Malazgrt-Çanakkale-Diyarbakır Hattındaki Sınav -2-

Ey kardeşlerim!

İnanmayacaksınız ama hep “kardeşlerimiz bu duruma dur diyecekler” diye düşündük ve bekledik. Meğersem hiç kimsenin umurunda değilmişiz!.. Bazılarımız;  “bu kardeşlerimizin biz kardeşlerine şakalarıdır!” demiştik… hani kardeşler arası şakalar olur ya, öyle işte… değilmiş meğer.

Sonra belki sürekli fırsat kollayan ‘ortak düşmanlarımızı aldatmaca taktikleridir’ diye düşündük… hani savaşta hile mubah olurmuş ya, öyle işte… o da değilmiş.

Daha sonra kardeşlerimizle aramıza nifak sokmak isteyen bir “güruh” işi geçer, dedik… hani kardeşlik bağları en hassas şeylerle zedelenir ya… öyle işte…  gel gör ki o da değilmiş… daha daha sonra siz kardeşlerimiz sessiz kalınca “acaba affedilmez  bir hata mı yaptık” diye uzuuuuuuuuun uzun düşündük. Hani insanlar hatalarını geç fark ederler ya…

Bizler bir türlü anlam verememenin sıkıntısını yaşarken bir “güruh” bizi de kışkırtmaya başladı: “Ne duruyorsunuz, ne anlamamazlıktan geliyorsunuz! Bal gibi sizin varlığınız yok sayılıyor, bunu anlamayacak ne var?!.” deyip kafamıza kafamıza vurmaya başladılar. Başımız döndükçe döndü; hayır vurmalara dayanıklıyız da, kardeşlerimizin aleyhine kışkırtmalarıydı bu baş dönmesine sebep olan… en sonradan iki sonra önce bizler de kendi aramızda fikir ayrılığına düştük: Kimimiz “biz şartsız kardeşiz, tüm olup bitenleri sineye çekmeliyiz, olur ki ilerde düzelir” dedik. İyi ki öyle de dedik… ama kimimiz: “kardeş kardeşe böyle yapmaz, kaldı ki bunu yapan kardeş de olsa kabul etmeyiz” dediler, demekle kalsaydı keşke. Biz uymadık kışkırtanlara ama…

Ama

Ey kardeşlerim!

Çocuklarımız gençtiler, akılları havadaydı beş on karış… genç işte ne bilsin dünya halini?.. netekim bir de yaşadıklarımız baskıları onlar da yaşayınca o “gürüh” dediklerinizin de telkinleriyle dinlemediler bizi dağa çıktılar, ayrıldılar sıcacık evlerinden!.. Ha! Evleri de ev olsa belki gitmezlerdi dağa ama, neyse… en sonradan bir sonra önce ise duyduk ki dağa çıkan çocuklarımız kendi kardeşlerini elin gavurunun verdiği silahlarla vurmaya başlamışlar. Belimiz kırıldı, dizlerimiz tutmaz oldu, kollarımız iki yanımıza düştü, çaresiz bir şekilde ellerimiz koynumuzda (öylece bağlı) kalakaldı…

Eyvaaah!!! Oyuuun bu!!! diye figan-u feryad ettik; ama kurşun ve bomba sesleri daha güçlüydü, sesimizi duyan olmadı, kardeşlerimizden de… evet oyundu, ama itiraf edelim ki sahneyi biz hazırlamıştık kardeşler olarak…

Ey kardeşlerim!

En sonra duyduk ki çocuklarımız kardeşlerimizin çocukları olan askerlerimizi, polislerimizi vuruyorlarmış. Asker ve polislerimiz de dağa çıkan babalarının kardeşlerinin çocuklarını… İlk duyduğumuzda kesin olmaz anlamında:

Nabe  lo!” dedik.  iblisvari kahkahalarla güldüler bize “güruh”tan birileri. Türkçe-Kürtçe: “Daha bu ne ki  “hune hina çı bıviniii!” dediler. “Netekim ” öyle de oldu…

İşte o gün bu gündür gözyaşımız dinmedi, şivansız/figansız gece geçmedi evlerimizde. Bu acıya nasıl dayanılırdı bilmiyorduk, sadece dövündük. Biz dövündük dağlarımız dövüldü, biz dövündük dağlarımız dövüldü. Biz kardeşler olmuştuk düşman; en düşman olmuştu müttefik!  Allah’ım aklımızı koru!” diye yalvardık, bir tek o duamız kabul oldu zaten… ha! bir de “kardeşliğimiz bitmesin duası…

Ey kardeşlerim!

