68 yıldır ülkemizde bazı kimselerin ağzında sakız gibi çiğnediği iki kelime vardır.
Bu iki kelime LAİKLİK ve İRTİCADIR.Bu kesim ne zaman bir yere gelmek, menfaat koparmak isteseler LAİKLİK ve İRTİCA yaygarasını koparırlar.
28 Şubatta bu söylemler ile yola çıktılar. Batırılan bankalar ile ülkemizin 200 milyar doları hortumlandı. 27 Mayısta, 12 Martta, 12 Eylülde de aynı şeyler oldu.Ülke kaderine hâkim zihniyet ne zaman menfaatlerine dokunulsa laiklik ve irtica ile yola çıkıp saltanatını korumaya çalışmaktadır.
Belli bir yaş gurubu üzerinde bulunup entel geçinen insanlar; bu konuda daha tutucu davranıp, en ufak hoş görüleri bulunmamaktadır.
Bu tutum ve davranışları ile ülke gündemini gererek kutuplaşmaya yol açmaktadırlar.
Bu gurupta bulunan insanların bir kısmı da talimatı bağlı bulundukları loca ve lobilerden almaktadırEski SHP Çorum milletvekili Cemal Şahin bir hatırasını anlatmıştı.“Ne zaman mecliste SHP gurup toplantısı yapsak, toplantı laiklik ve irtica ile başlar, bunun ile sonuçlanırdı.
Bir gurup toplantısında dedim ki:
“Arkadaşlar biz toplantılarımızı laiklik ve irtica ile başlatıyor bunun ile bitiriyoruz. Böyle yaptıkça da halktan kopuyor iktidar olamıyoruz. Gelin bir kamuoyu araştırması yaptıralım.
Halkımız neyi tehlike olarak görüyor, Bizde o konu üzerine yoğunlaşalım.”
Teklifim kabul edildi.
Bir kamuoyu araştırma firması ile anlaşarak toplumun neyi tehlike olarak gördüğü konusunda araştırma yaptırdık.
Araştırma neticesinde en büyük tehlike bölücülük, PKK, enflasyon, geçim derdi olarak ortaya çıktı.
Laiklik ve irtica tehdidi %1 oy olarak neticelendi.
Bunun üzerine gurup toplantısında araştırmanın neticesini değerlendirerek dedim ki:
Arkadaşlar gelin bu toplumu araştıralım, toplumda % 1 vampir bile çıkar. Bu kadar uç verileri ele alarak halkımızı karşımıza almayalım. Onun değerlerini küçümsemeyelim. Halk ile bütünleşelim.”
Gazeteci Fehmi Koru makalesinde:
“Türkiye’de de bir yerlerde hayatın bütün alanlarının dinî kurallara göre tanzim edilmesini isteyen birileri vardır herhalde; hemen her kültür coğrafyasında –din farkı bulunmaksızın- öyle düşünenler bulunuyor çünkü… Türkiye’de dinin hayatın bütün alanlarından çıkarılması gerektiğini düşünenlerin varlığı ise hemen fark edilecek biçimde meydanda; saplantılı tiplerin yazdığı gazetelere bakmak bile yeterli…
Lâiklik işte bu iki görüşü çatışma alanı dışına çıkarma çabasının ürünüdür. İki görüşten de yana değildir lâiklik; ilkini din ve vicdan özgürlüğünü kurumsallaştırarak içine almış, diğerini de dinin devletle bağını kopararak tatmin etmiştir. Din konusunda varlığı bilinen iki farklı eğilimin ‘devlet’ tarafından kabul edilebilir sınırları çizilmiştir lâiklik ilkesiyle…
Fransa da üniversitede ‘lâiklik kürsüsü başkanı’ unvanıyla dersler veren Jean Baberot’un lâikliğin nasıl anlaşılması gerektiğine dair verdiği ‘kürtaj’ örneği önemli.
