç bileşenden oluşmamaktadır. Bu bileşenlere gerçek hayatta var olan diğer erkleri de ilave etmek zorundayız.
4. Medya: Bu gün için, geçmişte ve gelecekte tüm zamanlarda medya her zaman yer yer dördüncü kuvvet gibi görülse de yer yer birinci kuvvet olarak ta görülmüştür. Ancak, günümüz medyası, masa başından kalkmayan, ekrana karşı oldukça itaatkar olan toplumu birebir yer yer körü körüne etkileyen en temel öge halini almıştır. Ne var ki, bu gün Türkiye Cumhuriyeti medyası için acınacak tabloyu da çizmek zorundayız. Zira, günümüzün medyası tek bir elin parmaklarını bile geçmeyecek şekilde sermaye/cemaat devleri tarafından parsellenmiş durumdadır. Bu da özgür medya imajını oldukça zedeleyen bir durumdur.
5. Ordu: Yaklaşık, 2005 yılına kadar Türkiye Cumhuriyeti için ordunun kuvvetler ayrılığı ilkesi içindeki ilk beşi oluşturmadaki önemi tartışılmazdı. Ancak özellikle de A. Necdet SEZER’in cumhurbaşkanlığından ayrılmasından itibaren ordunun parlamenter sistem içindeki 5. temel fil ayağı fonksiyonu devam etse de bu gün için bu fonksiyon,(BEKLENDİĞİ veya İSTENDİĞİ GİBİ) sivil iradenin emrine girmiş durumdadır. Böyle olsa da ordu yine parlamenter sistemin 5 temel erkinden birini oluşturmaya devam etmektedir.
Bu analitik innovatik ayrımlama ile, şimdiye kadar yapılmış olan parlamenter sistemin üçlü fil ayağına biraz da toplumbilimsel disiplin içinde iki ilave daha yaparak beşe çıkarılmasın gerektiğini itiraf etmek gerek.
Bütün Bunlara Rağmen:
Bütün bunlara rağmen, kuvvetler ayrılığını üç kuvvetten beş kuvvete çıkarmamıza rağmen böylesi plural (çoğulcu) bir toplumda böylesi tek egemen güçlü sesin olmasını nasıl izah edebiliriz?
Bunu izah etmek oldukça kolaydır. Çünkü bu gün için, yasama bir kısım cemaatlerce sürekli olarak parsellenmiş, yürütme uzun süreli startejik gayrıresmi eğitimlerle bürokratik kadronun önemli köşe başları tutulmuş, yargı da aynı teknoktatlardaki gibi, hassas ve son derece titiz kadrolaşmalarla etkisizleştirilmiş hatta önemli ölçüde cemaat displinine sokulmuş, medya da zaten ya sermaye markajıyla ya da cemaat markajıyla önemli ölçüde homojenleştirilmiş, ordu ise, yargıdakinden daha hassas bir eğitim ve yerleştirme sistemiyle yüzbaşı düzeyinden general düzeyine kadar önemli ölçüde kontrole alınmış bir durumdadır.
Böylesine etkin ve son derece stratejik olarak yeniden disipline edilmiş yer yer sinikleştirilmiş parlamenter sistemin sesinin çoğulcu bir ses olmasını beklememizin ne büyük bir saflık olacağı ortadadır.
Peki, Nereye Kadar Nereye?
Bu konuda iyimser bir tablo çizmek oldukça zor. Daha doğrusu, egemen bakış açısına göre zaten bu tablo oldukça iyimser veya beklenen veya planlanan olduğundan dolayı bizim sesimiz veya cümlelerimiz istenmeyen halini almış durumdadır. Bunu bile bile şu satırlarla gazete makalemi bitirmek istiyorum.
Özel Deyiş:
Türkiye’yi emri altına almış ey büyük güç, seni tebrik ediyorum. Şapkam yok ama manen şapkamı çıkarıyorum. Son otuz yıla yakın yaptığın hizmetlerin en leziz ürünlerini almaktasın. Senin için istiareye bile yattım ama gördüğüm rüyayı paylaşmak istemiyorum. Tek söyleyeceğim şey, Yüce Yaratıcı sonumuzu hayretsin. İyi niyetli olmanı dilemekten başka yapacağım hiç birşey de yok.
Not:
Bu yazı, www.bilgiagi.net, www.bilgievreni.com, www.kamudanhaber.com, www.haberanaliz.net, www.siyasalforum.net, www.gunesgazetesi.net, www.gercekgazete.web.tr, ile, Gerçek Gazete, Balıkesir Demokrat, Güney Marmara Yaşam ve Fatsa Güneş gazetelerinde yayınlanmaktadır. Yazarın izni olmaksızın başka hiçbir yayın organında kaynak veya dipnot göstermeksizin kısmen veya tamamen alınamaz, çoğaltılamaz.