Çaresiz bekledik ki kardeşlerimiz bizlere sorsunlar: “kardeşler, bu çocuklarınız niçin dağa çıkıp kardeşlik bağlarımızı zedeliyorlar” diye… bekledik ama kimse oralı bile olmadı. Dilim varmıyor ama bizimle olan kardeşlik gözden çıkarılmış mıydı acaba!? (dilim kurusun ama) Yoksa kardeş değil miydik, biz kendi kendimize kardeşlik rüyaları mı görüyorduk? diye sessizce sorduk kendi kendimize… Tabii ki kendimize cevabımız hayır olurdu hep…

Ey kardeşlerim!

Hiçbir şey insanı öldürmeye mazeret ol(a)maz; hele hele bunlar    kardeş (çocukları) iken en son bu yıl, bu mevsim, bu ay, bu hafta,         bu gün, bu saat, bu dakika, bu saniye bile çocuklarımız biri             birlerini vurmaya devam ediyorlar.

En acısını söyleyeyim mi kardeşlerim?

Sıkı durun… Gönlünüz buna tahammül edecek mi?..

Ey kardeşlerim!

Biz beraber ağlamış beraber gülmüştük… biz beraber oynamış beraber yorulmuştuk… biz beraber savaşmış beraber vurulmuştuk… Acımız birdi(r), tasamız bir. Sevinçlerimiz birdi(r), coşkumuz bir. Yoktu bizde ayrılık hele gayrilik… Allah’ımız birdir kıblemiz bir. Tek amacımız vardı, başka toplumlarda bulunmayan ve bizi kardeş yapan da zaten bu amaçtı… Biz “mutluluk her insan için; dini, dili, rengi vs. fark etmez” diyorduk,  ama…

Her kesin imdadına koşan kardeşlerimiz yanımızda olmadılar biz de onların… en küçük bir acıyı kalbimizde hisseden bizler ne uzak kalmıştık birbirimizden? Her zaman her tasada, kıvançta beraber iken çocuklarımız için bir acımıza bile beraber ağlayamadık. Ne kadar da zordu(r) kardeşlerim.

Çok mu yabancılaşmıştık? Çok mu düşmandık? Hayır değildik. Ama biz birbirimize başsağlığı dileyemedik be kardeşlerim! Bir yaralılarımıza ‘geçmiş olsun’ diyemedik işte! Bir ‘siz sağ olun, kalan çocuklarınızı Allah korusun’ demedik, diyemedik işte! Bir sadece -evet sadece- bir kereciğine “Baki Allah” deseydik, evet evet sadece bir kere, tek bir kere “kardeş Baki Allah” deseydik neler değişirdi bilir misiniz kardeşlerim!?! Nasıl da diyemedik? Dilimiz mi varmadı? Ama her ne sebep olursa olsun diyemedik, demedik işte… kaçırdık o fırsatı. Her şey değişirdi oysa… o firsat kaçtı kardeşlerim çok geç kaldık. Zamanı geri geirmek mümkün değil. Ama mümkün olan var hala, hala artık kan istemiyoruz diyebiliriz.

Ve kaçmayan bir fırsat daha var kardeşlerim! Henüz kaçmayan değerlendirebilirsek bir fırsatımız daha var…

Ey kardeşlerim!

Gelin bu son fırsatı kaçırmayalım, bu fırsat kaçarsa hep beraber kaybederiz hep beraber… bu fırsat değerlendirilmeli, bu fırsatı imkansızı başarabileceğimiz şekilde değerlendirelim ve bütün olan bitene rağmen:

Biz kardeş olduğumuza edipleri-şairleri, köyleri-şehirleri, dağlara yağan karı, coşkun çayları, elleri kınalı gelinlik kızları, zılgıtları, ezanları şahit tutuyoruz. Yetmiyorsa  kaleme ve yazdıklarına, güneşe-aya, akıp giden yıldızlara, kuşluk vaktine-ikindi vaktine, gece ve gündüze yemin ediyoruz ki kardeşiz. Siz de kardeşliğimizi kabul etmişseniz -ki buna inanıyoruz- ve hala kardeş olarak kabul ediyorsanız ses verin. Kurşundan başka, bombadan başka, tank-top-jet seslerinden daha güçlü, bambaşka bir sesle ses verin. Kardeşçe, adilane, hakkaniyete uygun bir ses… Verin bu sesi ki sondan bir önceki sözümüzü söylemeyelim. O zaman korkarımki çooooooooook geç olacak çok, ey kardeşlerim!..

Kardeşliğe selam olsun,

E’ mi…

print

Bir cevap yazın