Fransa’da kürtaj 1975 yılında yasallaştırıldı; Katolik Kilisesi’nin muhalefetine rağmen… Ancak yasa “Bir doktor dinî veya vicdanî inancı nedeniyle kürtaja karşıysa, bunu yapmama hakkına sahiptir” serbestîsi tanımakta. Bazı doktorlar dinî inancına aykırı olduğu için kürtaj yapmıyor Fransa’da. “Hatırlatmak gerekirse” diyor Baberot, “Yasa böylece dinî tercihler ve inançları dikkate almıştır.”
Lâiklik tek tip bir anlayışı ve uygulamayı herkese yaygınlaştıran bir ilke değildir; tam tersine, farklı eğilimleri tatmin etmeyi amaçlayan bir ilkedir. Dini toplumsal hayattan kovmak, ya da dindara diniyle çelişen bir hayat yaşatmak değildir amacı; din ile devletin birbirini etkilememesi ilkenin varlığı için yeterlidir.” demektedir.
Aynı güne ait iki ayrı haber:
“İstanbul Üniversitesinin eski Rektörü Prof. Dr. Mesut Parlak, Rektörlüğe atandıktan sonra çeşitli baskılara maruz kaldığını “Asıl mahalle baskısı bana vardı. Ne cuma namazı kılabiliyordum ne de oruç tutabiliyordum.” dedi. Eski YÖK Başkanı Erdoğan Teziç döneminde rektörlüğe atandığını hatırlatan Parlak, 3 yıl boyunca ciddi sıkıntılar yaşadığını belirtti. ‘Mahalle baskısı’ deyimine atıf yaptıktan sonra, ilginç bir olay anlattı: “Ramazan’da yanıma gelip bir şeyler yiyip yemediğimi çaktırmadan kontrol edenler oldu. Rektörlerin oruç tutmayacağı gibi bir anlayış var. Rektör oruç mu tutar, diyorlar.”
“Galatasaray Kulübü Başkanı Özhan Canaydın, bazı çevrelerce Sarı-Kırmızılı camiaya yakıştırılmaya çalışılan ‘tarikat’ olgusuna tepki gösteren Canaydın, “Yabancılar haç çıkararak maça çıkıyor, bizim oyuncular dua edince olay oluyor.” dedi.”
İki şeyden nefret ediyorum:
Birincisi “Dini siyasete alet edenler.”
İkincisi “Atatürkü istismar edenler”
İkiside asıl niyetlerini gizleyip dünyalıkları peşinde koşanlardır.
İstismarcılardır. Birbirlerinden hiçbir farkları bulunmamaktadır.
Devlet dairelerinde her odada Atatürk resmi bulunmaktadır.
Soygunlar, rüşvetler bu resimlerin olduğu odalarda, Atatürkçülük adı altında yapılmıyor mu?
Localarda, lobilerde alınan kararlar Atatürkçülük adı altında istismar edilerek uygulamaya konulmuyor mu?
Bu böyle değilse 68 yıldır bu soygun ve talan” laiklik elden gidiyor, irtica geliyor “istismarı ile nasıl devam ediyor?
Çetelerin, Ergene konun, diğer oluşumların altında kimler ve hangi servisler yatıyor?
Çetin Altan’ın köşesinde üç dört kere yazdığı bir tespiti var:
“Bu ülkede sorunlardan kurtulmak isteniyor ise üç şey yapılmalıdır.
1- Kamu bankalarının batık kredileri kimlere verilmiştir? Bunların sonucu ne olmuştur?
2- Hazine arazileri kimlerin eline geçmiştir? Bu araziler hakkında ne işlem yapılmıştır?
3- Orduya alınan silahların demode olma süreleri nedir? Bu konuda ne yapılmıştır?
Bu konulara cevap verilmeli gereği yapılmalıdır.”
Geriye söyleyecek bir şey kalmıyor.
Laiklik, ‘insanı kul olmaktan çıkarıp birey haline getiren, bireye kişiliğini geliştirmesi için özgür düşünme olanaklarını veren bir ilkeymiş’ dahası ‘uygar bir yaşam biçim’iymiş.
Cumhuriyet başsavcısının laiklik tarifi.
15.3.2008
Mustafa Yolcu